Melih Aşık
İstanbul Üniversitesi Konservatuvar Bölümü ile Şark Sigorta'nın birlikte düzenlediği kültür etkinliğinde İstanbul Üniversitesi Rektörü
Bülent Berkarda, çevresindekilerle sohbeti koyulaştırdı. Başında bulunduğu kurum hakkında ilgi çekici bilgiler verdi. İstanbul Üniversitesi'nin yaklaşık 5 bin mezunu vardı. Ama bir mezunlar derneği yoktu. Bir ay içinde böyle bir dernek kurulmuş olacaktı.
Tıp camiasında cerrahlar tarafından şöyle bir ayrım yapılırmış:
-"Cerrahlar ve diğerleri!.."
Bu tanımlamadan sonra
Berkarda "Cerrahları zor durduruyorum" dedi ve ekledi:
-"Çünkü ameliyatların yarısı gereksizdir!"
Bir de "kanlı" örnek verdi:
-Silivri'de üniversiteye bağlı Memleket Hastanesi var. Oradaki cerrah bir yılda 350 fıtık ameliyatı yaptı. Cerrah'ı değiştirdik. Ertesi yıl fıtık ameliyatı sayısı 10'a düştü.
Berkarda Hoca, sözünü sakınmayan, "Yazalım mı Hoca?" sorularını gereksiz bulan bir bilim adamı. Eldivensiz konuşuyor. Kendinden önceki rektör
Cemi Demiroğlu'nun 15 yıllık görev döneminde İstanbul Üniversitesi'nin soyulduğunu söylüyor:
-"İstanbul Üniversitesi'nden çaldıklarıyla kurduğu hastanenin üzerine oturarak para basıyor."
Demiroğlu'na ilişkin bir de kıyaslama yaptı:
- Engin Civan, Cemi Demiroğlu'nun yanında çırak kalır!
Bir rektör nasıl bu kadar başına buyruk olabilir? Onu denetleyecek bir makam yok mu?
Bülent Hoca'ya bu soru da soruldu. O da yanıtladı:
- Kim denetleyecek? YÖK... Onun başında da İhsan Doğramacı vardı. Vakfıların suistimalini zaten o öğretmedi mi bizimkilere?"
Ömrü boyunca yanında bir dalkavuk bulundurmuştu. Kız istemeye gittiğinde de dalkavuğu yanındaydı. Kızın babası sordu:
- Ne iş yaparsınız evladım?
- Ticaretle meşgulüm efendim.
Dalkavuk atıldı: "Hem de ne ticaret 12 şirketi, iki bankası vardır."
Kızın babası gayet memnun sordu:
- Eviniz var mı çocuğum?
- Evet efendim bir evim var.
Dalkavuk atıldı:"Ama ne ev efendim saray yavrusu, hem de Boğaz'da".
Kızın babası sordu:
- Arabanız var mı?
- Bir külüstür var işte.
Dalkavuk fırladı: "Ne külüstürü beyefendi son madel mersedesi var"
O sırada adam hafifçe öksürdü. Kızın babası sordu:
- Biraz rahatsızsınız galiba?
- Evet dün üşüttüm de...
Dalkavuk atıldı:
- Ne üşütmesi beyefendi, ne üşütmesi, verem, hem de 4'üncü derece verem.
(Fıkra,
Ahmet Feyzi Beyefendi'den)
Trabzon'da kahveye iki müşteri gelmiş. Biri resmi giysileri içinde bir general. Öteki sivil bir şahıs. Garson Osman yanlarına yaklaşmış:
- Ne emredersinuz?
- İki çay...
Osman içeriye seslenmiş:
- Yap iki çayy, biri paşa çayi olsun.
En büyük zevki boş atıp dolu tutmak olan, iki ayda bir hükümete ömür biçen
Mesut Bey artık kendisine kimsenin inanmadığını görünce önceki gün daha ciddi konuşuyor:
- Bilerek söylüyorum, bu hükümet bayramdan sonra yolcu...
Böylece daha önce attığını kendisi de kabul ediyor.
DSP ve CHP liderlerinin ahvaline gelince... "Yüksek rütbeli komutan" ağzından dünkü Hürriyet'in sütunlarına geçen tespit şöyle:
- Sayın
Ecevit, Özbek Paşa'nın sözlerini doğru şeylerin yanlış ağız tarafından söylenmesi diye nitelendirdi. Peki doğru şeyleri neden doğru ağızlar seslendirmiyor? Sayın
Baykal da Birleşmiş Milletler'den gelmiş bir tarafsız bir gözlemci gibi,
"Ya ordu ya da refah kazanacak" şeklinde değerlendirmeler yapıyor. Görevleri bu gidişe son vermek olanlar dışardan seyrediyorlar ve herşey ordudan bekleniyor.
MGK'nın 28 Şubat bildirisinden sonra hareketlenen ANAP, DSP ve CHP birkaç adım attıktan sonra oy kaygısıyla durdular. Refahyol cephesi ise
"Ordu darbe yapar mı?" nın araştırmasına girişti. Son iki aydır sağ basında ABD'li yetkililerden emekli generallere dek herkese aynı soru soruluyor... Ve şu yanıt rahatlatıcı bir hap gibi yazıların sonuna ekleniyor:
"Darbenin şartları yok, ordu darbe yapmaz..."
Bu rahatlık Refahyol'u MGK kararlarını savsaklamaya sevketti. Muhalefetin de geriye çekilmesiyle askerlerin yenilgiyi kabullenmekten başka çarelerinin olmadığı, MGK kararlarının uygulanmasındaki ısrarlarından vazgeçecekleri gibi hava doğdu.
Tuğgeneral
Osman Özbek'in Erzurum konuşması işte bu havada patladı. Muhtemeldir ki bu konuşma Komutanların izni, hata isteğiyle yapılmıştı... Ordunun ipin ucunu bırakmadığını göstermek için...
Demokrasiye inanmayan, şeriat devleti kurmaya kararlı bir kadronun iktidarında Tuğgeneral'in konuşmasını demokrasi ve hukuk açısından irdelemek abes. Ancak Ordu kademelerinde konuşma sırasının aşağı kademelere doğru inmesi, siyasetçilerin işini askere devretmesi tehlikeli bir gidişin habercisidir. Tembel muhalefetin ve DYP'nin, Refahyol'u devirme işini "asker"e bırakmaması gerekir. Bunun demokrasiye maliyeti çok pahalı olur.
DYP'li Devlet Bakanı
Yıldırım Aktuna, Hac'da zikir yaparken ağlayan RP'liler için:
- İşledikleri günahların acısı içindeler onun için ağlıyorlar, demiş...
Bakalım kendisi dahil, Refahyol'un kuruluşuna imza atan DYP'liler ne zaman ağlayacak?