Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Osman ULAGAY

AB Türkiye'ye tam üyelik için ışık yakmadan oyalama taktiğini sürdürdükçe "kendi yolumuza gidelim" diyen Türkler çoğalıyor.


Bertelsmann Vakfı'nın Ankara'da düzenlediği toplantıda genişme sürecindeki Avrupa Birliği(AB) karşısında Türkiye'nin durumu tartışıldı. Çeşitli Avrupa Birliği ülkelerinden gelen konuşmacılarla Türk konuşmacıların bir masa etrafında bir araya gelerek konunun farklı boyutlarını ele aldıkları toplantıda benim en fazla dikkatimi çeken nokta, AB'nin Türkiye'ye karşı tutumunun Türklerde yaratmış olduğu bıkkınlıktı. AB'ne karşı önyargılı olmadıklarını çok iyi bildiğim, çeşitli alanlardan gelen Türk katılımcıların hemen hepsi AB'nin Türkiye'nin tam üyeliğine yaklaşımının dürüstlük ve açıklıktan yoksun olduğu noktasında birleşiyordu.

"Kendi yolumuza gideriz"

Toplantıya katılanlara akşam yemeğinde hitabeden TBMM Başkanı Hikmet Çetin'in de belirttiği gibi, AB'nin bu tavrını sürdürmesi halinde Türkiye'deki kamuoyu, "o zaman biz de kendi yolumuza gideriz", noktasına kolaylıkla sıçrayabilirdi. AB'nin Türkiye'ye haksızlık ettiği kanısı artık sokaktaki adamdan sorumluk noktasındaki yetkilere kadar uzanan yaygın bir kesimin ortak izlenimi haline geliyordu.
Başta Almanya olmak üzere Türkiye'ye tam üyelik yolunu açmamak için çeşitli oyalama taktiklerine başvuran AB üyelerinin Türkiye'de giderek yaygınlaşan bu izlenimi tam olarak kavradıkları kuşkuluydu. Onlar hala Türkiye'ye, "önce ev ödevini tamamla, sonra tam üyeliği düşün", diyerek durumu bir süre daha idare edebileceklerini düşünüyorlardı, sanki.

"Ev ödevi" gerekçesi

Türkiye'nin AB ile tam üyelik yolunda ilerlemek için gerekli olan önkoşulların birçoğunu hala yerine getirmediğini, "ev ödevi"ni tam olarak yapmadığını Türkiye'de aklı başında olan herkes biliyordu. Örneğin 1996 yılı başında AB ile gümrük birliği uygulamasını başlatan Türkiye'de, daha o zaman çalışmaya başlaması gereken Rekabet Kurulu'nun ilk toplantısını ancak bu hafta yapabilmiş olması kendi çapında bir skandaldı. Aylık enflasyonu AB'nin yıllık ortalamasını katlayan Türkiye'nin şu andaki makroekonomik tablosuyla para birliğine giden AB'ne uyum sağlayacağını kimse söyleyemezdi. İnsan hakları ve demokratikleşme konularında AB'nin eline koz vermek için hiç bir fırsatı kaçırmadığımız da bir gerçekti.
Evet bütün bunlar doğru ama bugün birçok bakımdan Türkiye'den de büyük eksikleri bulunan bazı ülkelere tam üyelik yolunu açmaya hazırlanan AB'nin salt bu gerekçelere dayanarak Türkiye'ye tam üyelik perspektifini bile vermemesi en azından Türklere dürüst ve haklı bir davranış gibi görünmüyor. Türkiye'yi dışlamaya çalışan AB üyelerinin asıl gerekçelerinin bunlar olmadığı konusundaki izlenimler de giderek yaygınlaşıyor.

Asıl neden hazımsızlık mı?

Başta Almanya olmak üzere Türkiye'ye tam üyelik yolunu açmaya yanaşmayan ülkelerin asıl gerekçesi Türkiye'yi AB içinde "hazmedilebilir" bir ülke olarak görmekte zorlanmalarından mı kaynaklanıyor diye düşünmeden edemedim, Ankara'daki toplantıyı izlerken. Burada onların dışardan Türkiye'ye bakışıyla bizim kendimize bakışımız arasındaki asimetri de önemli bir rol oynuyor galiba. Biz Türkiye'de kendi potansiyellerimizi farketmekte ve kullanmakta yetersiz kaldığımız için Türkiye'nin bu potansiyelleri tam olarak kullanması halinde bölgede ve hatta dünyada ne kadar etkili bir rol oynayabileceğini de tam olarak kavrayamıyoruz ve Avrupa'nın bizi kolaylıkla içine alabileceğini düşünüyoruz. Avrupa'nın yeni yapısında belirleyici olmak isteyen ve ayrıca bu bölgede etkili olma iddiaları bulunan Almanya ise bu potansiyeli görüyor ve Türkiye'yi AB'nin sınırında tutmanın daha uygun olacağını hesaplıyor sanki.

Türkiye dışlanırsa

AB Bakanlar Konseyi'nin 12 aralıkta yapacağı toplantıda da Türkiye'ye tam üyelik yolunda elle tutulur bir ışık yakılmazsa Türkiye ne yapmalı? Bu soruya cevap ararken bugün dünden farklı düşünenler hayli fazla. AB, bu konuda dürüst ve açık bir yaklaşımı benimsemek yerine artık kabak tadı veren oyalama taktiklerini sürdürürse, Türkiye'nin AB tam üyeliği takıntısından vazgeçip kendi inisiyatifiyle Avrupa'nın kıskanacağı bir ülke haline gelme yoluna girmesinin daha doğru olduğunu düşünenler her halde daha da artacak.



Bertelsmann Vakfı tarafından düzenlen toplantıda ilginç bir konuşma yapan
Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Çevik Bir," bizim beklentimiz Türkiye'yi Avrupa'dan dışlamanın gelecekte Avrupa için de çok hayati bir bedeli olacağının Avrupalı dostlarımız tarafından anlaşılmasıdır",dedi.
Avrupa'nın yeni stratejik vizyonunun oldukça dar görüşlü bir çerçeveye oturtulduğunu belirten General Bir şöyle konuştu:
"NATO ve Avrupa Birliği'nin genişleme süreci, Avrupa'da adı demir perde olmayan ama Batı tarafından çizilen ve benim Western Curtain(Batı Perdesi) dediğim bir yeni bölünmeye gidecek önemli ipuçları vermektedir.Böyle bir bölünmenin, gelecekte Avrupa'nın şu anda oluşturduğunu sandığı güvenli bölge için önemli sıkıntılar ve yeni gerginlikler yaratacağını düşünmekteyim."
Türkiye, 1963 Ankara Anlaşması ile gelecekte AB'ne girme konusunda bir anlaşma yapmış olup, bundan tam 34 yıl önce AB'ne girmek üzere kendini angaje etmiş, AB da aynı şekilde bu sürece angaje olmuştur. Ancak 1990'lı yıllarda, SSCB ve Varşova Paktı çöktükten sonra Avrupa'da oluşan, az önce eleştirdiğim stratejik vizyon, ya da bana göre vizyonsuzluk, Türkiye'yi Avrupa'nın yeni haritasından dışlayan bir tavır sergilemektedir. Bugün sokaktaki adam, "Acaba Türkiye 40 yıl süre ile Varşova Paktı üyesi komünist bir ülke olsaydı ve NATO'yu tehdit etseydi bugün AB'ne girişi daha mı kolay olurdu?" sorusunu sormaktadır. Bunu bir abartı olarak kabul etmeyin. Çok uzun yıllar Avrupa ile entegrasyonu bir siyasi hedef olarak öngören Türk insanının, Avrupa'nın bu davranışı karşısındaki tepkisini çok iyi anlayacağınıza inanıyorum."
Türkiye mevcut demokratik, laik yapısı ve pazar ekonomisine uyumu, rekabet edebilir işgücü ile Avrupa için günümüzde ve gelecekte olağanüstü katkı sağlayacak potansiyele sahiptir.
Bu itibarla Türkiye'nin Avrupa ve Atlantik ötesi yeni güvenlik çatısı oluşturulurken Avrupa'nın tüm kurum ve kurumuşları içinde yer almasının ve bu mimari yapıdaki tüm birimler ve ülkelerle tam bütünleşmesinin sağlanmasının gerekliliğini ve kaçınılmazlığını bir defa daha vurgulamak istiyorum.




Yazara EmailO.Ulagay@milliyet.com.tr