Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Sevgili Evin İlyasoğlu nun bizi müzikle ve müzisyenlerle buluşturmak için gösterdiği çabanın bir ürünü olan bu benzersiz konser sonrasında Burak Bilgilinin annesi, babası ve ağabeyi ile tanışmak olanağını bulduk. Babası, dünya sahnelerinde hızla yükselen Burakın her şeyden önce Türkiyedeki göreceği ilgiye önem verdiğini anlattı ama asıl ilginç olan annesinin anlattıkları idi. Sevgi Soysal ın 12 Mart 1971 askeri darbesinin karanlık günlerinden bir kesit veren "Barış Adlı Çocuk" öyküsündeki "anaç yüzlü polis kadın"dı Burakın annesi ve karşımızda duran ağabeyi de öyküye adını veren Barıştı. Boğaziçi Üniversitesinin tarihi saatli binasındaki konser salonunda, müthiş bir ses yankılanıyor. Programına Adnan Saygunun Köroğlusu ile başlayan genç bas Burak Bilgili, sesi kadar delici bakışları ve sahnedeki duruşuyla da hemen yakalıyor insanı, etki alanına çekiveriyor. Bu yıl New Yorkta, Metropolitan Operasında başrol (Mozartın Don Giovannisinde Leporello rolü) oynamış olmasına hiç şaşmıyorsunuz Burak Bilgiliyi dinlerken. 1998 yılında Siemens firmasının düzenlediği Yılın Sanatsal Yeteneği yarışmasında birinci sırayı alarak ABDde müzik eğitimine başlayan Bilgili, kısa sürede yaptığı büyük aşamayla dünya opera sahnelerinin vazgeçilmez isimlerinden biri olma yolunda. "Barış Adlı Çocuk"u bulup yeniden okudum. Korkunç bir kasvet çöktü içime. Solcu ve aydın kıyımının doruğa çıktığı, kitap düşmanlığının komediye dönüştüğü o dönemde insanların birbirine karşı acımasızlığının da hangi boyutlara tırmandığını düşündüm. Kadınlar hapishanesinde görevlendirilen kadın polisle beş yaşındaki oğlu Barışın bile "faşist" diye nitelenerek düşman addedildiği o günlerin karanlık ortamını hatırladım.Bugün sivilleşme ve demokratikleşme yolunda önemli adımlar atarak Avrupa Birliğinin kapısını zorlayan bir Türkiyede yaşarken 12 Martın, 12 Eylülün karanlık günlerini hatırlamak bile zor geliyor insana. Barışın kardeşi Burakın dünya sahnelerindeki başarısı Türkiyenin nereden nereye geldiğinin de bir göstergesi. Onlarca, yüzlerce Burakın bilimde, edebiyatta, müzikte, sanatta adını dünyaya duyuracağı günlerin eşiğindeyiz belki de. ABD yönetiminin barışı değil savaşı yükselen değer haline getirmek istediği bir dünyada yaşarken bile, sanata verilen önemin giderek arttığı bir Türkiyede gelecek için ve çocuklarımız için iyimser olmak mümkün pekâlâ. 12 Marttan bugünlere Yıllar süren bir mücadele sonucunda, aşılmaz görünen engelleri aşarak İstanbulu bir modern sanat müzesine kavuşturmanın mutluluğunu yaşayan Oya Eczacıbaşı, İstanbul Modern in insanımızı ve özellikle de çocuklarımızı, gençlerimizi sanatla, kültürle buluşturacak bir mekan olarak anlam kazanacağını umuyor. Öte yandan Lütfü Kırdar Kongre Merkezinin Rumeli salonlarında düzenlenen Artİstanbul sanat fuarının yöneticisi Erhan Ersöz, on bin dolayında çocuğun fuarı gezmesini hedeflediklerini söyledi hafta içinde. Dün kapanan fuarda bu hedefe erişildi mi bilmiyorum ama ilkokul çocuklarının resimle, sanatla buluşması, sanatçılarla tanışmak ve onları dinlemek fırsatını bulması başlı başına bir olay bence. Erhan Ersözün önayak olduğu bir diğer girişim de Akmerkezdeki açık sanat sergisi. Önde gelen Türk ressamlarının, heykeltıraşlarının, fotoğrafçılarının yapıtlarını Akmerkezdeki mağazaların vitrinlerinde izleyebiliyorsunuz.Sanattan, resimden söz açmışken Raffi Portakal ın İstanbula getirdiği Renoir, Picasso, Dali, Dufy gibi dünya çapında ustaların yapıtlarını da unutmamak gerekiyor. Bu yapıtlara bakarken resme baktığını falan unutabiliyor insan, Burak Bilgiliyi dinlerken kapıldığı o farklı duyguyu hissedebiliyor. Bushu, savaşı, silahı, kirlilikleri ve çirkinlikleri bir an için unutup bir pazar sabahını bunları yazarak geçirmek de iyi bir değişiklik oldu benim için. Sanat ve çocuklar TMSF (Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu) tarafından satışa sunulan Erol Aksoya ait tablo kolleksiyonu dün açık artırmaya çıktı. Daha önce kısmen görmüş olduğum bu kolleksiyonu dağılmadan önce görmek için Antik Saraya gittim. Koskoca binanın girişinden itibaren her yanı kaplamıştı duvarlara dayanmış ya da asılmış tualler. Şaka değil, devasa boyutta yapıtların da yer aldığı 340 parçalık muazzam bir kolleksiyon bu. Osman Hamdiden Sabri Berkele, Bedri Rahmiden Fahrelnissa Zeyde, Zeki Faik İzerden Burhan Doğançaya, Türk resminin önemli bir kesitini kapsayan bir kolleksiyon. Erol Aksoy, parayı iyi yönettiğini iddia ederek banka sahibi oldu. İşlerin iyi gittiği dönemde hükmettiği paranın bir bölümüyle bu kolleksiyonu oluşturdu. Onun ve onun gibilerin ilgisi, Türkiyedeki resim piyasasının canlanmasında önemli rol oynadı, fiyatları yukarı çekti. Bu ilgi sayesinde hatırı sayılır kolleksiyonlar oluştu, çeşitli kişilerde müze kurma hevesi doğdu. Erol Aksoy da bunlardan biriydi.Önceki gün bu tablolar arasında dolaşırken geride kalan bir dönemin dramatik bilançosunu düşündüm ve bir dizi soru geldi aklıma: 1980lerin ve 1990ların kendine özgü koşullarında kazanılan paralarla resme yatırım yapanların bir bölümü neden battı? Sanata yatırım yapmak parayı yönetmekten daha mı kolaydı? Sanata yatırım yapmak için macerasever olmak şart mıydı? Bundan sonra kim sanata yatırım yapacaktı? oulagay@milliyet.com.tr Para ile sanatın dramatik ilişkisi