Televizyonlara bilimsel tartışmalar, güncel sorunları aydınlatıcı programlar, eğitici diziler, belge filmler, pek uğramıyor. Nerede ucuzundan göz boyayan dansözlü programlar, silahlı diziler, cıvık filmler varsa ekrana dolduruluyor. Bir mesele, eğer içinde seks, göz yaşı, kan falan varsa haber programlarında geniş yer buluyor. Reyting canavarları, "köprü üzerinde pire tozu satan çığırtkan" üslubuyla her gece bize "şok haber"ler satıyor. Karşılığında reyting alıyor.
Son günlerdeki "Fadime" tartışmalarında olsun, diğer güncel konularda olsun televizyon yıldızlarının(!) nasıl en küçük konulardan habersiz olduklarını kamuoyu izledi. Sergiledikleri cehalet yanında tek marifetleri olur olmaz yerlerde konuşmacıların sözünü kesip programı piç etmekti.
Bu düzeysizliğin sebebini sorduğunuzda alacağınız yanıt bellidir:
- Efendim TV izleyenlerin çoğunluğu böyle programları seviyor. Halk eğitici, bilimsel, kültürel konular ekrana çıktığında başka kanala zaplıyor. Bir programı ancak içinde eğlence, kan, gözyaşı falan varsa izliyor...
Doğrudur. Elbette her ülkede vasat izleyicinin gözü insancıl duygularını gıdıklayan, zaaflarına hitap eden, dikkatini bir anda çeken programlara takılır.
Ancak bu konulara ekrana getirmek de fazlaca ustalık istemez.
Ustalık, insanları eğiten, ufkunu açan, ilgisini onun gerçek sorunlarına çeken, ülkenin geleceğini ilgilendiren konuları, görsel teknikleri kullanarak ilgi çekici biçime getirmektedir. En "ağır" konular, sunum teknikleri iyi kullanılarak halkın anlayacağı ve ilgiyle izleyeceği biçime sokulabilir. Tabii bu, televizyonculuk bilgisi, kültürü, zahmeti ister. Böyle programlar var. Ama tek tük... Genel düzey kötü.... Sonuçta... Televizyonların bugünkü düzeysizliğinin sebebi "halk öyle istiyor" kalıbıyla değil, "mevcut televizyoncular kolaycıyılığı aşamıyor" gerçeğiyle açıklansa daha doğru olur. Dost acı söyler. Ama görünen budur.
TÜBİTAK'ın özenle hazırladığı Bilim ve Teknik dergisinin son sayısından iki bilmeceyi, Susurluk, Fadime, Sabancı Cinayeti gibi problemler arasında bunalan okurlarımızı biraz dinlendirmek amacıyla buraya alıyoruz. Problemleri biz çözemedik... Çözümler derginin önümüzdeki sayısında yayınlanacak. Daha önce çözen okurlarımız olursa (ki olacaktır) ve bize bildirirlerse yayınlarız.
Bir kamyonun arkasında bir kova var. Yağmur başlıyor. Kova kamyon dururken mi, yoksa hızla giderken mi daha hızlı dolar?
Yanmayan bir mumu terazide dengeye getirelim. Sonra mumu yavaşça yakalım. Acaba o zaman denge bozulur mu?
Mimarlar Odası'ndan sonra... Tarih Vakfı da RP'nin "fetih" gündeminde!.. Kenti ve "kent bilinci"ni savunma mücadelesi veren Mimarlar Odası'nın Yıldız Sarayı'ndaki binasını gece yarısı akınlarıyla "fetheden" RP'li Kültür Bakanı, şimdi de "tarih bilinci"ni yayma amacındaki Tarih Vakfı'nı hedef seçti.
HABİTAT sırasında Darphane'deki "Dünya Kenti İstanbul" ve "Anadolu'da Konut ve Yerleşme" sergilerini gezenler anımsayacaktır; Tarih Vakfı, bu iki sergiye titiz bir çalışmayla hazırlanmış, kıt olanakları değerlendirerek sağladığı milyarlarca lirayla 30 yıldır çöplükten farksız olan - kaderine terkedilmiş bu binayı "yüz akı" bir kültür mekanı haline getirmişti...
Şimdilerde de aynı mekanı 2001 yılında açılacak bir İstanbul Müzesi'ne dönüştürme çabalarını sürdüren Tarih Vakfı, hiçbir hukuksal temeli olmayan - sudan gerekçelerle yolundan alıkonulmaya çalışılıyor. Bakanlık yandaşı Koruma Kurulu ve diğer bürokratlar eliyle... HABİTAT sergileri için (binaya tek bir çivi dahi çakmadan) yerleştirilen geçici döşemeler ve mobilyalar bahane edilerek Tarih Vakfı suçlanıyor ve Maliye Bakanlığı eliyle Darphane'nin Vakıf'a devir senedi iptal edilmek isteniyor...
Tarih Vakfı, İdare Mahkemelerinde açtığı davalarla girişimi etkisiz kılmak için uğraş verirken (ve davalar henüz sürerken..) Maliye, keyfi bir kararla "yapının terkedilmesini" istedi geçenlerde...
Beyazıt'ta, Sultanahmet'te, Kocamustafapaşa veya Eminönü'nde Vakıflar İdaresi denetimindeki çok sayıda tarihi yapının özgün mimari karakterleriyle uyumsuz - ucube eklentilerle "hamburgerci", "kunduracı", "çay ocağı", "marangozhane" (vs..) olarak kullanılmasında hiçbir sakınca sakınca görmeyen... Yandaş vakıflara tahsis edilmiş eserler söz konusu olduğunda "korumacı" değil, açıkça "yandaşı kollamacı" tavır takınan zihniyetin (gülünç bahanelerle..) Tarih Vakfı'nı ve İstanbul Müzesi girişimini yok etmeye yönelmesinin ardında ne gibi bir amaç yatıyor olabilir?.. Tarih Vakfı Genel Sekreteri Orhan Silier diyor ki:
- Kendi kontrolleri dışındaki sivil toplum kuruluşlarına tahammül edemiyorlar. Tarih bir kahramanlık edebiyatı ve kendine övgü edebiyatı değil; bilimsel çalışma ve araştırma alanıdır. Türkiye'deki her etnik ve kültürel grubun varlığı ve tarihi bizim zenginliğimizdir. Bu anlayışımız da öyle anlaşılıyor ki, makbul addedilmiyor.
Tarih Vakfı, bu "fetih", daha doğrusu yıkım hareketi karşısında "kültür"ü savunan herkesi İstanbul Müzesini Destekleme Girişimi'ne omuz vermeye çağırıyor...