Bilmem farkında mısınız, şu Beşiktaş, ligin yenilgisiz birkaç takımından biri... “Şu Beşiktaş” derken küçümseme anlamında değil, sezon öncesinde “dudak bükülen” takım olduğu için vurgulama yapmak gerekti.
Ligin “ihtiyarı” Sanica Boru Elazığspor nefesi, Beşiktaş’ı durdurmaya ancak 45 dakika yetti. İlk devrede, kırmızı kartla buluşması gereken Sivok ve Necip’in iki gole de imza atması ilahi bir yazgı mıydı, yoksa Kuddusi Müftüoğlu’nun bir armağanı mı yorum size ait...
Bu bile Beşiktaş’ın dünkü galibiyetini gölgeleyemedi. Fernandes gibi bir lokomotifin önderliğindeki Kartal, Necip’in kalitesini konuşturması ve Hilbert’in çalışkanlığı sayesinde farka kucak açtı. Ama Batuhan, bu Beşiktaş’a biraz fazla kaçtı! İkinci yarıdaki oyun ise ışık saçtı.
Elazığ ise maalesef Ela’sığ’... Bülent Uygun’un ekibinin bu gidişi gidiş değil. Onların da sezon başından bu yana sadece Fenerbahçe’den bir puan alabilmesi de ilahi bir yazgı herhalde...
Öyle bir ilk yarı ve öyle bir Beşiktaş vardı ki, sanki “Halı saha” maçı zannedersiniz. Goller, varyeteler, paslaşmalar... Tekmili birden Kartal’ı oluşturuyordu.
Bunda siyah-beyazlıların beceri ve akılcılığı mı öndeydi, yoksa Karabükspor’un akla ziyan defans becerisi, pardon beceriksizliği mi, onu da anlamak güçtü. Herhalde onlar da Fernandes’i seyre koyuldu. Beşiktaş böyle bir rakip karşısında, üç gole sevinmeli mi, yoksa az kaldığı için üzülmeli mi o da ayrı... 16. dakikada Shelton’un 2 metreden direğe nişanladığı vuruş ise televizyon yayıncıları için, “Kaçan goller” jeneriğinde ilk sıralarda yer alacaktır.
İkinci devre için fazla söze gerek kalmadı. Biraz ondan, biraz bundan katılan “futbol baharatı”, böyle bir maçı tatlandırmak için yeterli olmadı. Sadece geriye, oyuna sonradan giren gençlerin buruk tadı kaldı.
Olsun, maçın yarısı bile lezzetliydi ya, sadece o anları hatırlamak yeterli. Bu bile Beşiktaş için yeter. Ama karşında Karabükspor yoksa, o zaman olursun heder...
Beşiktaş’ın doktoru olarak göreve gelen Fikret Orman’ın verdiği reçetedeki ilaçlar maalesef acı... Siyah-beyazlılar küçülecek, yıldızlarından feragat edecek, alt yapıdan gelenlerle devam edecek... Yani birkaç yıl, düze çıkma adına başarı unutulacak.
İBB karşısındaki Hasan ve Oğuzhan 19, Necip 21, Veli 23, Olcay ise 25 yaşında... Diğerleri de fazla yaşlı değil. Böyle bir tabloyla sahaya çıkan Beşiktaş, ilk yarıda “şaşkın şaşkın” sahada dolaştı. Topla oynama yüzdesi belki rakibine göre çok fazla olabilir ama bir şut bile atamaması, devrenin nasıl geçtiğinin de göstergesi...
Geldiği günden bu yana 4-4-2’yi uygulayacağı söylenen Samet Aybaba, buna geçebilmek için herhalde gelecek golcüyü bekliyor. Ya yönetim, Almeida ve Mustafa ile benzer özellikte olan Batuhan’ı gösterip, “Golcü aldık ya” derse ne olacak? Beşiktaş’ı, dünkü beraberliğinden dolayı yermeyin, Samet hocayı da, “Öyle oynatsaydı, böyle yapsaydı” diye de eleştirmeyin. Eline tutuşturulan “Acı reçete”de bu ilaçlar yazıyor. Yoksa o da istemez mi kenarda bekleyen doping ilacını!
Beşiktaş’taki hastalık bir kez daha nüksetti. Haftalardır çare bulamadıkları duran top sendromu, dün Beşiktaş’ı bir kez daha titretti. Ama ne titretme... Avrupa’yı bile tehlikeye attı. Trabzonspor ile kendi sahanda oynuyorsun (Her ne kadar sadece kadınlar önünde olsa da), 10 kişi yakalamışsın - hatta uzatmada 9 kişi - ve rakibi ablukaya almışsın. Tüm bunlardan sadece bir gol çıkarabiliyorsan, kaderine razı olacaksın. Aslında bu pozisyonda Kartal için fazla söze gerek yok. UEFA lisansını bile son dakikada ite kala alan, futbolcularıyla sorununu çözmekte zorlanan, sakat olup olmadığı bile tartışılan Fernandes’i bir maç için tribünde bile tutamayan Beşiktaş için ne taktik konuşulur, ne de futbol... Bu koşullar altında ancak Trabzonspor tebrik edilebilir.
Kısmetse gelir Hint’ten Yemen’den, kısmet değilse ne gelir elden... Bunu hem Beşiktaş, hem de Galatasaray için söylemek mümkün... 80 küsur dakikaya kadar 2-0 önde götür, iki dakika içinde iki puanı kaptır. Kartal için piyango, Cim-Bom için söylenecek söz yok. Tayfur Havutçu’nun Holosko ve Mustafa Pektemek hamlelerine de diyecek yok. Biri golünü attı, diğeri de Ujfalusi’ye asist yaptı,Beşiktaş da bir puanı kaptı. Siyah-beyazlılar mağlup olsaydı da olumsuz düşünmek olmazdı. Fenerbahçe derbilerinden sonra dün de bu çizgisini korudu, Beşiktaşlı gibi durdu. Aldığı sonuçlarla şampiyonluğun kilit takımı oldu.
Yok arkadaş, bu Beşiktaşlı futbolcuların maç seçtiği dün iyice belli oldu. Hani Avrupa’da coşan, lig karşılaşmalarında bir haller olan Kartal, dün Fenerbahçe karşısında da büyük maçların takımı olduğunu gösterdi. Akıllı, üretken ve o derecede de disiplinli oynadı. Buna rakibi de fırsat yaratmadı değil. Ancak ilk yarıdaki sabırlı oyununun meyvesini golle buldu. İkinci devrede de pozisyonlar yakalayan, şampiyonluk adayını köşeye sıkıştıran Beşiktaş için aslında söyleyecek o kadar fazla şey var ki... Aylar sonra kazanan, başkanına, teknik direktörüne ilk galibiyeti yaşatan, her şeyden önemlisi Beşiktaşlılardan daha fazla Beşiktaş’ın galibiyetine sevinen Galatasaray’a şampiyonluk kapılarını aralayan Kartal’ın bir sonraki maçta aynı futbolu oynayacağının garantisi yok işte... Ne yapalım, bu yılki Beşiktaş’ı böyle
kabul edin!
Şans, kader, kısmet derler ya... İşte öyle bir maçtı dün... Ne Beşiktaş’ın öyle fazla eleştirilecek yanı vardı, ne de Fenerbahçe’nin fazla övülecek tarafı... Yani sahadan çıkacak her sonuca “Eyvallah” denebilirdi. Sarı-lacivertlilerin, şampiyonluğu kaybetme stresini iyi kullanan Beşiktaş, yakaladığı avantajı adeta “Bana lazım değil” diyerek rakibine hediye etti. Sakın ha, “Hediye etti” sözünü yanlış anlamayın. Beşiktaş puan için olabildiğince uğraştı ama nafile... Tayfur Havutçu, tüm golcülerini soktu ama hepsi de faydasız kaldı. Hani, Havutçu daha hiç kazanamadı diyoruz ya, “Vermeyince mabut, neylesin Sultan Mahmut...”
Her şey, Melo’nun attığı ofsayt golle başladı. Zaten, Hüseyin Göçek’e önyargısı bulunan Beşiktaşlılar, yardımcı hakem Baki Tuncay Akkın’ın ateşe benzin dökmesiyle iyice alevlendi. Yaptıkları hoş bir şey değil ama Süper Final böyle mi olmalıydı? Lige biraz olsun tutunmak için çırpınan bir Beşiktaş’ı yakmak, ne hakemlerin göreviydi, ne de Galatasaray’ın böyle bir duruma ihtiyacı vardı. Ama oldu işte! Bu saatten sonra 6222 sayılı yasayı, 9999 yapsan ne olur yapmasan ne olur? Bunu tam olarak uygulayan olmadıktan sonra... Yarın göreceğiz şiddetten kaç kişi gözaltında, kaç kişi ceza alacak? Şike ve teşvik için, “Şahıslarla kulüp ayrılsın” deniyor. Olaylarda da aynı şey olması gerekmez mi? Sahaya giren belli, olay çıkaran belli... Hani kişilerin yaptıkları kulüplere mal edilemez düşüncesi... Öyleyse “Objektif sorumluluk” diyerek kulüpleri yakmanın alemi ne! Dünkü tribünlere yönetim ne yapsın?