Ölümün yakışanı olmaz elbet. Ama yine de başkanların başkanı sevgili Nurullah Gezgin, tam da böyle bir ölümü arzu ederdi diye düşünüyorum.
Önceki gün saat 16.00'da Halkalı'daki işyeri Hilal Ambalaj'dan çıkıp Teneke Ambalaj Sanayicileri ve İşadamları Derneği TASİAD'ın toplantısına katılmak üzere Hilton Oteli'ne gidiyor. Saat 17.00'de kürsüye çıkıp konuşmasını yaptıktan sonra, toplantıya kendisiyle birlikte katılan küçük kızı Banu Gezgin Özay ve şirket müdürlerinden Murat Fero'nun yanına dönüyor. Diğer katılımcılarla biraz sohbet ettikten sonra toplantı salonunda saat 19.00'da birden fenalaşıyor ve kalp krizi geçirerek 10 dakika içinde ölüyor. (Daha önce kalbinden herhangi bir şikayeti olmamış hiç.)
İç tutarlılığı
Bu ani ölüm, ailesi ve yakınları için elbette çok zor, ama Nurullah Bey'in kendi iç tutarlılığını, aramızdan ayrılırken bile sürdürmesi açısından ona çok yakıştı diye düşünüyorum. Uzun süreli tedavi ve defalarca hastanede yatmayı gerektiren, bir doktordan diğerine koşuşturulan bir hastalık hiç ona göre değildi.
Nurullah Bey'i (nedense ondan Gezgin diye söz edemiyorum) 1982'de Cumhuriyet'te meslek odalarını izlemekle görevlendirildiğimde tanımıştım. İSO Başkanı'ydı. Keskin zekasıyla geleceği şıp diye görüverir, net ve kararlı tutumuyla derhal tavrını alır, belirlediği hedeflerden kesinlikle taviz vermez, sivri diliyle de kimseden lafını sakınmazdı.
Patronlara solcu başkan
Nurullah Bey, o günlerde sadece siyasete sol pencereden bakışıyla değil, başta dönemin Başbakanı Turgut Özal olmak üzere gerek tüm siyasilere ve yüksek bürokratlara, gerekse Vehbi Koç ve Sakıp Sabancı dahil iş dünyasının kremasına karşı her düşündüğünü cesaretle ifade edişiyle de biz ekonomi muhabirlerini sık sık şaşırtırdı. O güne kadar alışılagelen patron tanımına hiç uymadığı halde, tüm patronların başkanlığını, sözcülüğünü yapıyordu. Herhangi birinin önünde eğilmek bir yana, hatalı gördüğü her konuda kafa tutmak için neredeyse fırsat kollardı. Haklı olduğu için de zaman zaman sertleşen üslubu kimseyi pek rahatsız etmezdi.
Dikenli kaktüs
Hiç unutmuyorum, İbrahim Bodur'la birlikte yeniden başkan seçildiğinde İstanbul Ticaret Borsası Başkanı Nejat Basmacı, tebrik için ikisine de birer saksı çiçeği göndermişti. Bodur'un çiçeği geniş yapraklı devetabanı, Nurullah Bey'inki ise dikenli kaktüstü! Meğer Basmacı, değişik çevrelerle uyum içinde olması ve yumuşak kişiliği nedeniyle Bodur'a yaprakları geniş ve dokusu yumuşak bir çiçek armağan ederken, sivri dilli Nurullah Bey için aslında ısırganotu aramış. Bulamayınca da bulabildiği en dikenli çiçek olan sivri yapraklı bir kaktüs yollamış!
2 başkanın da İSO'daki odalarına konan bu çiçekler, günlerce espri konusu olmuştu. Hatta Nurullah Bey bir seferinde çiçeği göstermek için bizleri odasına götürmüş, "Bakın benim dikenli yapraklar arasında açmış çiçekler de var, ama Bodur'unkinde yok" diye takılmıştı.
Bana iltimas geçerdi
Nurullah Bey sevmediğine yüz vermez, sevdiğine de özel muamele yapmaktan hiç çekinmezdi. İSO'ya ilk adımımı attığım günden itibaren gazeteciliğimi layıkıyla yapabilmem için bana hep destek oldu, zaman ayırdı. Hatta 1988'deki 4 Şubat kararlarının ardından, kendi inisiyatifiyle dönemin Odalar Birliği Başkanı (şimdiki Sanayi Bakanımız) Ali Coşkun, TÜSİAD Başkanı Ömer Dinçkök ve İTO Başkanı Niyazi Adıgüzel'i İSO'da biraraya getirerek ve beni de tüm itirazlarıma rağmen masanın baş köşesine oturtarak müthiş prestijli bir yazı dizisi hazırlamamı sağlamıştı. (Bakınız üstteki kupür)
Hiç figüran olmadı
Nurullah Bey başkanken (dönemin koşullarının da gereği) İSO çok prestijliydi, ağzını açtığında yer - gök inlerdi. Odalar Birliği ise iktidarların arka bahçesi muamelesi görürdü.
76 yıllık hayatının tek bir karesini bile figüran olarak yaşamadığından eminim. Allah rahmet eylesin.