Ligin en az gol yiyen takımı karşısında oynamak kolay değil... Hele Gökhan Töre ve Olcay Şahan gibi iki dinamo da radara yakalanınca, haliyle kadro kurmak da zor oluyor. Bir de bunlara Veli de katılınca, Beşiktaş'ın hücum hızı otomatikman düşeceği aşikardı.
Bilic'in kadro tercihinde soru işaretleri de yok değildi. Mesela, forvette Demba Ba, Cenk Tosun ikilisinin olması, hele hele Mustafa Pektemek'in yokluğunda ne anlam ifade ediyordu acaba? Ya da kulübede bir golcünün bile bulunmaması, olası bir sakatlıkta nasıl telafi edilecekti?
Maça başlandığında, Beşiktaş şöyle bir esti, gürledi. İlk yarım saatlik bölümde Cenk'in direkten dönen şutu ve birkaç yoklama, Kartal için hiç yeterli olmadı.
Bu sırada Başakşehir ne yaptı? Beşiktaş'ın topa sahip olmasına izin verdi. Avını bekleyen aslan misali sinsi sinsi uzaktan gözledi. Ne kalesine yaklaştırdı, ne de oyun kurmasına olanak tanıdı. İşte bu süreçte Beşiktaş'ta olanla-olmayanlar arasındaki fark daha bariz bir şekilde görüldü.
İlk yarının son bölümündeki bu durağanlık, tam da Avcı'nın avını köşeye kıstırmasıyla son buldu. Yine bir duran top oyunu, yine adam paylaşımındaki hata ve bunu affetmeyen Başakşehirspor...
Beşiktaş için
Lig liderliğinin verdiği havaya, UEFA Avrupa Ligi'nin cakası da eklenince, Beşiktaş için çok farklı düşünmek gerekiyordu. Partizan öncesinde, "Kağıt üzerinde her şey çok kolay ama..." diyerek icraatın önemli olduğunu belirten Bilic'in öğrencileriydi sahadaki 11... Ancak, ilk 45 dakikalık periyot içerisinde Beşiktaş'ı icraatın içinde görmek güçtü. Çünkü karşısında, "Yenilirsek kolay, yenersek olay" mantığının uygulayıcısı olan Fatih Terim'in öğrencisi Bülent Korkmaz'ın Erciyes'i vardı...
Ligin galip gelemeyen tek takımıydı ancak puan cetvelinde daha üstte bulunan ekiplerden çok daha akılcı, çok daha mücadeleci bir futbol oynayan bir takımdı Erciyes... Henüz, takım olamamanın sancılarını yaşıyorlar. Zaten maçın ilk periyodunda da Beşiktaş karşısında yakaladıkları fırsatlar da bunun bir göstergesi değil miydi?
Kartal ise iki büyük kozunun kelepçelenmesiyle ne yapacağını bilmez haldeydi. Gökhan Töre ve Olcay Şahan gibi A kaliteli ayaklar, "pranga mahkumu" olunca, sol kanadı kullanma vazifesi zorunlu olarak Ramon Motta'ya kaldı! Ama o da hem defansa hem de ofansa yetişemedi. Hele karşısındaki Cenk Ahmet olunca, Beşiktaş'ın sol kanadı vızır vızır işledi.
Kartal'ın ataklarından
Derbi havası yokmuş, kimse umursamıyormuş; hikaye...
Galatasaray'ı, Fenerbahçe'yi gören; hangi takımı tutarsa tutsun, tansiyonu yukarılara doğru vuruyor.
Evet, maçta stres katsayısı düşük, hepsinin sinirleri alınmış gibi... Melo'nun, Volkan Demirel'in bile!
Hepsi birbirine o kadar saygılı ki, insanın gözleri yaşaracak neredeyse... Şakası bir yana, böyle bir tabloyu o kadar özleşimiz ki... Artık, taraftarı "Yeter" diyor, futbolcusu "Yeter" diyor, teknik adamı "Yeter" diyor. Tek timsah gözyaşı döken, yöneticiler! Sivri konuşmazsa, rakibin damarına basmazsa kim manşetlere taşır ki onu... O yüzden, "Susma, sustukça sıra sana gelecek" diyerek birbirlerini gazlıyorlar!
Fikir kimden çıktı bilmem ama, Galatasaray’ın “mor” forma tercihi, geleceğini gören bir müneccimin eseri olarak tarihte yerini alacak, kuşaklar boyunca “Bak oğlum...” diye başlayan sözlerle bu formalar gösterilecektir. Galatasaray, bu mor formayı bir daha ne zaman giyer ya da giyer mi; bilemem. Ama bir an önce bunlardan Londra’daki mağazalara göndermeli! Eminim, Arsenal taraftarı hatıra olarak saklayacaktır.
İlk yarıdaki üçlü savunma, güçlü Arsenal karşısında morfin yutmuş gibiydi. Welbeck, “morina balığı” görünümündeki Chedjou önünde o kadar rahattı ki, Melo zaten onun için etkisiz elemandı. Brezilyalı Welbeck’i değil Galatasaraylıları rahatsız etti, ilk 45 dakikalık bölümde...
Zaten Mesut ile başlayıp, Alexis Sanchez ile golle sonuçlanan üçüncü gol, Galatasaray’ın moratoryum ilan etmesiydi. Maçın sonunu bile bekleyemedi.
İlk yarıyı kapamadan Prandelli’nin kulağını çınlatmadan olmazdı. Üçlü, pardon beşli savunma ne akla hizmetti acaba... “Sivas atamadı, Arsenal de gol bulamaz” düşüncesiyle mi sahaya çıkmışlardı, yoksa çok adamla çok iş başarma gayretkeşliği mi bilinmez...
İtalyan’ın kulakları çok çınlamış olacak ki, ikinci devre “Aklın yolu bir” dedi ve Hamit ile
Mütevazı olmanın hikmetlerini Süleyman Seba öğretmişti bize... Tevazu sahibi olmanın hiç de korkulacak bir şey olmadığını en iyi ondan gördük biz..
Süleyman Seba Sezonu'nda liderlikte de bugün itibarıyla Akhisar Belediyespor oturuyordu. Ligin mütevazı, ancak o derece de kendini bilen takımı... Haddini bilerek oynuyor, fırsatı yakaladığında da affetmiyor.
Aynen Fenerbahçe maçında olduğu gibi... Rakibine topa sahip olma fırsatı verdi ama kalesine yaklaşmasına izin vermedi. Gelen birkaç pozisyon da Oğuz gibi bir kalecinin kalitesiyle buluştu.
Uzun toplar onlar için kurtarıcı gibiydi. Elinde Gekas gibi bir pırlantanın bulunması, Akhisar gibi bir takım için büyük bir nimetti. Sadece o mu? Bilal Kısa, Kenan Özer gibi nadide parçalar, Fenerbahçe'yi sıkıştırdı da sıkıştırdı. Güray, karşısına aldığı Gökhan Gönül ile göğüs göğüse muharebe(!) içindeydi. Bruno, sağ kanadından bir yılan gibi süzüldü.
Fenerbahçe'nin üzerinde inanılmaz bir bıkkınlık, çözülmüşlük, belki de başka nedenler vardı. Volkan'ın bilemeyiz ama Emre Belözoğlu'nun yokluğu, sarı-lacivertlileri birkaç vites geriye düşürmüş gibi göründü. Sezon başından bu yana varlığıyla yokluğu bir olan Emenike, bu kez maçı sahada
Bir takımın dört gün içerisinde futbol karakteri değişemeyeceği gibi, bir teknik adamın takıma bakışı da değişmezdi. Motta'nın yerine İsmail geçmiş, ya da Mustafa Pektemek'in bölgesinde Demba Ba oynamış, mühim değil... Önemli olan Asteras maçından ders alabilmekti.
Bu dersi en iyi çıkaran da Bursaspor olmuş anlaşılan... Rakibinin zaaflarını o kadar iyi çalışmış ki... Beşiktaş'ın orta bölgeden başlayan savrukluğunu iyi yakalamış, savunmanın da Fernandao karşısında çaresiz kalacağını çok iyi görmüşlerdi. Ersan Gülüm'ün çalışkanlığı ve kademelerdeki doğru zamanlaması Pedro Franco ile Sivok ikilisinde pek görülmedi.
Kartal kanatsız uçamazdı ki! Beşiktaş, ne sağda, ne solda rahatsız edebildi. Daha doğrusu Bursaspor sahaya, "Rahatsız etmediğiniz için teşekkür ederiz" tabelası dikti. Çıkın Tolga'yı bir kenara, ilk 45 dakikalık süreçte "Eh" diyebileceğiniz bir adam bile yoktu.
Demba Ba iyileşti mi, iyileşmedi mi anlayamadık. Düz koşularda iyi ama topla hiç oynamadı ki! Daha doğrusu top bile gelmedi.
Beşiktaş'ı forse etmesi düşünülen Oğuzhan Özyakup, "Genel izleyici" kategorisindeydi. Herkesin imrenerek baktığı Beşiktaş'ın "milli" dörtlüsünü bu yıl ara ki bulasın. Zaten Bilic,
Balıkesir için çok, Galatasaray için her şey denecek bir maçtı. Yeni geldiği Süper Lig'deki puansızlık Bal-Kes'i kasıp kavuruyordu ama, İddaa bile ev sahibine 6.5 vererek, "Bir numara olmaz" diyerek bol keseden dağıtmıştı anlaşılan!
Ligde Eskişehirspor ile yaşanan sessizliğin ardından, Anderlecht karşılaşmasında da yaşanan tutukluk, camiayı bile kongreye götürecek pozisyona taşıdı. Bugüne gelinceye kadar Galatasaray ligde 3'te 3 yapsa, Şampiyonlar Ligi'ne üç puanla başlasa kriz olur muydu hiç... 500 milyon değil, 500 milyar borcun olsa, sportif başarı olduktan sonra kimse ağzını açamazdı büyük takımda...
Galatasaray ilk yarıyı yenik kapadı ama ilk gol Bal-Kes'in başarısı değil, sadece "bal"ıydı. Kaleye ilk kez gelen, ilk defa kaleyi bulan bir şut çeken Sercan Yıldırım, o kadar akıllı(!) vurdu ki, Semih'ten sektirip gol oldu. Değme bilardocular bu kadarını düşünemezdi!
Cim-Bom yüklendikçe yüklendi... Daha maçın başında Sneijder ile direkten döndü. Burak, ofsaytta kalmaktan bitap düşerken, Balıkesir, "kalesini" savunabilmek için 9 kişiyle duvar örüyordu.
Prandelli'ninbek konusunda kafası çok karışık anlaşılan... Solda; Bursa'da Tarık var, Şampiyonlar Ligi'nde Telles...
Beşiktaş taraftarı kendini Avrupa'ya sakladı anlaşılan... Veya, Atatürk Olimpiyat Stadı'ndaki maçın seyircisiz(!) olduğunu zannediyordu. 3 bin, 5 bin, bilemedin 10 bin... Yazık değil mi emeklere... Ayıp değil mi dökülen tere... Kombine alanlar bile gelmedikten sonra, hesap edin artık Beşiktaş'ın durumunu... Çarşı'nın "darbeye teşebbüsü" statta geçerli... Yoksa takımı bu halde yalnız bırakmak, resmen darbe!
Kaleye Tolga geldi ama ona top gelmedi ki... Çaykur Rizespor, ilk yarı boyunca rakip kale önüne gitmemek için yemin etmişti sanki... Anladık; Mehmet Özdilek, Beşiktaş'ı gözünde büyüttü. Ama Kartal'ın bu halini gördükten sonra sahadakilere cesaret gelmez miydi? Anlaşılan onlar da korkmuştu.
"Benim golcülerim bana yeter" diyordu Bilic ama Demba Ba'sız bir Beşiktaş'ın sıkıntısı, hem Mersin'de hem de bu maçta apaçık görülüyordu. Sahi Demba Ba nerede? Tribünde... Neden? Sakatlıktan... Müzmin mi? Yok canııım... O Başkan'ın transfer stratejisiydi. Ama onu Beşiktaş'a getirmek de menajer stratejisi ise... Neyse...
Orta sahadaki boşluk, Rize için hoşluk! Topun tek hakimi gibi görünen Beşiktaş ama kaleyi bulan tek şut - ona da şut denirse - Çaykur Rize'den...