Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Osman Ulagay

28 şubatta verilen mesajı anlamayan DYP grubu bugünkü tehlikeli tırmanışa zemin hazırladı
Anlayana Türkiye'de yeni bir sürecin başladığını anlatan 28 şubattaki Milli Güvenlik Kurulu(MGK) toplantısından sonra bu köşede yapılan değerlendirmede aynen şunlar yazılmıştı:
* Askerler hedefi belli olan bir adım atmış durumda. Hedefe varmanın süresi de belli. Bu sürede bu hedefe varılamazsa ikinci adımı atmaya kararlılar.
* Bu çerçeve içinde belirlenmiş olan hedefin gerektirdiği adımların bugünkü hükümetçe sulandırılmasına ve savsaklanmasına askerlerin seyirci kalması beklenemez. RP - DYP hükümeti bu mesajı doğru algılamazsa askerlerin yeni bir adım atması için ortamı hazırlamış olur.
* Parlamento'nun kendi içinden çözüm üretmesi askerler için kuşkusuz birinci tercih. Bu yöntemle laik düzene karşı tehdit oluşturmadığına inanılan bir hükümetin oluşması halinde şu anda yaşanmakta olan gerilimin bir anda aşılması olası.

Tutmayan varsayım

İtiraf edeyim ki o gün bu değerlendirmeyi yaptığımda özellikle DYP kanadından yeterli sayıda milletvekilinin MGK'da verilen mesajı anlayacağını ve "Çiller büyüsü"nü aşarak Refah - Yol'un çözülmesini sağlayacağını düşünmüştüm. Bu varsayıma dayanarak da özetle şu değerlendirmeyi yapmıştım:
* Meclis içinden Refah Partisi(RP)yi dışlayan yeni bir hükümetin çıkmasıyla bugünkü gerilim aşılabilir ama bu yeni gerilimlerin doğmayacağı anlamına gelmez. RP'nin hırçın muhalafeti yeni gerilimler yaratabilir.
* RP'nin ekonomide ve diğer alanlarda ortaya koyduğu hedeflerin hayali olduğu iyice ortaya çıkmadan hükümet dışında bırakılması RP'nin ekmeğine yağ sürebilir.
* RP'yi dışlayan bir hükümetin, toplumdaki "daha temiz ve daha adil" bir toplumu hedefleyen yenilenme ve reform taleplerini gözardı ederek, MGK tarafından belirlenen "laik düzenin restorasyonu" gündemine hapsolması RP'nin yükselme şansını daha da artırabilir.

Jötonu geç düşenler

Ne yazık ki DYP grubu için yaptığım öngörü tutmadı. Yalım Erez ve Yıldırım Aktuna gibilerin bile Refah'la yürümenin sonuçlarını idrak etmeleri ve "Çiller büyüsü"nu kırmaları için hayli süre gerekti. Necmettin Cevheri daha da geç tepki gösterdi. Sultanahmet mitinginde Çiller'in arkasına dizilenlerin bazılarının bu noktaya gelmesi ise ne yazık ki bizim mahalledeki büfecinin ve marketçinin "darbe ne zaman ağabey" diye sormaya başladığı günlere rastladı. Bazıları ise hala "Çiller büyüsü"nün etkisi altında. Onların durumu kavraması için ne gerekiyor bundan öte, doğrusu bilemiyorum.

Seçim yolu açılır mı?

Jetonu çok geç düşen politikacılarımız sayesinde bugün gelinen noktada gerilim bir başka boyuta taşınmış durumda. Artık açıktan açığa "Meclisi açık tutmanın yolları" tartışılıyor. Buna karşın bugünkü hükümetin düşmesi ve zorunlu yasal düzenlemeleri yaptıktan sonra ülkeyi seçime götürecek bir hükümetin kurulabilmesi halinde bugünkü gerilimin aşılması gene de mümkün görünüyor. Bu hükümet yukarda değindiğim tuzaklara düşmezse, belki yeni gerilimler yaratmadan ülkeyi seçime götürebilir. Ancak bunları söylerken bir kez daha politikacıların aklın yolunu seçeceği varsayımını yaparak kendi kendimi mi kandırıyorum acaba diye de düşünmeden edemiyorum.

Yukardaki değerlendirmeyi yaparken acınacak halimizi de düşünmeden edemedim. Parlamentonun, sivil politikacıların aczini peşinen kabul edip, Parlamanto dışından gelen bir etkinin nasıl massedileceğini, sistemin şeklen nasıl korunacağını tartışıyoruz. Bu arada toplumu her zaman "güdülecek yığınlar" olarak gören kimileri neredeyse tankların üstüne çıkıp Cumhuriyet tangosu yapacaklar. Türkiye'nin bu noktalara gelmesinde, Refah Partisi'nin yükselişinde, toplumdaki dönüşümü gözardı eden bu anlayışın, "işi askere ihale etme" tembelliğinin ne kadar belirleyici olduğu unutulmuş gibi.
Türkiye Genç İşadamları Derneği(TÜGİAD) Başkanı Murat Bekdik'in sözleriyle, "demokrasi tembelleri olarak, beceriksizlik ve basiretsizlik sonucu ipleri gerdikten sonra, çözümü bir kez daha ülkemizin en saygın kurumlarının başında gelen Silahlı Kuvvetlerimizden beklemek, demokratik rejimimize indirilecek en büyük darbe ve toplumumuzun tüm kesimleri ile kendi acizliğimizin en büyük kanıtı olacaktır."




25. İstanbul Müzik Festivalinde kaçırılmayacak konserler var

Geçen hafta Londra'da izlediğim bir sanat olayının benzersiz titreşimlerini hala hissediyorum içimde. Milton'un şiiri, Handel'in müziği, Blake'in pastel renkleri üzerine ENO(İngiliz Ulusal Operası)nın koro ve solistleriyle Mark Morris'in rüya dansçılarının yarattığı olayı sözcüklerle anlatmak olanaksız.Londra'ya dokuz yıl rötarla gelen "L'Allegro, il penseroso ed il moderato" ile bambaşka bir aleme sürükleniyor ve geri gelmek istemiyor insan.
Bugün başlayan 25. İstanbul Müzik Festivali'nde "L'Allegro" ve Mark Morris'in rüya dansçıları yok ama cinnet geçiren bir toplumda yaşadığımızı bize unutturacak dünyaca ünlü solistler, seçkin orkestralar, gruplar var. Hemen dikkati çekenler arasında ünlü tango dehası Piazzola'ya saygı konserinde çalacak olan Gidon Kremer'i, kemanın parlayan yıldızı Maxim Vengerov'u, flütçü James Galway'i, sitar üstadı Ravi Shankar'ı ve Lebeque kardeşleri; Wolfgang Sawallisch yönetiminde Concertgebouw Kraliyet Orkestrasını, Ricardo Muti yönetiminde La Scala Filarmoni Orkestrasını, Leonard Slatkin yönetiminde BBC Senfoni Orkestrasını ve Gabrieli Consort topluluğunu sayabilirim.
Birçok gösteriye sanırım hala bilet bulabilirsiniz. Bilet fiyatları ilk bakışta biraz yüksek görünebilir ama bu çapta müzisyenleri başka ortamlarda izlemenin çok daha pahalı olduğunu unutmayın.

Osman Ulagay

28 şubatta verilen mesajı anlamayan DYP grubu bugünkü tehlikeli tırmanışa zemin hazırladı
Anlayana Türkiye'de yeni bir sürecin başladığını anlatan 28 şubattaki Milli Güvenlik Kurulu(MGK) toplantısından sonra bu köşede yapılan değerlendirmede aynen şunlar yazılmıştı:
* Askerler hedefi belli olan bir adım atmış durumda. Hedefe varmanın süresi de belli. Bu sürede bu hedefe varılamazsa ikinci adımı atmaya kararlılar.
* Bu çerçeve içinde belirlenmiş olan hedefin gerektirdiği adımların bugünkü hükümetçe sulandırılmasına ve savsaklanmasına askerlerin seyirci kalması beklenemez. RP - DYP hükümeti bu mesajı doğru algılamazsa askerlerin yeni bir adım atması için ortamı hazırlamış olur.
* Parlamento'nun kendi içinden çözüm üretmesi askerler için kuşkusuz birinci tercih. Bu yöntemle laik düzene karşı tehdit oluşturmadığına inanılan bir hükümetin oluşması halinde şu anda yaşanmakta olan gerilimin bir anda aşılması olası.

Tutmayan varsayım

İtiraf edeyim ki o gün bu değerlendirmeyi yaptığımda özellikle DYP kanadından yeterli sayıda milletvekilinin MGK'da verilen mesajı anlayacağını ve "Çiller büyüsü"nü aşarak Refah - Yol'un çözülmesini sağlayacağını düşünmüştüm. Bu varsayıma dayanarak da özetle şu değerlendirmeyi yapmıştım:
* Meclis içinden Refah Partisi(RP)yi dışlayan yeni bir hükümetin çıkmasıyla bugünkü gerilim aşılabilir ama bu yeni gerilimlerin doğmayacağı anlamına gelmez. RP'nin hırçın muhalafeti yeni gerilimler yaratabilir.
* RP'nin ekonomide ve diğer alanlarda ortaya koyduğu hedeflerin hayali olduğu iyice ortaya çıkmadan hükümet dışında bırakılması RP'nin ekmeğine yağ sürebilir.
* RP'yi dışlayan bir hükümetin, toplumdaki "daha temiz ve daha adil" bir toplumu hedefleyen yenilenme ve reform taleplerini gözardı ederek, MGK tarafından belirlenen "laik düzenin restorasyonu" gündemine hapsolması RP'nin yükselme şansını daha da artırabilir.

Jötonu geç düşenler

Ne yazık ki DYP grubu için yaptığım öngörü tutmadı. Yalım Erez ve Yıldırım Aktuna gibilerin bile Refah'la yürümenin sonuçlarını idrak etmeleri ve "Çiller büyüsü"nu kırmaları için hayli süre gerekti. Necmettin Cevheri daha da geç tepki gösterdi. Sultanahmet mitinginde Çiller'in arkasına dizilenlerin bazılarının bu noktaya gelmesi ise ne yazık ki bizim mahalledeki büfecinin ve marketçinin "darbe ne zaman ağabey" diye sormaya başladığı günlere rastladı. Bazıları ise hala "Çiller büyüsü"nün etkisi altında. Onların durumu kavraması için ne gerekiyor bundan öte, doğrusu bilemiyorum.

Seçim yolu açılır mı?

Jetonu çok geç düşen politikacılarımız sayesinde bugün gelinen noktada gerilim bir başka boyuta taşınmış durumda. Artık açıktan açığa "Meclisi açık tutmanın yolları" tartışılıyor. Buna karşın bugünkü hükümetin düşmesi ve zorunlu yasal düzenlemeleri yaptıktan sonra ülkeyi seçime götürecek bir hükümetin kurulabilmesi halinde bugünkü gerilimin aşılması gene de mümkün görünüyor. Bu hükümet yukarda değindiğim tuzaklara düşmezse, belki yeni gerilimler yaratmadan ülkeyi seçime götürebilir. Ancak bunları söylerken bir kez daha politikacıların aklın yolunu seçeceği varsayımını yaparak kendi kendimi mi kandırıyorum acaba diye de düşünmeden edemiyorum.

Yukardaki değerlendirmeyi yaparken acınacak halimizi de düşünmeden edemedim. Parlamentonun, sivil politikacıların aczini peşinen kabul edip, Parlamanto dışından gelen bir etkinin nasıl massedileceğini, sistemin şeklen nasıl korunacağını tartışıyoruz. Bu arada toplumu her zaman "güdülecek yığınlar" olarak gören kimileri neredeyse tankların üstüne çıkıp Cumhuriyet tangosu yapacaklar. Türkiye'nin bu noktalara gelmesinde, Refah Partisi'nin yükselişinde, toplumdaki dönüşümü gözardı eden bu anlayışın, "işi askere ihale etme" tembelliğinin ne kadar belirleyici olduğu unutulmuş gibi.
Türkiye Genç İşadamları Derneği(TÜGİAD) Başkanı Murat Bekdik'in sözleriyle, "demokrasi tembelleri olarak, beceriksizlik ve basiretsizlik sonucu ipleri gerdikten sonra, çözümü bir kez daha ülkemizin en saygın kurumlarının başında gelen Silahlı Kuvvetlerimizden beklemek, demokratik rejimimize indirilecek en büyük darbe ve toplumumuzun tüm kesimleri ile kendi acizliğimizin en büyük kanıtı olacaktır."




25. İstanbul Müzik Festivalinde kaçırılmayacak konserler var

Geçen hafta Londra'da izlediğim bir sanat olayının benzersiz titreşimlerini hala hissediyorum içimde. Milton'un şiiri, Handel'in müziği, Blake'in pastel renkleri üzerine ENO(İngiliz Ulusal Operası)nın koro ve solistleriyle Mark Morris'in rüya dansçılarının yarattığı olayı sözcüklerle anlatmak olanaksız.Londra'ya dokuz yıl rötarla gelen "L'Allegro, il penseroso ed il moderato" ile bambaşka bir aleme sürükleniyor ve geri gelmek istemiyor insan.
Bugün başlayan 25. İstanbul Müzik Festivali'nde "L'Allegro" ve Mark Morris'in rüya dansçıları yok ama cinnet geçiren bir toplumda yaşadığımızı bize unutturacak dünyaca ünlü solistler, seçkin orkestralar, gruplar var. Hemen dikkati çekenler arasında ünlü tango dehası Piazzola'ya saygı konserinde çalacak olan Gidon Kremer'i, kemanın parlayan yıldızı Maxim Vengerov'u, flütçü James Galway'i, sitar üstadı Ravi Shankar'ı ve Lebeque kardeşleri; Wolfgang Sawallisch yönetiminde Concertgebouw Kraliyet Orkestrasını, Ricardo Muti yönetiminde La Scala Filarmoni Orkestrasını, Leonard Slatkin yönetiminde BBC Senfoni Orkestrasını ve Gabrieli Consort topluluğunu sayabilirim.
Birçok gösteriye sanırım hala bilet bulabilirsiniz. Bilet fiyatları ilk bakışta biraz yüksek görünebilir ama bu çapta müzisyenleri başka ortamlarda izlemenin çok daha pahalı olduğunu unutmayın.


Son günlerde iki soru çok revaçta: birincisi "hükümet gidiyor mu?", ikinci ise "asker geliyor mu?", sorusu. Bu ortamda akla takılan üçüncü soru ise şu: "bu kargaşa içinde ekonomi nasıl oluyor da canlılığını koruyor?"
Geçen akşam, iş dünyasında faal olarak görev yapan bir dostumuzla karşılaştığımızda da hemen bu sorular geldi gündeme. İş alemini yakından tanıyan dostum, "belki sana garip gelebilir ama siyasetteki sorunu eskisi kadar önemsemiyorum, çünkü galiba dibe vurma noktasına geldik, nasılsa buna bir çözüm bulunacak", dedi. Ekonomideki canlılığı nasıl değerlendirdiğini sorduğumda ise kendisini asıl kaygılandıran olgunun ekonomideki bu şaşırtıcı gidiş olduğunu söyledi.
Dostum kaygılıydı çünkü "kara para"nın ekonomide kazandığı ağırlığın ve her alanda elde ettiği "satınalma gücü"nün fevkalade tehlikeli boyutlara eriştiğini görüyordu. "Kara paranın girmediği delik kalmadı, kaynağı belirsiz sınırsız parayla herkesi satın alabilirsiniz", diyordu dostum. Devlet ihalelerinde, özelleştirme ihalelerinde, finans piyasasında, akla gelebilecek hemen her alanda kara paranın izinin giderek belirgin hale geldiğini belirten dostum, "kaynağı belirsiz parayla beslenen rakiplerle başetmek olanaksız, bu nedenle bir çok alanda hakimiyet bunların eline geçiyor", diyordu.
Uygar dünyanın gözünü kara paraya diktiği bir dönemde Türkiye'deki bu gidiş gerçekten fevkalade düşündürücüydü.


Yılda doğru dürüst üç maç oynayıp iki tane frikik atan Sergen'e verilen astronomik para bu ülkede hemen her alanda ölçünün kaçtığının çarpıcı bir örneği. Bu adama bu kadar parayı kim, nasıl verebilir? Hangi akla, hangi hesaba sığar bu iş? Bilen varsa beri gelsin.

Yazara EmailO.Ulagay@milliyet.com.tr