Dün sabah muhteşem bir hava vardı İstanbul'da. İncecik bir sis tülünün perde perde açıldığı serinlikte, çekingen sabah güneşinin denizde yaptığı yansımalara bakarak sahilde yürürken baharın ilk kokularını da duyuyordum sanki. Bütünüyle insanı teslim almak isteyen bu ortamda uçsuz bucaksız düşüncelere dalıp gitmek varken oturup bir gazete yazısı mı yazacaktım ben?
İşini ciddiye alan, okuruna saygı duyan bir gazete yazarının ikilemlerini ve çıkmazlarını bu işin dışında olanların anlaması pek kolay değil sanırım. Bir kere hemen her şeyin karmaşıklaştığı bir dünyada herhangi bir konuda fikir yürütürken, yorum yaparken tuzaklara düşmeniz, hata yapmanız çok kolay. Ele aldığınız konunun hesaba katmadığınız bir boyutu sizin vardığınız sonucu havada bırakabiliyor. İkincisi, okur, yazara karşı çok insafsız ve yargılayıcı olabiliyor. Sözgelimi kendi uzmanlık alanına giren bir konuda en küçük bir ihmalinizi yakalasa hemen sizi cehaletle suçlayıp hesap sorabiliyor. Daha da kötüsü, sizin görüşlerinizden kendine göre sonuçlar üretip sizi buna göre yargılayabiliyor, sizin bir değinmenizden yola çıkıp sizi bir genel tavrın savunucusu, bir davanın tarafı olarak görebiliyor.
Dini bayram günlerinde yazı yazarken bu ikilemleri daha da güçlü hissediyorum ben. "Hoşgörü" sözcüğüne bile alerji gösterenlerin sesinin çıktığı bir ülkede dini inançlar konusundaki hoşgörüsüzlük ürkütücü boyutlarda. Tek bir cümlenize bakıp sizi "yobaz" ya da "kafir" diye damgalamaya hazır kıtaların bulunduğunu hissediyorsunuz hep.
Bütün bunları bilmeme karşın bu Kurban Bayramı öncesinde gündeme gelen "kurban kesme ya da kesmeme" tartışması hakkında bir şeyler yazmaya niyet etmiştim. 2000 yılında böyle bir tartışmanın Türkiye'nin gündemine gelmesi ve İslami kesimde sözü dinlenen bazı kimselerin de bu tartışmada farklı görüşler öne sürmeleri umut verici bir gelişme gibi görünmüştü bana. Kurban kesmenin gerekli olup olmadığının çeşitli kriterlere göre tartışılabilmesi çok şeyin tartışılabileceğinin bir işareti sayılabilirdi belki de.
Ancak önceki günkü Yeni Şafak gazetesinde Fehmi Koru'nun yazısını okuyunca afalladım. Kurban kesmenin bir "ibadet" olduğunu belirten Koru şöyle diyordu yazısında: "Daha önce dışa fazlaca yansımayan (bu) ibadetin niteliğiyle ilgili tartışmanın bu yıl yüksek sesle yapılmasının ardında, gerginlik kaynağı olan deri yatıyor. 'Kurban kesmek yerine sadaka da verilebilir' diyen bilginlerin zihninde, kurban derisine konulan ambargoyu bu yolla aşma niyeti bulunduğu açık.."
Diyorum ya bu dünya çok karmaşık ve bu ülkede yazı yazmak da zor bir iş.
Hepinize iyi bayramlar efendim.
Yazara E-Posta: oulagay@milliyet.com.tr