Önceki akşam, yeni dönemin ilk Taksim Toplantısı’nda Kemal Derviş’i dinlerken ister istemez geçmiş yıllardaki toplantıları hatırladım. Son yirmi yıl içinde Türkiye’yi yönetme iddiasını taşıyan hemen herkes konuşmuştu bu forumda ve onları dinledikten sonra çoğu kez karışık duygularla ayrılmıştım toplantıdan. Önceki akşam da öyle oldu, Derviş’in konuşması ve sorulara verdiği yanıtlar, benim gibi "Derviş’li CHP Türkiye’nin önünü nasıl açacak?" sorusuna cevap arayanları pek tatmin etmedi. Derviş’i dinlerken aynı masayı paylaştığım reklam dünyasının ünlü bir ismiyle, öğretim üyesi dostum ve işadamı eşi de sanırım benzer izlenimlerle ayrıldılar toplantıdan.
CHP’ye girdikten sonra yaptığı konuşmalarda, CHP’ye ve özellikle Deniz Baykal’a halkla ilişkiler (PR) desteği vermeye özen gösteren Derviş, bunu bir ihtiyacı karşılamak için mi yapıyor, yoksa içinden geldiği için mi bilmiyorum ama özellikle Derviş’in iltihakı sonrasında CHP’ye ilgi duymaya başlayanların ondan duymak istedikleri bu değil herhalde. CHP’nin 3 Kasım’dan birinci parti olarak çıkması ve iktidara gelmesi halinde neler yapacağını, sorunları nasıl çözeceğini, Türkiye’ye nasıl bir ufuk açacağını merak edenlere "CHP’ye güvenin, oyunuzu verin, gerisini merak etmeyin siz" havasında bir şey söylemek de yeterli olmuyor bence. Bu söylemi çok iyi tanıyor çoğu kimse ve "gene mi aynı şarkı" demekten kendini alamıyor.
Derviş’in CHP’ye katılması sonrasında Sayın Deniz Baykal’ın da çok sık tekrarladığı çıkış yolu senaryosuna göre, 3 Kasım’da CHP tek başına iktidara gelebilirse ya da en azından birinci parti olursa, bakın neler olacak:
İçerde ve dışarda bir güven patlaması yaşanacak, Hazine’nin borçlanma faizi küt diye düşecek, iç borcu çevirmek sorun olmaktan çıkacak.
Mali sistemde yapılmış olan reformların da etkisiyle reel ekonomide kalıcı büyüme başlayacak.
Güven ortamının tesisi ve enflasyonla reel faizin birlikte düşmesi 1997’den sonra duran yatırımları canlandıracak ve yeni üretim kapasitesi yaratılacak.
Bu arada Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye yakacağı tam üyelik ışığı da doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının önünü açacak ve Türkiye’ye yılda 8 - 10 milyar dolar mertebesinde yatırım sermayesi gelecek.
Bütün bunlar Derviş’in sıkça vurguladığı "Türkiye’deki girişimcilik ruhu" ile birleştiğinde % 6 - 7’lik sürdürülebilir büyümenin yolu açılmış olacak.
Evet bu "en iyi seçenek" ya da "parlak durum" senaryosunu artık ezberledik ama habire bu senaryonun tekrarlanması CHP’nin inandırıcılığını artırmıyor, tam tersine "Bunların başka söyleyecek bir şeyi yok mu?" sorusunu gündeme getiriyor.
CHP’nin diline doladığı bu iyimser senaryonun gerçekçi olup olmadığı ise ayrı bir tartışma konusu. Bir kere, en başta yapılan varsayımın tutması, yani CHP’nin tek başına iktidar olması ya da seçimden birinci parti olarak çıkması, hiç de yüksek bir olasılık olarak görünmüyor. CHP’nin milletvekili adayları arasında partiye taze kan aşılayabilecek kimselerin gerilere itilmesi ve artık bıkkınlık yaratan isimlerin öne çıkartılması bu olasılığı daha da düşürüyor.
Bir an için tersini düşünelim ve CHP’nin 3 Kasım’dan iktidar olarak çıktığını varsayalım. Güvenin doğması ve faizlerin düşmesi, ekonominin sürdürülebilir büyümeye geçmesi için yeterli olacak mıdır acaba? Türkiye’nin 21. yüzyıldaki büyüme ufkunu yalnızca faizler mi belirleyecektir? İnsan kalitesini hızla yükseltmeye, bilim ve teknolojide atılıma öncelik vermeyen bir Türkiye, küresel rekabet ortamında hangi alanlarda öne çıkarak sürdürülebilir hızlı büyüme ufkunu yakalayacaktır? Kırsal kesimdeki düşük verimlilik kısır döngüsü nasıl kırılacaktır?
Bana öyle geliyor ki seçmen artık başka bir şeyler duymak istiyor, oy vereceği partiden.