GEÇENLERDE yabancı bir gazeteci arkadaşım "Siz Türklerin, Türkiye'de sıkılmaya hiç vaktiniz yok!" diyordu. Bunu, biraz gıptayla söylüyordu; zira kendisi "fazla sıkılan" ve bundan dolayı intihar oranı yüksek bir kuzey ülkesindendir. Biliyorsunuz: Hollandalılar ve İsveçliler adam başına hangisinin "kendi üstlerine vazife olmayan başkalarının işine karışma"da birinci sayılacağının tartışması içindedirler.
Türkiye'de sadece bugünkü Çarşambanın bir gündemine baksanıza:
- Öğleden sonra Hükümetin düşürülmesi (Kaç senedir hükümeti düşürülmemiş memleketler vardır)
- Gece Galatasaray - Juventus karşılaşması yapılacaktı. UEFA onu gelecek Çarşambaya bıraktırdı ama bu tansiyonu daha da arttırdı (Böyle bir futbol maçını bütün tarihi boyunca kaç klüp oynama şansı bulur?)
- Gün boyunca Apo'ya ve İtalya'ya karşı, tabii bu arada artık UEFA'ya da sokağa dökülme (Bu da bir yarışma haline getirildi).
- Geriye kalan vakitte ve herhalde bir süre yeni hükümet arama (Kedilerin karşılıklı pisliklerini temizleme yarışı bu sefer de ilk perdeyi oluşturdu).
Bu gündemle insanın sıkılmaya vakti mi kalır? Yalnız, mesele sıkılıp sıkılmama değildir de öne çıkan sorunların "makulün normalde aranması" suretiyle mi, yoksa "Türk işi" mi halledildiğidir ki görünüş bu ikinci şıkkın rağbet bulduğudur.
Bir hükümetin değişmesi istenebilir. Hükümet tatmin etmemektedir. Bir hükümetin değişmemesi de istenilebilir. Hükümet tatmin etmektedir. Ama "Başımızda şu iş varken Hükümeti değiştirmeyelim!" demek tam bize özel davranıştır. İş ne kadar önemliyse, tatmin etmeyen hükümeti o kadar çabuk değiştirmek lazımdır ki mesele "ehil el"e geçsin. "Ehil el" bu Mecliste yoksa bunun şansı yeni bir seçimde aransın. Bir memleketin başından iş eksik olur mu? Eğer bunların her birinin bitirilmesi beklenecekse "ebed - müddet = sonsuz, süresiz" hükümet lazımdır ki o, demokrasilerde yoktur.
Demokrasilerde bir azınlık hükümeti başının "Hodri meydan! Topunuz bir araya gelin, 276'yı bulun, beni düşürün!" diye meydan okuması da yoktur.
Bugün öğleden sonra Mesut Yılmaz bu sözünü yalarsa, hiç şaşmayınız.
Juventus'ün "mızıkladığı" muhakkak. Maç bu akşam oynansaydı muhtemelen korkulan değil, ümit edilen olacaktı: Heyecan dorukta bulunacak, fakat asayiş bozulmayacaktı. Buna rağmen Juventus'lülerin "böyle bir İstanbul"a gelmekten ürkmede haklı sayılabileceklerini düşünelim. Maç İstanbul yerine "öyle bir Roma"da olsaydı UEFA Galatasaray'a karşı aynı anlayışı gösterecek miydi?
Asla!
Siyasetle sporu birbirinden ayırmakla görevli bu düzeyde yüksek bir Avrupa örgütü size böylesine açık "çifte standart" uygularsa siz onunla uğraşmaktan, sıkılmaya vakit bulabilir misiniz?
Fakat bir haksızlık etmeden, elimizi vicdanımıza koyarak söyleyelim: Bu sıralar Türk televizyonlarının çoğundan Türkiye'yi seyredenler de Türkiye hakkında doğru bir fikir edinmekte midirler? Türkiye sahiden bağırıp çağıran erkekler, tıfıl çocuklar, kendilerini yerden yere vurup canhıraş çığlık atan kadınlar, bayrak yakan, köpeklere kukla parçalatan, kılıksız bir halkla dolu o sokaklar mıdır? Aynı görüntüler bir aynı programda üç defa, beş defa, on defa ekrana getirilerek bunların hacmi suni şekilde büyütülüyor değil midir? Böyle yayınlar teşvik mahiyeti de taşımamakta mıdır ve sanki öyle davranma taklit edilmesi gereken şeymiş gibi propaganda edilmemekte midir?
Halbuki Türkiye'nin, Türklerin İtalya hükümetini protesto tarzı, hatta eli kanlı Apo'yu lanetlemesi genelde çok daha uygar bir düzeyde cereyan etmektedir.
Kendini bilen televizyonların "en kötü"yü, anlaşılmaz ve aslında astarı yüzünden pahalı bir reyting hesabıyla taklidi ne zaman son bulacaktır? Normaldeki makul, "en kötüler"in "en iyi"yi taklit etmeleri değil midir? Hele "itibar"ın ancak o yoldan sağlandığı ve sağlanabileceği ortadayken..
Türkiye elbette "o sokaklar"dan ibaret değildir. Ama aynayı mütemadiyen, düzgün cildiniz üzerine değil de ondaki sivilcelere tutarsanız en sonda herkes sizi çopur sanar. Bu çarşambadan itibaren ayna yeni hükümet arayan öyle bir siyaset arenasına çevrilecektir.
Evet, benim yabancı gazeteci arkadaşın dediği gibi sıkılmaya vakit bulamıyoruz ama, çok zaman çok üzülüyoruz.
Yazara E-Posta: m.toker@milliyet.com.tr