Galatasaray'ın Kasımpaşa maçındaki ilk 45 dakikasını incelemeden önce, Cüneyt Çakır'ın 7. dakikadaki performansına bakmak daha doğru olur bence...
Verdiği penaltı pozisyonu öncesinde Semih Kaya'ya yapılan faulü görmedi. Burada Kasımpaşalı oyuncu, aşırı güç kullanarak rakibini ekarte etti. Çakır burada faulü vermeliydi, vermedi.
Bunun hemen sonrasında Hakan Balta'nın Scarione'ye yaptığı harekete penaltı kararı verdi. Doğruydu... Ancak kırmızı doğru mu? Burada bariz gol şansı olup olmadığına bakmak gerekirdi ki, bana göre hemen sağ tarafta Galatasaraylı oyuncu bulunuyordu. Kaleye arkası dönük bulunan futbolcuyu düşüren Hakan'a gösterilen kırmızı, sanırım biraz ağır kaçtı.
10 kişi kalmış bir takım karşısında Kasımpaşa'nın çok daha basiretli, derli toplu olmasını beklersiniz değil mi? Ne gezer. Ayağına topu alan, kaleyi gören, şutunu attı. Arkadaşına baksa, yanındakine verse belki fark daha da artacaktı. Özellikle Babbel'in kişisel egosunu tatmin çabası, Galatasaray adına bir şanstı açıkçası... Buna Cim-Bom'un kendi şansı da eklendiğinde, 3-4 farkla bitecek devre, tek golle sonuçlandı.
Galatasaray da Kasımpaşa'nın bu dağınık halinden faydalanmak istiyordu. Pozisyon da buldu
Muhammed Akarslan, İbrahim Serdar Aydın ve Mehdi Akgül...
Bu üç ismi kaç kişi tanıyor? Özellikle Fenerbahçelilerin kaçı, bu oyuncuları sokakta görse, "Bizim takımın oyuncuları" diyerek gösterebilir?
Fenerbahçe, 18'i bile tamamlayamadığı maçta, işte bu üç genç ismi yedek kulübesine alarak maça başladı.
Amacım, bu üç pırıl pırıl genci küçümsemek, yadırgamak değil... Fenerbahçe'nin eksikler nedeniyle çaresizliğini anlatabilmek için bunları göstermek gerekiyordu. Yoksa, üçünün de yeteneğinden şüphem yok. İbrahim 56, Mehdi 16 kez milli olma onuruna erişmiş iki delikanlı... İkisi de daha 18 yaşında... 19'luk Muhammed de en az onlar kadar başarılı...
Bu koşullarda sahaya çıkan Fenerbahçe'den çok, Medical Park Antalyaspor açısından önemli olan bir karşılaşmaydı Saracoğlu'ndaki mücadele... Düşme korkusunu ensesinde hisseden Güney ekibi, doğrusu tam da istediği gibi bir Fenerbahçe ile karşılaşıyordu. İstese bu kadar eksik Fener'i karşısında göremezdi.
İlk yarı boyunca; duran toplar olmasa, tribünler ve ekran başındakiler can sıkıntısından birbirini yiyecekti. Önce Caner'in nefis soluyla gelen gol, ardından Tita'nın serbest vuruşundan gelen topa dokunan Isaac'in kafası... Yine
Sivasspor karşısındaki takımı, "Galatasaray" olarak değerlendirsek mi, değerlendirmesek mi bilmiyorum. Fenerbahçe derbisini kazanmaları kendileri için olumluydu. Ama sadece bu galibiyet, ikincilik için yetecek miydi? Aşırı motivasyonun nelere malolduğu bir kez daha gördü. Mancini, sahaya çıkaracak 11'i zor buldu. Ligde sadece 8 dakika oynayan Koray Günter bile 11'deydi.
Sahi, sınırsız yabancı isteyen bu Galatasaray değil miydi? Kulübüne 250 bin dolar kiralık bedeli verdiğin, kendisine de yarım sezon için 300 bin euro ödediğin Burdisso kenarda, 2 milyon euro bonservis ödediğin Ontivero kenarda... 2 milyon 250 bin lira verip, Manisa'dan aldığın Oğuzhan da kenarda... İki yabancının Süper Lig'de aldığı toplam dakika 109...
Oğuzhan'ındaha lig tecrübesi bile yok. Manisaspor ile 1. Lig'de aldığı süre, toplam 42 dakika... İşte böyle bir Galatasaray sahada...
Sivassporise Manuel da Costa'nın dönmesiyle idealine ulaşmış gibiydi. Ya da biz öyle zannettik. Daha doğrusu Galatasaray bize ilk yarım saatlik bölümde öyle hissettirdi.
Yiğido, 30 dakikalık kısımda "Kafası kopmuş tavuk" gibi gitti, geldi, koşturdu. Galatasaray'ı kalesine doğru hapsederken, Aslan ne yapacağını bilmez
Gerilim imparatoru!
Ne puan farkının kapanma olasılığı var (En azından bu derbinin sonucuyla), ne de Galatasaray'ın şimdilik şampiyonluk şansına ulaşma (aldığı bu galibiyetle) ihtimali... Gelgelelim, Galatasaray ile Fenerbahçe, gazozuna bile oynasa, derbinin heyecanı bir başka...
Daha ilk dakikadan itibaren öyle bir sinir harbi, öyle bir elektrik vardı ki, iki takım oyuncuları da gerginlik için elinden geleni esirgemedi! Örnek mi? Eboue... Diğer misal; Emre... Biraz Sneijder, biraz Gökhan derken, istenen gergin atmosfer daha ilk dakikadan itibaren oluşuverdi. Melo'nun çaktırmadan yaptıklarına profesyonelce(!) diyen çıkabilir ama futbolun güzelliğini, bu oyunun özelliğini kaybettiriyor.
Galatasaray sahaya bir tek Drogba'sını monte ederek çıkarken, Fildişi Sahilli oyuncu, ilk yarı bir kez ortaya çıktı, pir çıktı. Direkten dönen şutu, Fenerbahçe açısından büyük şanstı. Sahadaki varlığı bile rakibi tedirgin etmeye yetiyor.
Cim-Bom'un orta sahasındaki "yaratıcı futbolcu" fazlalığı işini kolaylaştırırken, Fenerbahçe'de ise Emre'nin "gerilim imparatorluğu" hiç de sağlıklı bir ortam hazırlayamadı. Belözoğlu, belli ki hırsından ne yaptığını bilmiyor. Ama Ersun hocanın da bu
Galatasaray'da teknik direktörlüğe gelen bir teknik adamın hedefi belli değil midir?
Galatasaray'da o koltuğa oturan teknik adamın, aradan 4 ay geçtikten sonra bile, "Bu benim takımım" diyemiyorsa, ara transferde alınan bi kamyon dolusu futbolcuyu sahiplenemiyorsa, Mancini için söylenecek tek söz var ama, söylemeyeceğim!
Kimse ondan Şampiyonlar Ligi'ni almasını, heykelinin dikilmesini beklemiyor. Ama ondan Karabük'ten, Kayserispor'dan, Torku Konyaspor'dan galibiyet getirmesini bekliyor. Takımda aksaklık varsa, onu tamir etmesini bekliyor.
Yeşil-beyazlılar karşısında Burak, Umut, Sneijder gibi üç usta ayakla gol bulamıyor, duran top organizasyonları dışında tehlike yaratamıyorsan, o zaman nasıl bu takım ayaklanacak, nasıl Beşiktaş'ı yakalayacak, ikinciliğe geçecek ve doğrudan Şampiyonlar Ligi'ne gidecek?
"Seneye nasıl olsa olmam" diyorsan o başka hocam...
İlk yarıda Konya'da aşırı rüzgar var; kabul... Hücuma kalkarken zorlanıyorsun, kabul... Ancak yine yaratıcı oyuncu eksikliğini sonuna kadar hisseden bir orta sahan varsa, gol için de fazla ümitli olmayacaksın.
Ev sahibi Konyaspor kendinden emin, Hleb, Hasan Kabze ve Gekas ile zaman zaman korku rüzgarı estiren, Djalma
Şampiyonluk yolunda böyle bir avantajı yakalayan Fenerbahçe affeder mi?
Karşısında Gaziantepspor ya da başka bir takım olmuş ne fark eder?
Bu ortamda Alper oynamamış, Meireles sahaya çıkmış ya da Volkan tribüne çıkmış, Mert kaleye geçmiş ne önemi var?
Ama Bekir'in formayı sırtlamasının ayrı bir önemi var. Egemen'in olduğu bir takımda, iyi oynayan Bekir'e şans vermek, "Adalet için Fener yak"an bir takımdaki adil oyunun en büyük göstergesiydi. Adalet herkese lazımsa, Bekir de bu şansı sonuna kadar hak etmişti.
Gaziantepsporise Mustafa ve Cenk ile maç başında birkaç kaçamak yaptı ama Fenerbahçe'nin gol yemeye hiç niyeti yoktu. Fener'i yenmeleri, dördüncü sıradaki Trabzonspor ile aynı puana ulaşmaları için bir şanstı. Beşincilik hiç de fena olmazdı. Üstelik Sergen Yalçın'ın eski, Cenk'in yeni takımı Beşiktaş'a büyük avantaj sağlayacaktı. Olmadı.
Fakat savunmasındaki iki stoperi hiç hesaba katmamış, ya da katamamışlardı. Stankevicius ile Binya'nın iki golde de Emenike'ye şans vermesi, affedilir gibi değildi. Zaten Fenerbahçe'nin de bu futboluyla onların yardımına ihtiyacı da yoktu!
Futbol hatalar oyunu derler ya, Fenerbahçe neredeyse hatasızdı.
* * *
Ne karşısındaki bir Chelsea idi Galatasaray'ın... Ne de Kayserispor'un karşısındaki Galatasaray idi!
İlk yarıdaki tabloda, Cim-Bom'un yaptığına "mücadele" demek, lig sonuncusu rakibine karşı haksızlık olurdu. Lider Fenerbahçe'yi takip edeceksin, aradaki farkı kapatacağını iddia edeceksin, ama futbolunla bir şey yapmayacaksın. Üç kulvarda mücadele etmekle böbürlenen Galatasaray, Avrupa'dan sonra lige de ipe un serdi.
Hafif sakatlığı bulunan Drogba kadro dışı, Eboue ve Chedjou ise "kontenjan" dahilinde tribünde... Mourinho'nun dediği, "ne yaptığı, ne oynadığı belirsiz bir Galatasaray" klasiği, Kayseri karşısında da sahadaydı. Hele ikinci yarıda, yapılan her değişikliğin ardından taktik kağıtları havada uçuştu.
"Emanetçi hoca" ile oynayan Kayserispor'da bile böyle bir dengesizlik, ne yaptığını bilmezlik yoktu. Pardon Ertuğrul Seçme! Sana emanetçi diyoruz ama, kırk yıllık ev sahibi hocaları cebinden çıkardın. 40 yıl sonra bir galibiyet kazandırdın. Tebrikler...
Galatasaray'daki ilk yarıdaki "şut kabızlığı", ikinci devre yerini "hovarda"lığa bıraktı. 5 şutta, iki isabeti bulunan Cim-Bom, soyunma odasından çıktıktan sonra 15'te iki isabet sağladı. Burak'ın ilk ve ikinci
Şampiyonlar Ligi'nde kalmak kolay değildi. Ama bu şekilde veda etmek de bu kadar kolay olmamalıydı.
Galatasaray'ın Chelsea'den çok daha kötü bir takım olduğunu söylemek mümkün değil ama bu maçta çok daha kötü olduğunu söylemezsek futbola ve onun doğrularına hakaret olurdu. İlk yarıda Cim-Bom'un oynamasına izin veren, ya da daha doğru bir tabirle izin vermiş gibi görünen İngilizler, istedikleri an vites artırdı, istediği an oyunu rölantiye aldı.
Hele ilk yarının verdiği skorla ikinci devre çok daha rahat geçti. Galatasaray, sadece senaryoda kendisine yazılan rolü oynadı o kadar...
Galatasaray'ın ofansif anlamda ne kadar sıkıntılı olduğu, attığı dört şuttan sadece birinin kaleyi bulması, onun da uzatmada olması, durumu çok iyi özetliyordu. "Karabükspor maçı, Chelsea'nin provası olmaz" diye düşünmüştük ama orada da 6 şut atıp, sadece 2'sinde isabet sağlayabilmişlerdi.
Burak, 54 dakikalık mücadelesinde "varlık içinde yokluk" çektirdi. Drogba, yalancı pehlivan gibi Chelsea ceza sahası önlerinde gezindi durdu. Kolay değil! Adam, Chelsea'nin medarı iftiharı(!) Üç şut çekti, ya da çekmiş gibi göründü. Bunların ikisi dağlara taşlara gitti. Sadece biri uzatmada Cech ile buluştu,