Yazarlar Monako'da üç gün

Monako'da üç gün

05.11.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

Monako'da üç gün

Monakoda üç gün

       UÇAK kaçıran korsanlar, Anıtkabir üzerinde planlanan kamikaze eylemleri, Levent Kırca'nın şova dönüşen sansür protestosu...
       Türkiye, insanı "afallatıyor". Üç gün ülkeden ayrılıyorsunuz. Döndüğünüzde karşılaştığınız haberler bunlar.
       29 Ekim'de üç gün boyunca, Cote D'Azur'un bir köşesine sıkışan 7 kilometrekarelik bir huzur adacığında yaşadım. Türkiye'nin fahri konsolosu Tuna Köprülü'nün organizasyonu ile düzenlenen "75. yıl kutlamaları" için gittiğimiz Monako'dan söz ediyorum.
       "Cumhuriyet'in 75. yılı" şerefine yapılan gala gecesinde, yanıma tesadüfen Mirella adında Torinolu bir mimar hanım düştü.
       "Buraya bayılıyorum" dedi Torinolu mimar. "Neden?" dedim. "Çünkü burası gerçek dışı bir yer. İtalya'nın karmaşası yok. Beni dinlendiriyor..."
       Kartpostal gibi bir yer hakikaten Monako. "Monaco Matin" gazetesini elinize aldığınızda, aristokratların manşetten verilen düğün haberleriyle karşılaşıyorsunuz. Yollarda çıt çıkmıyor. Kentin ana meydanı ve meydana açılan sokaklarda Cartier, Vuitton, Chanel, Gucci, Krizia gibi butikler bulunuyor sadece. Kadınlar çorapları, saçları, takılarıyla son moda dergilerden çıkan fotoğraf kareleri gibi duruyor.
       "Casino"nun önüne park eden Ferrari, Rolls Royce ve Mercedes'ler bile; bir araba galerisinde sergilenen sıfır kilometre otolar gibi duruyor. Üzerlerinde tek bir toz zerresine rastlamıyorsunuz. Başınızı limana çeviriyorsunuz ve Niarchos ailesinin transatlantik boyutlarındaki yatıyla karşılaşıyorsunuz. Alışılmış, olağan, gerçek hayata ilişkin gördüğünüz tek şey son yılların inşaat spekülasyonunun yarattığı ve arkada kayalık tepelere doğru uzanan ucube gökdelenler oluyor. Hong Kong'un nüfus yoğunluğuyla yarışan Monako'da metrekare çünkü altın değeri taşıyor.
       Monakolular, kentin "güvenliğini" öve öve bitiremiyorlar. Tüm mücevherlerinizi takıp çıksanız, başınıza hiçbir şey gelmezmiş. "Bu nasıl oluyor? Etrafta tek polis yok" diyorum.
       "Çünkü" diyor bir taksi şoförü, "Her tarafta gizli kamera var. Kentin tüm stratejik noktalarında, kavşaklarda, butik ve lüks otellerin önünde... Yalnız Hotel de Paris'in önünde 3 polis kamerası bulunuyor... 30 bin nüfuslu kentin güvenliğine 700 polis bakıyor. Sivil polisler de var. Onları siz farketmezsiniz ama biz tanırız..."
       Ünlü Casino müdavimleri arasında Kaşıkçı'yı sayıyor şoför. "Ötesi sırdır" diyor, "Monte Carlo'da yaşamak istiyorsanız, sır saklamayı bilmeniz gerekir. Devlet ve hükümet başkanları bile kumar oynamaya gelir buraya. Hotel de Paris'i Casino'ya bağlayan tüneli kullanırlar. 'Salles prives', Casino'nun özel salonlarında, kimse tarafından rahatsız edilmeksizin keyiflerince kumar oynarlar..."
       Rus aristokrasisinin yüzyıl başında gözbebeği imiş Monte Carlo. İliklerini ısıtmak ve ancak Dostoyevsky romanlarında anlatılabilen o başdöndürücü kumar tutkusunu tatmin edebilmek için doluşurlarmış buraya. Rus yılbaşısı olarak bilinen 6 Ocak'ta; "Hotel de Paris"in mermer sütunlarında patlatarak açarlarmış şampanya şişelerini. Monako'da iz bırakan ve hala kutlanan bir gelenek bu. "Cumhuriyet galası"nın düzenlendiği "Hotel de Paris"in "İmparatorluk Salonu"; mermer sütunlar arasında patlatılan şampanya sesleri ile her yıl, hala Rus yılbaşılarını kucaklamaya devam ediyormuş.
       Bir zamanların Rus aristokratlarının yerini şimdi Schumacher, Boris Becker, Pavarotti ve Claudia Schiffer gibi müdavimler almış. Monako'nun "vergi" cenneti olması (Burada yalnız KDV alınıyor; gelir vergisi yok!) milyarlar kazanan Avrupalı pek çok sanatçı, manken, futbolcu ve işadamının burayı mesken tutmasına yol açmış.
       Geçen yüzyıl ortalarına dek Akdeniz'in en fukara köşesi olan ve yalnız limon bahçeleri ile zeytinliklerle yaşayan bu küçücük, kayalık şehir devletinin inanılmaz bir zenginlik ve gösteriş adasına dönüşmek yolunda bulduğu "marketing" yöntemlerinden biri de bu. Grimaldi ailesi ile birlikte çünkü bu ünlü isimlerin varlığı; mıknatıs gibi Avrupa'nın irili ufaklı VIP'lerini çeken ayrı bir "çekim" gücü oluşturuyor.
       Hisselerinin % 69'u devlete, yani Prens Rainier ve ailesine ait olan "Societe des Bains de Mer" gene ayrı bir "çekim" gücü. Avrupa'nın en efsanevi örnekleri arasında sayılan kentin art - deco otelleri, en müstesna restoranları, gösteri merkezleri, gece kulüpleri, spor kulüpleri, termaller ve ünlü kumarhanesi hep, ülkenin bu en büyük şirketi "Societe des Bains de Mer"e ait. Monako futbol takımı, "Oceonographie" - deniz bilimleri müzesi, antika arabalar koleksiyonu ve Türk kemancı Tuncay Yılmaz'ın 29 Ekim için çaldığı konser salonu neye el atsanız şaşmayan bir organizasyon ile çalışan "Societe des Bains de Mer", yani prense ait. Prens, anlayacağınız Monako'nun rakipsiz patronu aynı zamanda.
       Grace Kelly'nin unutulmaz yüzü, prenses Caroline ve Stephani'nin aşklarıyla dünya kamuoyunun kolektif imajinasyonunda yer eden Monako; zamanın durduğu, trajedilerin peri masalına, peri masallarının trajediye dönüştüğü; benzersiz, gerçek üstü bir yer hakikaten.
       Gerçek hayatla sarsılmak için, dönüş yolunda elinize bir Türk gazetesi almanız yetiyor. Ve Akdeniz'den gelen o tanıdık ve sıcak yelin yumuşaklığını özlüyorsunuz...



Yazara E-Posta: cerrahoglu@milliyet.com.tr