Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Osman Ulagay

Hakan'ın Hollanda kalesine attığı nefis gol ve Hollanda'nın kaçırdığı penaltı Türkiye'nin bir anda bayram havasına girmesine yetti. Halk sokaklara döküldü, şenlikler yapıldı. Haber manşetlerden verildi, televizyonların haber bültenleri 24 saat bu habere kilitlendi.
Ne olmuştu da Türkiye'nin gündemi bir günlüğüne de olsa değişmiş, bütün diğer sorunlar ve rezaletler ikinci plana düşmüş, ortalığı bir iyimserlik rüzgarı sarmıştı? Çok büyük bir iş mi başarılmıştı? Dünya şampiyonu mu olmuştuk? Enflasyonu mu yenmiştik? İçine düştüğümüz siyasal çıkmazın aşılması için ciddi bir umut mu belirmişti?
Hayır, bunlardan hiç biri olmamıştı. Olan tek bir şey vardı : milli futbol takımımız güçlü rakibi Hollanda'yı, onlar açısından hayati önemi olmayan bir maçta, tek golle yenmeyi başarmıştı. Bu elbette bir başarıydı, sevinilecek bir sonuçtu ama asıl hedefe varma yolunda yalnızca bir adımdı. Dünya Kupası finallerine kalabilmemiz için bundan sonraki zor maçları da kazanmamız gerekiyordu. Olaya yalnızca futboldaki, spordaki başarı açısından bakıldığında bile çok da büyütülmemesi gereken bir başarı söz konusuydu ve sevinmek için henüz erkendi. "Hollanda zaferi"nin hemen ertesi günü, galip gelmeleri beklenen iki basketbol takımımızın yenilgileri, erken sevinmenin yanlışlığını bir kez daha kanıtlıyordu.
Son olarak Hollanda maçı sonrasında görüldüğü gibi, bu kadar sınırlı bir başarının bu kadar büyütülerek kutlanması, beni fena halde rahatsız ediyor, ürkütüyor. Uluslararası alanda tokat üstüne tokat yiyen, sürekli notu kırılan Türkiye'nin başarıya susamış insanları, sanki müthiş bir kompleks içinde, bir golle kendinden geçebiliyor. Futbolda kazanılan bir milli maç bu büyük özlemin bir taşkınlık halinde dışavurmasına neden olabiliyor.
"Bunda rahatsız olacak, ürkecek ne var?", diye sorulabilir tabii. Beni ürküten şey, Hollanda zaferi kutlamalarında sergilenen abartılı duygusallığın, anlık tavır değişikliğinin, aslında Türkiye'nin sorunlarının çözümlenmesini zorlaştıran bir ruh halini, bir davranış biçimini sergilemesi. Yalanla, dolanla göz boyayan politikacılar, insanımızın bu zaafiyetini istismar ederek ayakta kalabiliyor. Akla, bilgiye dayalı, kalıcı çözümlere prim vermeyen bu duygusallık, 2000 yılına 1000 gün kala Türkiye'nin gerçek başarılara imza atma şansını da ne yazık ki artırmıyor, tersine azaltıyor.

Türkiye futbolda atılan bir golle kendinden geçebiliyor ama ben kalıcı başarıları görmek için maça değil sanayi firmalarına gidiyorum.
Son yıllarda ihracata yönelik büyük bir atılım yapan oto yan sanayiinde yerli yapım makinelerle dünya pazarlarına yönelik üretim yapılıyor.


Türkiye'de insanlar futbolda atılan gollerle moral bulup şenlik yapmaya bayılıyor. Ancak bu tür sevinçler ve şenlikler ne yazık ki kalıcı olamıyor. Futboldaki zaferle pompalanan iyimserlik havası kısa sürede dağılıyor, her gün yeni bir rezalet ya da saçmalık içimizi karartmaya yetiyor. Bu ortamda Türkiye'nin, hele Ankara'nın gündemini izlemek bir tür işkence haline gelebiliyor.
Bu karamsar havanın dışına çıkmak için benim bulduğum çarelerden biri Türkiye'in umut veren yüzünü yansıtan sanayi tesislerini, yeni fabrikaları dolaşmak. Ankara'daki rezaletlere aldırmadan yeni yatırıma yönelen, ürün kalitesini, kalite yönetimini, yarının dünyasını düşünen sanayicilerle konuşmak, onların heyecanlarını paylaşmak. Ülkedeki tüm olumsuz şartlara karşın hayret verici bir cesaretle yatırım atılımını sürdüren ve yeni aşamalar kaydeden sanayicilerimizi dinlerken, fabrikalarını gezerken, futboldaki geçici başarıların sağlayamayacağı bir moralin asıl buralarda bulunabileceğini hissediyorum.

İsmet Özcan'ın Moditeks'i

Geçen hafta giyim sanayiimizin duayeni sayılan İsmet Özcan'ın Moditeks firmasının Ambarlı yakınlarındaki yeni tesisini gezmiş, bir TIR dolusu ihraç ürününün her kademedeki personelin elbirliğiyle yüklendiği bir günde İsmet beyin bankacılıktan tüccarlığa ve sanayiciliğe uzanan öyküsünü dinlemiştim. İsmet beyin pırıl pırıl tesisinin civarında yapılan ve yapılmakta olan birçok yeni tesis sürmekte olan yatırım atılımının somut simgeleriydi.
Finans kökenli olduğu için yatırım kararlarının hesap kitap yapılarak alınmasının önemini çok iyi bilen İsmet Özcan, son yıllarda özellikle tekstil ve terbiye sanayiinde gözlenen yatırım patlamasını biraz da kaygıyla izlediğini gizlemiyor.

Bu hafta ise Gebze Organize Sanayi Bölgesi'nde Ahmet Arkan'ın konuğu oldum. Otomotiv yan sanayii derneği TAYSAD başkanlığını yıllarca yürüttükten sonra bu yılın başlarında bu görevini devreden Ahmet Arkan'ın Arfesan adlı firması, oto yan sanayiindeki şaşırtıcı atılımın örneklerinden biri.

Yerli makineyle kalite

Bosch gibi firmaların ürün standartlarını yakalayan, Mercedes gibi firmalara parça üreten Ahmet Arkan tesisini gezdirirken adımbaşı duruyor ve bir makineyi ya da aleti göstererek ,"bakın bu makine de yerli üretim, şu kazanlar ve kurutma üniteleri de yerli, şu makineyi yapan genç mühendise destek olmasaydık belki bu işe girişemeyecekti, şimdi İtalya'dan sipariş aldı", diyor.
Ahmet Arkan'ın fabrikasında, dünya kalitesinde mal üreten makinelerin birçoğunun yerli yapım olması, moral kazanmak için sanayi tesisleri gezme fikrinin doğruluğunu kanıtlıyor. Türkiye'de sanayi denince artık yalnızca ithal makinelerle iç pazara üretim yapan tesisler değil, Türkiye'de üretilmiş makinelerle dünya pazarlarına üretim yapabilen fabrikalar da geliyor akla.

Krizden atılıma

Teknolojideki amansız yarışa ayak uydurma zorunluğu, sanayimizdeki bu gelişmelere bakarak aşırı bir iyimserliğe kapılmamızı engelliyor ama oto yan sanayinin son beş altı yılda gösterdiği gelişme gelecek için umut veriyor. Oto yan sanayimizin 1980'de yalnızca 20 milyon dolar olan ihracatı 1989'da 200 milyon dolara yaklaşmış. Asıl sıçrama ise kriz yılı 1994'den itibaren gerçekleşmiş.
"1994 krizi oto yan sanayii için bir felaket olabilirdi, birçok firma tam yatırımın ortasında krize yakalandı", diyor Ahmet Arkan. Hemen toplanıp ihracat seferberliği kararı almışlar ve çalıştıkları alıcı firmaların da desteğiyle ihracatı 500 milyon doların üstüne sıçratmışlar. Tırmanışını 1995'de de sürdürerek 724 milyon dolara yükselen oto yan sanayiinin ihracatı 1996'da yeni bir sıçramayla 1.2 milyar dolara gelip dayanmış. 1980'de 4, 1989'da 24 olan ihracat yapılan ülke sayısı da geçen yıl 130'u aşmış.
Arfesan'ın yüzde 70 oranında dış pazara yönelik üretimi hedeflediğini belirten Ahmet Arkan tesisini gezdirirken sürmekte olan inşaatı da gösteriyor. İlave bölümün de devreye girmesiyle ihracat kapasitesinin yüzde 50 artacağını anlatan Arkan, başarının sırrını insanımızda buluyor ve şöyle konuşuyor: "Biz son on yılda fuarları izlemeyi öğrenerek, dünyadaki gelişmeleri takip ederek dünya kalitesinde üretime yöneldik ama her yaptığının daha iyisini yapmaya hevesli olan ve bu hevesini becerisiyle tamamlayan insanımız olmasaydı bu noktalara gelemez, geleceğe umutlu bakamazdık."
Söz ülkemizdeki genel duruma ve Ankara'da oynanan komediye gelince Ahmet Arkan'ın yüzü de fena halde asılıyor, konuşmamız bambaşka bir havaya bürünüyor ama sanayi tesisi gezerek moral düzeltmeyi amaçlayan bu yazının havasını bozmamak için o konuda konuştuklarımızı yazmıyorum. Arfesan'dan çıkıp Gebze Organize Sanayi Bölgesi'ndeki diğer yeni tesislerin arasından geçerken sanayide atılan gollerin futbol alanında atılanlardan belki de daha önemli olduğunu düşünüyorum.

Yazara Email ulagay@milliyet.com.tr