28 Ağustos 2012’de bu sütunlarda 9 Eylül Üniversitesi’nin acil servinde kendi yaşadıklarımı anlatmıştım.
Önceki gün bir arkadaşım, benzer bir olayın çocuğunu götürdüğü Ege Üniversitesi’nde başına geldiğini belirtti.
Önce onun anlattıklarını aktarayım:
“Geçen Perşembe günü kızımın ani bir rahatsızlığı nedeniyle Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk Acil Servisi’ne gittik.
Her anne babanın doğal bir refleksi sayılabilecek bir şekilde telaşlandık. Ancak bırakın Ege Bölgesi’ni Türkiye’nin en büyük üniversite hastaneleri arasında sayılabilecek Ege Üniversitesi’nde yaşadıklarımız bizi gerçekten çok üzdü.
Öncelikle koskoca hastanenin çocuk acil servisine gittiğimizde bize ilk olarak ‘çocuğunuzun nesi var?’ diye soran bir hekim değil güvenlik görevlisiydi.
Çünkü hekim güvenlik masasının karşısındaki odada sanki rutin muayene yaparmış gibi sırası gelenleri içeri alıyordu.
Böyle bir durumda görevli hekimin dışarıda can havliyle hastaneye getirilen çocukların durumu hakkında ilk bilgiyi alması, ona göre aciliyet sıralaması yapması da düşünülemez. Birçok çocuk ve velisi gibi biz de güvenlik görevlisine sağlık sorunumuzu ilettikten sonra işaret ettiği sıraya girdik.
Belki benim de bilemediğim çok acil bir durum vardı. Belki doktor çocuğumun vücudundaki basit bir belirtiden bunu anlayacaktı.
Ama çocuğumuzu hekimden önce güvenlik görevlisi gördüğü için bunu anlamak mümkün değil.
Çaresiz, sıraya girip beklemeye başladık.”
Arkadaşımın yaşadıkları bu kadar da değil. Daha sonra başına gelenleri şu şekilde anlattı:
“Bu yaşadığımız ilk üzücü durumdu. İkincisi daha da vahim oldu. Doktor kızımızı muayene ettikten sonra iğne yapılmasına karar verdi.
İğne yapıldıktan sonra yarım saat bekledik, kızımın rahatsızlığında az da olsa bir düzelme oldu.
Ardından bu rahatsızlığın kaynağını öğrenmek için idrar testi istendi. Asıl eziyet de işte burada başladı.
Binbir zorlukla kızımızın verilen kabı doldurmasını sağladıktan sonra teslim etmek isterken aldığımız cevap şok ediciydi.
Bize, hastanenin poliklinik girişinin zemin katındaki biyokimya bölümüne gitmemiz gerektiği söylendi.
Gecenin bir vakti yüzerce metre çoluk çocuk sefere çıkmamız isteniyordu. Arabası olmayan, ya da arabası olsa bile taksiyle hastaneye gelenler yandı.
Hastanenin bir ucundan öbür ucuna gidilecek, sonucun çıkması bir saat beklenecek, sonra zaten hasta olan çocukla birlikte tekrar çocuk acil servisine dönülecek.
Hasta olan birine ‘nasıl eziyet ederiz?’ diye düşünülse bundan daha iyi uygulama bulunamaz herhalde.
Ayrıca Ege Üniversitesi Hastanesi Çocuk Acil Servisi, terk edilmiş bir bina görünümüyle de can sıkıyor.
Tuvaletlerin durumu tam rezalet. Yerleri su basmış, havalandırma camları kırık, tepedeki havalandırma kanalının önüne konulan tel ızgara tam bir toz yuvası.
İnsan tuvalete girdiğinde acaba hangi mikropları kaptım diye düşünmeden edemiyor.”
Daha önce 9 Eylül Üniversitesi acil servinde kendi yaşadıklarımı yazmıştım. Bunlar da Ege Üniversitesi’nde yakın bir arkadaşımın yaşadıkları.
Her iki üniversitemiz de gerçekten zaman zaman dünya çapında başarılara imza atarak bizleri gururlandırıyor.
Ama bir hastanenin organ nakli ya da ameliyat ekipleri kadar, acil servis sisteminin de çok iyi olması gerekmez mi?
Dünya çapında ameliyatlar gerçekleştiren bir üniversite hastanesinde acil servise gelen hastaya ilk olarak güvenlik elemanlarının bakması kabul edilebilir mi?
Acil servislerde son derece fedakarca çalışan doktorlarımıza hiçbir sözüm yok. Belli ki sorun sistem sorunu.
Çözüm de hastane ve üniversite yönetimlerinin işi.