Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Osman ULAGAY

Biz yüzde 100 enflasyonla türbanı tartışırken son 30 - 40 yılın en düşük enflasyonunu yaşayan ABD ve Avrupa'da borsalar rekor üstüne rekor kırıyor.
CNN televizyonunda hafta içi her gece Türkiye saatiyle 24.00'de yayınlanan "World Business Today" adlı programda İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'na değinildi önceki akşam. ABD ve Avrupa'da borsalar her gün yeni rekorlara tırmanırken, krizdeki Asya ülkelerin borsalarında bile ciddi toparlanma belirtileri görülürken İMKB endeksinin yılbaşından bu yana dolar bazında yüzde 15 değer yitirdiği belirtilerek nedenleri üzerinde duruldu. Görüşleri alınan uluslararası kuruluşların temsilcileri bizim malum hikayeyi anlattılar. Türkiye'de yüzde 100 enflasyon vardı, siyasal istikrar yoktu, gelecek belirsizdi ve tüm bu faktörler borsanın önünü tıkamıştı.
Böylece tatsız gerçeklerimizle bir kez daha yüzleşmek bahtsızlığına uğradık gece yarısı. Gerçi bizim borsamız geçen yıl sıra dışı bir tırmanış gerçekleştirmişti ve bu yılki gerilemede belki bunun da payı olabilirdi ama ABD ve Avrupa'da enflasyon son 30 - 40 yılın en düşük düzeyine inerken ve borsalar rekor üzerine rekor kırarken yüzde 100 enflasyonla anılan bir ülkede yaşadığını hatırlamak ve "politik istikrarsızlık" lafını duymak insanın içine sıkıntılar basmasına yetiyordu.

Dünyada olup biteni biraz rötarlı izleyen ve ancak yumurta kapıya gelince olayın farkına varan Türkiye'de Asya krizi nihayet gündeme girdi ama ABD ve Avrupa borsalarının rekor üstüne rekor kırması henüz fazla dikkat çekmiyor. ABD'de son 30 yılın, Fransa'da son 41 yılın en düşük enflasyon rakamlarının yakalanmış olması bizde haber bile olmuyor. "Bizi Avrupa'ya almadılar" diye gocunan Türkiye'de, Avrupa Birliği'nin şu andaki tek gündem maddesini oluşturan para birliğine ve tek paraya, "Euro"ya geçiş konusunu konuşan tartışan kaç kişi var acaba?
Biz burada türban - sakal tartışıp sorun çözemeyen politikacıların bıkkınlık veren ayak oyunlarıyla oyalanır ve hemen her konuda slogan yarışmasını sürdürürken dünya ekonomisinde çok önemli gelişmeler olduğunu, belki de yeni bir dönemece gelindiğini farkedecek halde değiliz. Dünyada önemli gelişmeler yaşanırken bu gelişmelerden kopuk bir gündemle ayları, yılları geçirmenin bir maliyeti olmadığını sanarak kendimizi avutuyoruz. Dünyadan bu kadar kopmanın ve dünyadaki gelişmelere karşı kürek çekmenin nelere malolacağını düşünmeden "bize bir şey olmaz" deyip günümüzü gün etmeye bakıyoruz.

New York borsasıyla Avrupa hisse senedi borsalarında yaşananlar gerçekten şaşırtıcı. Wall Street'in yani New York borsasının nabzını ölçen Dow Jones endeksi geçen hafta birkaç kez rekor kırarak 8,500 sınırını da aştı ve yılın bütününde yüzde 10 dolayında artış bekleyenleri daha şubat sonunda yüzde 8'lik artışı yakalayarak şaşırttı. Londra, Paris, Frankfurt, Zürih, Milano, Madrid gibi Avrupa'nın önde gelen borsalarının hepsinde yeni rekorlar kırıldı. Belçika, Hollanda, Portekiz, İrlanda ve Finlandiya borsaları da rekorlar kervanına katıldı.
Borsalardaki bu patlama söz konusu ülkelerde enflasyonsuz büyümenin yakalanmış olmasıyla ilgili görünüyor. Enflasyonsuz büyümenin gerisinde ise bütçe açıklarının kapatılması, faiz oranlarının düşmesi, yeni üretim kapasitelerinin devreye girmesi ve verimliliğin artırılması var. Asya'dan esmekte olan deflasyon rüzgarının da etkisiyle fiyat artırma olanakları sınırlanan firmalar buna karşın karlarını artırmayı başarıyorlar.

Bu arada son yıllarda neredeyse sürekli yükseliş gösteren borsalarda esmekte olan aşırı iyimserliğin de bu rekor dalgasını beslediği görülüyor. Kimilerine göre bu iyimserlik gerçekçi bir değerlendirmeye dayanıyor ve endişe edecek hiç bir şey yok. Özellikle ABD ekonomisinde artık "yeni paradigma"nın geçerli olduğunu ve borsalardaki çıkışın süreceğini iddia edenler var.
Kimileri ise (ABD Merkez Bankası Başkanı Greenspan de bu görüşe yakın) borsalardaki "balon"un şişmeye başladığını ve bir noktada patlamasının kaçınılmaz olduğunu ileri sürüyor. Bu tezi savunanlar bunun ne zaman olacağını söyleyemiyor, Greenspan 12 ila 18 aydan söz ediyor. Bu görüştekiler, bir noktada Wall Street'de başlayacak bir "düzeltme"nin tüm Avrupa borsalarını da etkileyeceğini tahmin ediyorlar.
Söz konusu borsalarda bir noktada bir düzeltme yaşansa bile bu çıkışı besleyen
olumlu gelişmeler bir anda yokolmayacak ve biz enflasyonun silindiği, karlılığın ve büyümenin teknolojiye ve verimliliğe endekslendiği bir dünyada yüzde 100 enflasyonla ve saçma sapan bir gündemle kendimize yer bulmaya çalışacağız. Yunanistan ve Portekiz dahil tüm AB ülkelerinin enflasyonu yıllık yüzde 5'e çektiği bir dünyada şubat ayı enflasyonu yüzde 5 çıkarsa avanakça bayram edeceğiz.

Çin takvimine göre "Öküz yılı" ocak ayı sonunda başladı. Biz de 28 şubat 1997'yi "balans takvimi"nin başlangıcı olarak alabiliriz. Bugün bu yazı yazılırken takvimler gene 28 şubatı gösteriyor ve "balans ayarı"nın ilk yılını değerlendirmek için bir vesile yaratıyor.
Bir yıl önce, 6 mart 1997'de bu köşede yer alan yazıda, Milli Güvenlik Kurulu(MGK)nun 28 şubattaki toplantısında alınan kararlardan sonra ortaya çıkan tabloyu değerlendirirken, "Bu tablodan her şey çıkabilir", demiş ve bazı öngörülerde bulunmuştuk. Dileyen okurlar aşağıdaki çerçeveli kupürde yeniden sunduğumuz bu öngörülere bakarak hangi noktalarda isabetli, hangilerinde isabetsiz ve yetersiz değerlendirme yaptığımızı saptayabilirler.
İtiraf edelim ki bir yıl önce gelinen noktada bazı öngörülerde bulunmak daha kolaydı. "Balans takvimi"ni belirleyenlerin kararlılığı ve Refah - Yol hükümetinin aymazlığı işimizi kolaylaştırıyordu.Buna karşın bazı noktalarda öngörülerimizin yetersiz kaldığını gördük. Şimdi "balans takvimi"nin ilk yılını değerlendirirken öncelikle bu noktalara değinmeye ve bundan sonrası için bu kez öngörülerimizi değil kaygılarımızı belirtmeye çalışacağız.

"Balans takvimi"nin ilk yılında beni biraz şaşırtan gelişmelerin en önemlisi Refah Partisi(RP)'nin iktidardan dışlanınca gösterdiği acz ve teslimiyet oldu. "Türkiye'nin en örgütlü partisi" denen ve iktidardayken esip gürleyen RP iktidardan uzaklaştırılınca süt dökmüş kediye döndü ve sonunda tabelasını indirmek zorunda kaldı.
RP'nin bu şekilde sönüşü "balans takvimi"ni belirleyenlerin Türkiye'nin ortamını bizden daha doğru değerlendirdikleri izlenimini yarattı. Sekiz yıllık eğitim geçti, RP kapatıldı ve etkisi sınırlı kalan bazı gösteriler dışında fazla bir şey olmadı.
"Balans takvimi" bu açıdan başarılıyla uygulandı ama bu takvimi uygulamaya memur edilen hükümetin diğer alanlarda pek de başarılı olduğu söylenemezdi. Toplumun taleplerini karşılamak ve "laiklik balansı" dışında kalan dengesizlikleri gidermek açısından ne yazık ki fazla bir şey yapamadı Yılmaz hükümeti. Ekonomide durum idare edildi; rejimin normalleşmesi yolunda da büyük bir ilerleme sağlanamadı. Şimdi bu hükümetin bittiği ve erken seçimin kaçınılmaz olduğu konuşuluyor.
Gelinen noktada dört kaygı öne çıkıyor: (1) Diken üstünde duran finans piyasaları bir noktada aşırı strese dayanamayabilir. (2) Yeni bir seçim yeni dengesizlikler yaratıp yeni "balans ayarları"nı gündeme getirebilir.(3) Ekonomi ve politika aynı anda istikrarsızlığa sürüklenirse "balans ayarı"nı tutturmak zorlaşabilir.(4) "Balans ayarı"na tepki bir anda yaygınlaşabilir.

Yazara Email O.Ulagay@milliyet.com.tr