Yıllar önce, Ankara’da yedeksubaylık yaparken bir süre Mamak askeri cezaevinde görevlendirilmiştim. Görevlerimden biri de tutuklu ve hükümlülere ders vermekti. Bu dersler sırasında, ilgiyi canlı tutmak için anlattığım hikayeler arasında en beğenileni ise kedisini çitileyerek yıkayan kasabın hikayesi olmuştu. Hikayeye göre, mahalle kasabının önünden geçerken bu olaya tanık olan yaşlı bir mahalleli dayanamayıp kasabı uyarır, "Böyle çitileyerek yıkarsan hayvan ölür" der. Kasap "Git işine babalık, işime karışma" diye cevap verir. Bir saat kadar sonra evine dönmekte olan yaşlı mahalleli, kasabın önünde küçük kedinin ölüsünü görünce yine dayanamayıp kasaba çıkışır, "Gördün mü işte, hayvan ölmüş" der. Kasap, yaşlı adamı bir kez daha tersler: "Bilmeden konuşma babalık, yıkarken hiçbir şey olmadı kediye, sıkarken öldü."
Duyarlı dengeler
Önceki gün Koç Üniversitesi’nde Dr. Cevdet Akçay’ın konuşmasını dinlerken her nedense(!) bu hikaye geldi aklıma. Koç Üniversitesi ile Koç Yatırım’ın ortaklaşa düzenlediği toplantıda, Türkiye ekonomisinin kritik bir dönemeçte bulunduğunu ve duyarlı dengelerde durduğunu anlatan Akçay bu noktada yapılacak yanlışların, atılacak yanlış adımların bu dengeleri ne kadar kolay bozabileceğini de ortaya koydu. Akçay’a göre bugünkü durumda "Bu borç ödenemez" yaygarasına gerek yoktu ve mevcut dengelerin seçimden sonra da korunması halinde Türkiye’nin bir borç krizi yaşaması kaçınılmaz değildi. Ama seçimden sonra iktidara gelecek olanların, hikayedeki kasabın tavrıyla, ekonomiyi, mali piyasaları ve ekonomi bürokrasisini "çitilemeye" kalkışması halinde Türkiye çok kolaylıkla yeni bir krize sürüklenebilirdi.
İktidara talip olan kimi siyasi parti yetkililerinin ettikleri laflara, takındıkları tavra bakınca Akçay’ın sözünü ettiği bu olasılığın, ne yazık ki hiç de gözardı edilemeyecek bir olasılık olduğunu düşünmeye başlıyor insan. "IMF’yi kovarız" diyenler bir yana, borçları "ötelemekten", IMF ile yeni müzakere açmaktan, faiz dışı fazla rakamı ile oynamaktan söz edenlerin de, kedisini çitileyerek yıkayan kasaptan pek farkı yok. Bunlar iktidara gelebilirlerse, tıpkı "Kedi benim, sen karışma" diyen kasabın küstahlığıyla, "İktidar bende, ekonomide istediğimi yaparım" havasına girebilirler, kolaylıkla.
Tehlike nerede
Cevdet Akçay’ın ortaya koyduğu verilere göre, kritik noktadaki borç sorununu çıkmaza sürükleyebilecek olan faktörlerin başında döviz kuru geliyor. Şu anda kamunun toplam borç stoğunun % 63’ü döviz kuruna endeksli hale gelmiş durumda. Kurdaki bir yükselme, oranı ölçüsünde zıplatabilir borç yükünü ve bir borç çıkmazına sürükleyebilir bizi.
Borç sorununu çıkmaza sürükleyebilecek ikinci faktör, çok söylendiği gibi Hazine’nin ödediği faizin düzeyi. İç borç stoğunun % 46’sı değişken faizli ve çeşitli riskler nedeniyle faizlerin yüksek seyretmesi ve daha da yükselmesi borç sorununu ağırlaştırabiliyor.
Borç dinamiği denkleminin üçüncü ayağında ise ekonominin büyüme hızı var. Akçay’a göre geçen yıl küçülen Türkiye ekonomisinde bu yıl ciddiye alınması gereken bir "düzeltme" yaşanıyor ama ekonomideki büyümenin sürmesi için mutlaka iç talepteki bir canlanmayla desteklenmesi gerekli. Bunun önkoşulu da Türkiye’de insanların yeni risklerle karşılaşacaklarını düşünmekten kurtulmaları; tüketim, üretim, yatırım kararlarını güven içinde verebilmeleri.
Kriz reçetesi
Bütün bunlardan, 3 Kasım sonrasında iktidara gelecek partinin (ya da partilerin), ekonomide ve özellikle mali piyasalarda kriz yaratmak için neler yapması gerektiğini çıkartabiliriz. "Ben bilirim" havasına girip kendi bildiğini okumaya başlayan, Merkez Bankası ve Hazine bürokratlarını "çitilemeye" kalkışan, IMF’nin tavrını yanlış okuyarak IMF ile ilişkilerde sorun yaratan, kendi yandaşlarına ulufe dağıtmak için cinlikler düşünen ve güvensizlik yaratan bir iktidar bizi çok kolaylıkla yeni bir krize sürükleyebilir.