Oktay AKBAL
"NE olacak bu memleketin hali? Biz böyle ilanihaye yüzümüz yerde mi gezeceğiz?"
Her gün birbirimize sorduğumuz bir soru değil bu! 1910 yılında Tevfik Fikret'in, Keramet Salih'e yazdığı mektuptan bir alıntı...
"Ne olacak bu memleketin hali." Yıllardır kahvelerde, taşıtlarda, evlerde, dost toplantılarında yinelenen bir soru!.. Daha doğrusu bir benimseme, bir boyun eğme, bir umut arama!.. Behçet Necatigil kitaplarına girmeyen, ya da unutulan bir şiirinde şöyle yazmıştı:
"Ne olacak sonumuz / Deyip duruyoruz / Eşkıyalar haydutlar / Cumhuriyet devrinde."
Ben kendimi bildim bileli bu soruyla yaşanmıştır. 1930'larda Atatürk Cumhuriyeti'nde hiç bilinmeyen bir soruydu bu... Halimizin ne olacağı az çok belliydi; atılımlar, devrimler birbirini izliyordu. Her alanda, özellikle eğitim, kültür alanlarında çağa yetişmek, onu aşmak ülküsü benimsenmişti. Onuncu yıl söylevi 1933'teki Türkiye'nin içinde bulunduğu inançlı, güvenli durumu gösterir.
İkinci
Dünya Savaşı kapımıza dayandığında,
yarım milyondan çok insanımız silah altına alındığında, her an savaşa katılmak kuşkusu içinde yaşadığımız günlerde de bu soru bütün canlılığıyla yaşanıyordu. Savaştan sonra, bu kez Sovyet Rusya tehlikesiyle karşılaştığımızda da!.. "Ne olacak halimiz, nereye varacak sonumuz?"
Tevfik Fikret 1910 yılında yine bir mektubunda bugün bile güncelliğini koruyan şu çözümlemeyi yapıyordu:
"Memleketimizi bilerek bilmeyerek 95'e doğru götürmek isteyenlerin - eğer biz lazım olduğu kadar çalışır ve vazifemizi tamamiyle yaparsak - o meşum gayretlerini sıfıra, hiçe sürüklendiklerini görürüz."
Tevfik Fikret en doğru olanı söylemiş: Gerektiği gibi çalışırsak kötü niyetlileri, düşmanları er geç yenilgiye uğratırız. Ama elbirliğiyle, belirli bir hedefe doğru yürümek nerde, biz nerde? Çok partili adını verdiğimiz, gerçekte hepsi az çok birbirinin benzeri, hepsi de siyasal yelpazenin sağında, aşırı sağında, kimileri de ortanın sağında toplanmış partilerle; kendilerine "sol" adını veren, sosyal demokrat diye tanımlayan, ama sağdakilerle aralarındaki ayrılık o kadar da belirgin olmayan partilerle, Tevfik Fikret'in hayalini gerçekleştirmek elbet olanaksızdır.
Şu manzaraya bir bakın; soldaki iki parti sosyalist anlayışın ya da gerçek bir sosyal demokrat düşüncenin neresinde? İkisi de, liderlere, onların çevrelerinde toplanmış bir avuç kişiye dayanmış bir çeşit siyasal aşiret!.. Onlara oy verenler de, o aşiret reisinin önlerine sürdüğü kimseleri seçerek Meclis'lere taşımakla görevli!.. Sağdakiler başka türlü mü? Onlar da belirli bir topluluğun, bir ekibin, sık sık anıldığı gibi, ansiklopedilere geçtiği tanımıyla birer hizbin yönetiminde...
Yıllar geçer,
seçim üstüne seçim yapılır, ama manzara değişmez! Hep bildik adlar, tanıdık yüzler ve onların birbirine benzer sözleri, konuşmaları, vaatleri!.. Kaç kez başarısız kalmış, kaç kez halkı yanıltmış, kaç kez yenilgiden yenilgiye uğramış politikacılar, bakarsınız yeni bir seçimde yine işbaşında, yine eski mi eski sözlerle bizleri oyalamaktalar! Bir seçim daha yapılsa ne olacak? Yine eski tas eski hamam!..
İşte, biraz da bu nedenlerle Tevfik Fikret'in 87 yıl önceki umutsuz seslenişini sabah akşam yineleyip duruyoruz. Bu gidişle 2000 bilmem kaçta da yineleyeceğiz: "Ne olacak bu memleketin hali"...