Sadece birinci ve business sınıf yolcular için kesin uçuş garantisi var.
Havayolu şirketleri, son yıllarda kızışan rekabet ve düşen fiyatlara karşı ayakta kalabilmek için, koltuk sayısından ortalama yüzde 10 fazla bilet satıyorlar. Bu iş için özel bilgisayar programları geliştirilmiş.
Elinde ekonomi sınıfı okeyli bileti olan yolcu, artık uçamama riskinin bulunduğunu bilmeli. Ben Amerika'da bir iç hat seferinde uçamadım. Bazı okurlarımız, bayram dönüşü ve geçtiğimiz pazar THY ile uçamamışlar.
Gözümle ilgili bir operasyon nedeniyle Baltimore'a gitmem gerekti.
Türk Hava Yolları ile dakik ve fevkalade rahat bir yolculukla Newyork'a ulaştıktan sonra, elimde American Airlines'a (AA) ait okeyli uçak bileti olduğu halde Baltimore'a uçmayı başaramadım. AA görevlileri, fazla rezervasyonun çok doğal olduğunu, en son rezervasyon yaptıran biz olduğumuz için bize yer kalmadığını söyledi. Oysa biz okeyli biletimizi 5 hafta önce almıştık.
İtirazlarımız para etmedi ve bizi bir başka havaalanından (JFK yerine La Guardia), bir başka havayolu şirketiyle (AA yerine United Airlines) ve şaşıracaksınız ama bir başka kente (Baltimore yerine Washington) uçurdular.
Bu arada bavullarımız bizden şanslıydı. Onlar daha önce uçağa yüklendiği için doğrudan Baltimore'a ulaşabildiler. Ama bize ek bir yük getirdiler. Washington'dan doğru otelimize ulaşmak yerine yorgunluktan ve sinirden perişan bir halde bir de Baltimore Havaalanı'nın yolunu tutmak zorunda kaldık. Bavullarımıza kavuşuncaya kadar epey heyecan yaşadık.
Bütün bunlar olurken, tıpkı bizim gibi okeyli bileti olduğu halde uçağa alınmayan Amerikalı bir hanımın bizim sinirlenmemize şaşırıp, "bu tip olaylar sık sık oluyor, bunda üzülecek bir şey yok. Bakın şimdi küçük uçak yerine daha lüks bir uçakla uçma imkanımız doğdu. Üstelik 100 dolar da tazminat veriyorlar. Neden sinirleniyorsunuz," türünden sözlerine iyice hayret ettik. Kadın güle oynaya bizimle birlikte bir havaalanından diğerine gitti. Yine hiç sinirlenmeden şarkılar mırıldanarak Baltimore yerine Washington'a uçtu.
Önceleri bu hanımın pek mangal yürekli olduğunu düşündüysem de, Amerika'da kaldığım sürece izlediğim televizyon haberleri ve gazete kupürlerinden, havacılıkta çifte rezervasyonun artık sıradan bir olay haline geldiğini anladım. Türkiye'ye döndükten sonra THY ile ilgili benzer şikayetler alınca da bu yazıyı yazmaya karar verdim.
THY ile ilgili ilk şikayeti, Türk Ekspres'in ortaklarından Nilgün Yucaoğlu aracılığıyla duydum. Bir davette rastladığım Yucaoğlu, bayramı İtalya'da geçiren bir arkadaşının okeyli bileti olduğu halde THY ile uçamadığını ve bana yazmaya hazırlandığını anlattı.
Ama daha o mektup bana ulaşmadan, masamda İstanbul'dan Brüksel'e uçmayı başaramayan Mehtap Taştemel adlı okurumuzun mektubunu buldum. Üstelik Taştemel, bayram yoğunluğunda da değil, 19 nisan pazar sabahı THY ile Brüksel'e uçmayı başaramamıştı. Söylemeye gerek yok, elinde okeyli bileti olduğu halde...
Üstelik THY; bizim American Airlines'ın aksine kendisini öğleden sonra Sabena ile uçurmayı da başaramamıştı. Ve böylece Mehtap hanımın 20 nisan günü Brüksel'de parasını ödediği seminere katılma olanağı kalmamıştı. Gerçi THY hem bilet hem de seminere katılmak için ödediği ücreti geri vermeye hazırdı, ama...
Benim gözleyebildiğim kadarıyla havayolu şirketleri son dönemde bir dönüşüm içinde. Bir yandan küreselleşerek, üçlü - dörtlü işbirliği anlaşmalarıyla yolcularına en iyi hizmeti mümkün olan en uygun fiyata vermeye çalışıyorlar. Diğer yandan yan şirketler kurarak konfor aramayan, ama güvenli ve dakik uçuş isteyen yolculara kısa mesafelerde ikramsız, şatafatsız yeni ucuz olanaklar sunuyorlar.
Ama bu arada belki de tüketiciden son 10 - 12 yıldır sürekli kırdıkları fiyatın rövanşını da alıyor olabilirler. Uluslararası rekabette ayakta kalabilmek için son yıllarda sürekli fiyat düşüren havayolu şirketlerinde galiba sonunda bıçak kemiğe dayandı. Çok sınırlı bir örnek olsa da yandaki küçücük tablo, 1986 - 96 arası 10 yıllık dönemde yarıya inen uçak bileti fiyatlarında, artık son 2 yıldır düşme marjının kalmadığını gösteriyor.
Bu süreç içinde fiyatlar tabana vururken -ve belki de kısmen vurduğundan dolayı- uçakla uçabilenlerin sayısı da artmış bulunuyor. Ayrıca son 10 yılda insanların daha çok seyahat eder hale geldiğini de unutmamamız gerekiyor.
Ve benim kişisel gözlemime göre talep olan hatlarda önce business sınıfı koltukların sayısı arttı. Business'le ekonomi sınıfını ayıran perde her geçen gün daha arka sıralara takılmaya başlandı. Eskiden uçağın ilk 3 - 5 sırası business'ken, şimdi neredeyse yarıya kadar gelir oldu. Türkiye'de bunun ilk örneği, talebin çok yoğun olduğu İstanbul - Bodrum hattında yaşandı.
Bu arada çifte rezervasyon da yavaş yavaş kurumsallaşmaya başladı. Çünkü aksi halde tüm koltuklar satıldığı halde uçak yüzde 80 kapasiteyle kalkabiliyordu. Hatta son bayramda bile benzeri yaşandı.
THY Genel Müdür Yardımcısı Gürol Yüksel'in verdiği bilgiye göre bayrama rastlayan 4 nisan sabahki Paris seferi, fazla rezervasyon göründüğü halde tam 50 adet boş koltukla uçmuştu. 3 nisan akşamki Capetown seferi de yüzde 105'lik rezervasyona rağmen 15 eksik koltukla yola çıkmıştı.
Okeyli bileti olduğu halde uçmaktan vazgeçen yolcunun ödemesi gereken bir tazminat olmadığı sürece, ekonomi sınıfı okeyli biletlerin uçamama riski taşıdığına, Amerikalı tüketiciler gibi galiba bizler de alışmak zorunda kalacağız. Ya da parayı bastırıp business biletimizi alarak, hatta uçakta oturacağımız koltukların numaralarını bile önceden ayırtarak gönül rahatlığıyla yola çıkmayı tercih edeceğiz.
Sabancı Üniversitesi ilk öğrencilerini 1999 - 2000 öğretim yılında alacak. Ama bizlere kapılarını önceki akşam tarihi bir binada açtı.
Karaköy'de Yüksek Kaldırım'a çıkan köşede, yıllarca Aksigorta'nın faaliyet gösterdiği tarihi bina, artık Sabancı Üniversitesi rektörü Prof. Tosun Terzioğlu'nun değişik üniversitelerden transfer ettiği öğretim üyeleriyle hazırlık çalışmalarını yürüttüğü üniversitenin merkezi haline dönüşmüş.
Karaköy'deki deniz manzaralı tarihi binada bizi Sabancı Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Güler Sabancı ağırladı. Bu arada binanın eski ev sahibi Aksigorta Murahhas Azası ve gazeteci - yazar dostumuz Güngör Uras'tan da binanın tarihçesi hakkında ilginç bilgiler aldık.
Bugün her katında Sabancı Üniversitesi'nin bir fakültesine ait hummalı hazırlık çalışmalarının sürdüğü bina, 1914 yılında Yunanlılar tarafından banka olarak inşa edilmiş. Hatta adı da konmuş: Bank Athena. Bankanın inşa edilme nedeni hayli ilginç. 1. Dünya Savaşı'nın hemen öncesindeki yıllarda İstanbul'un geleceğiyle ilgili bir referandum yapılması söz konusuymuş. Bu referandumda eğer Rumların tapulu malları fazla çıkarsa İstanbul Rumlara, Türklerin fazla çıkarsa Türklere verilecekmiş.
İşte bu nedenle Yunanlılar, Rumlara mülk edinebilmeleri için kredi verecek bir bankanın oluşumu için kolları hemen sıvamışlar ve Bank Athena'nın kuruluş iznini alıp bankayı inşa etmişler. Ancak bu arada 1. Dünya Savaşı çıkınca, bankanın açılışını bile yapması mümkün olamamış.
Savaş sonrasında binayı Alman Deutsche Bank kiralamış ve 2. Dünya Savaşı'na kadar binanı kiracısı olmuş.
2. Dünya savaşı sonrasında ise rahmetli Kazım Taşkent, Yapı Kredi Bankası'nın kurulmasından önce işe Doğan Sigorta'yı kurarak başlamış ve Doğan Sigorta için bina ararken de bu tarihi binayı herhalde devletten satın almış. (Biliyorsunuz Doğan, Taşkent'in ölen oğlunun adı. Doğan Kardeş dergisinin adı da oradan geliyor.)
Yine aradan uzun yıllar geçmiş ve 1978'de Sabancı Grubu Doğan Sigorta ile birlikte bu tarihi binayı da Yapı Kredi'den satın almış. Daha sonra Aksigorta da buraya yerleşmiş ve geçen yıla kadar faaliyetlerini sürdürmüş.
Bu arada küçük bir not: Kazım Taşkent'in kurduğu Doğan Sigorta, son 20 yılı Sabancı Topluluğu'nun bir şirketi olarak geçirdikten sonra geçen yıl Akhayat'a dönüşerek faaliyetlerini noktalamış. Gazetemiz sahibi Aydın Doğan'ın sahibi bulunduğu Doğan Şirketler Grubu da geçenlerde bu ismi kendi adına tescil ettirmiş.
Sabancı Üniversitesi, bodrum katında içiçe geçmiş devasa kasa odaları, bu odaların çevresinde yer alan kedi yolları, kasa girişinin hemen önündeki yer döşemesinde görebildiğimiz Bank Athena'nın 2 yılanlı amblemi ve girişteki galerili görkemli salonuyla, bizler gibi gecekondu mahallelerine bakan, akıllı ama steril, üstelik de birbirinin aynı, geçmişi - tarihi olmayan binalarda çalışanları epey imrendirecek bir çalışma ortamı.
Yazara E-Posta: M.Tamer@milliyet.com.tr
Özay Şendir
Netanyahu için sonun başlangıcı…
18 Mayıs 2025
Abbas Güçlü
Eğitim vezir de eder rezil de!..
18 Mayıs 2025
Zeynep Aktaş
Toparlanmanın devamı gelir mi?
18 Mayıs 2025
Ali Eyüboğlu
Hande Subaşı: Modellikten geliyorum, ama modayı hiç takip etmiyorum
18 Mayıs 2025
Güldener Sonumut
Yunanistan’ı anlamama sendromu
18 Mayıs 2025