Berlin Duvarı'nın yıkılması ve Sovyet İmparatorluğu'nun dağılması sonrasında Batı'nın, kapitalizmin ve demokrasinin kesin zaferi kutlanmamış mıydı?Soğuk Savaş sonrasında ABD rakipsiz süper güç olarak dünyanın tek hâkimi haline gelmeyecek miydi?"Küreselleşme" süreci Batı'nın icadı olan kapitalizmi, küresel boyutta geçerli bir ekonomik sistem haline getirecek ve bu da öncelikle ABD'ye Batı'nın zengin gelişmiş ülkelerine yarar sağlamayacak mıydı?Kapitalizmle birlikte demokrasi de küresel boyutta kabul görmeyecek miydi?Dünyanın bugünkü haline bakınca ister istemez, ben mi yanlış hatırlıyorum bütün bunları, yoksa hesapta olmayan garip şeyler mi oluyor dünyamızda diye sormak ihtiyacını duyuyorum. Belleğim mi beni yanıltıyor? Bugünün dünyasına baktığımızda ne görüyoruz? Bush yönetimi ABD'nin dünyanın tek hâkimi olduğunu kanıtlamak için atıp tutuyor, oraya buraya saldırıyor ve yeni savaşlar açmaktan söz ediyor; ama ortaya çıkan tablo en fazla Amerikalıları korkutuyor.Amerikalı, 11 Eylül dehşetinin yeniden yaşanmasından korkuyor.Irak'taki anlamsız savaşta bir yakınını kaybetmekten korkuyor. Çinlilerin ve Hintlilerin işini elinden almasından korkuyor.Benzin fiyatının daha da artmasından korkuyor.Amerika'nın stratejik şirketlerini ve limanlarını yabancıların ele geçirmesinden korkuyor.Dünyanın dört bir yanında Amerikalılara karşı duyulan tepkiden korkuyor. Amerikalının kaygısı Atlantik'i aşıp Avrupa'ya geldiğimizde Avrupalının da korku içinde olduğunu görüyoruz.Avrupalı kendi içindeki Müslümanlardan ve "varoş ahalisi"nden korkuyor.Kendi değerlerine saldırılmasından korkuyor.Çin'in, Hindistan'ın hatta Polonya'nın, Slovakya'nın, Türkiye'nin rekabetinden korkuyor.İşsiz kalmaktan korkuyor.Hayat standardını koruyamamaktan, rahatını kaybetmekten korkuyor.Avrupa Birliği'nin de derde deva olmamasından korkuyor.Avrupa'nın küresel oyunda hiçe sayılmasından korkuyor. Uzun lafın kısası, 200 yıldır dünyaya hükmeden Batılılar şimdi dünyadaki dönüşüme ayak uydurmakta zorlanıyor ve küresel üstünlüğünü kaybetmekten korkuyor. Avrupalı da endişeli Buna karşılık Irak'ta ABD işgaline karşı direniş sürüyor.Filistin'de Hamas, Lübnan'da Hizbullah, İsrail'e ve ABD'ye kafa tutabiliyor. Suudi Arabistan'dan Rusya'ya ve Venezüella'ya, ABD'ye sorun çıkarabilecek olan petrol ihracatçısı ülkelerin kasaları dolarla doluyor. Venezüela'da Chavez, İran'da Ahmedinecad, ABD'ye pervasızca meydan okuyor..Latin Amerika'nın neredeyse bütününde solcu ve ABD karşıtı liderler iktidara geliyor.Korkulacak bir ekonomik güç haline gelen Çin, ABD'nin dış açığını finanse ediyor ve Amerikalıların ucuz tüketim malı ihtiyacını karşılıyor.Latin Amerika'daki ve Afrika'daki etkisini artıran Çin'in küresel siyaset sahnesinde de büyük oynamaya hazırlandığı görülüyor.Hindistan ise yazılım alanında ve bilgi teknolojisi hizmetlerinde Batı'yı korkutan bir güç haline gelmiş durumda.Doğu, Batı'nın karşısına, slogancı bir söylemden ibaret olmayan bir cesaretle, yükselen ekonomik gücünden kaynaklanan bir güvenle çıkıyor. Küresel oyunda Batı ile yarışmaya hazırlandığının işaretlerini veriyor. Bugün dünya yeniden kuruluyor ve küresel kapitalizm, kendisini yaratan Batı'yı sarsacak güçleri sahneye çıkarıyor. Doğu'nun cesareti Çin üretiyor, ABD tüketiyor ABD ve Çin. Çok ilginç bir ikili. ABD: Komünizmin kalesi sayılan Sovyet İmparatorluğu'nun yıkılışı sonrasında, "muzaffer" kapitalizmin kalesi olarak dünyaya hükmetme hakkını kendinde gören, rakipsiz süper güç.Çin: Mao'nun mirasçısı Komünist Parti'nin yönetiminde, kendine özgü bir kapitalizmi benimseyerek, küreselleşmenin sağladığı olanaklardan en iyi yararlanan ve tarihin en büyük ekonomik atılımlarından birini gerçekleştiren, potansiyel süper güç.Ekonomide büyük atılımın başladığı 1978'den bu yana yılda ortalama yüzde 9.4 büyüyen Çin ekonomisinin toplam büyüklüğünün, en geç 2040 yılında ABD ekonomisini geçmesi bekleniyor. Satın alma gücü paritesine göre yapılan hesaplamalarla bu tarihi 2020'lere çekenler de var.Çin'in bu büyük atılımı nasıl gerçekleştirdiğine baktığımızda, küresel kapitalizmin sürükleyicisi Batılı şirketlerin de bu süreçte önemli rol oynadığını görüyoruz. Çin, son çeyrek yüzyılda ihracatını 20 milyar dolardan 760 milyar dolara yükseltirken, yabancı sermayeli şirketler bu sıçramada belirleyici olmuş. Çin, 2005 yılındaki toplam ihracatının yüzde 65'ini, 220 milyar dolara yaklaşan ileri teknoloji ürünleri ihracatının ise yüzde 85'ini yabancı sermaye katkısı olan şirketler sayesinde gerçekleştirmiş. Bunlar arasında ABD şirketlerinin özel bir yeri var. Örneğin, Amerika'nın dev perakende zinciri Wall Mart'ın Çin'den yaptığı ithalat 18 milyar doları aşıyor. Wall Mart, Çin'den ithal ettiği ürünleri ürettirmek üzere Çin'de irili ufaklı 5 bin firmanın kuruluşuna katkıda bulunmuş. ABD'nin Çin'den yaptığı toplam ithalat 2005 yılında 243 milyar doları aştı ve ABD, Çin'le yapığı ticarette 202 milyar dolar açık verdi. Çin, geçen yıl ihracatının yaklaşık üçte birini ABD'ye yaptı ve ABD ile yaptığı ticarette verdiği fazla sayesinde 2005 yılını 102 milyar dolarlık bir ticaret fazlasıyla kapattı.Çin üretiyor, Amerika tüketiyor. Çin'de gerçekleştirilen ucuz üretim ABD'de enflasyonun kontrolünü kolaylaştırıyor, ama yerli firmaları vuruyor. Çin, özellikle imalat sanayiinde atılım yaparken kırsal kesimden kentlere akarak ihracata dönük sanayi sektörlerinde çok ucuza çalışan 120 milyon Çinliye istihdam yarattı. Amerika'da ise Çin'in rekabeti yüzünden kapanan firmalarda çalışan pek çok insan daha düşük ücretlerle, daha kötü koşullarda çalışmaya razı oldu.ABD ile Çin arasındaki ilişkinin önemli bir boyutu daha var. ABD'nin dış açığı, yani dış ödemeler dengesi cari işlemler açığı 2005 yılında 800 milyar doları geçerken Çin'in de döviz rezervi 900 milyar doları geçti. Çin, bu muazzam rezervi biriktirirken ABD Hazine kâğıtlarına büyük miktarda yatırım yaparak ABD'nin dış açığını finanse etti, ABD'de faizlerin hızla yükselmesini önledi. ABD ekonomisi biraz da bu sayede büyümesini sürdürebildi ve Amerikalı tüketici Çin'den gelen ucuz ürünleri tüketmeye devam edebildi. ABD'nin rolü ABD'nin "dünyanın tüketicisi", Çin'in ise "dünyanın imalatçısı" rolünü üstlendiği bu ilginç oyunda ABD ile Çin'in çıkarlarının örtüşmesi oyunun sürmesini sağladı. ABD, Çin'in tek parti rejimini sürdürmesine, insanların çalışma koşullarını dilediği gibi belirlemesine ve insan haklarını kendi ölçülerine göre tanımasına göz yumdu, Çin'in parasını değerli tutmasına da fazla ses çıkarmadı. Çin ise Amerika pazarındaki yerini korumak için ABD'yi finanse etmeye devam etti.Ancak bu ilginç ilişkinin böyle süremeyeceğini düşünenlerin sayısı giderek artıyor ve ABD ile Çin arasındaki dayanışmanın hangi noktada bir uyuşmazlığa, hatta düşmanlığa dönüşeceği tartışılıyor. Çin'in enerji ve hammadde kaynaklarına erişmek için, ABD'nin iyi ilişkiler içinde bulunmadığı ülkelerle yakınlıklar kurması ve askeri harcamalarını artırması da ABD'nin Çin'e yönelik kaygılarını artırıyor. Dayanışma mı, düşmanlık mı? Çin Devlet Başkanı Hu Jintao'nun ABD'yi ziyaret ettiği hafta Newsweek dergisinin kapağında, Çin lideriyle ABD Başkanı Bush'un portrelerinin yanında şu başlık vardı: "Gerçek Uygarlıklar Çatışması" Bu başlık ilk bakışta, ekonomiyle sınırlı kalmayan yükselişiyle küresel bir güç olma yolunda ilerleyen Çin'in bu çok boyutlu yükselişinin ABD'de yaratmakta olduğu rahatsızlığı ve tepkiyi hatıra getiriyor. 'Gerçek Uygarlıklar Çatışması' ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Robert Zoellick'in Newsweek'e yaptığı açıklamada, "ABD, güçlenen Çin'in, uluslararası sistemin sorumlu bir ortağı gibi davranmasını isteyebilir" demesi de bunu düşündürüyor. Ancak bu nedenle doğabilecek olası bir çatışmaya "uygarlıklar çatışması" yerine "güçler savaşı" demek daha doğru olur her halde.Çin ile ABD arasında gerçek bir "uygarlıklar çatışması"nı gündeme getirebilecek olan şey ise Çin'in ABD'nin ve hatta Batı'nın dünyaya kabul ettirmeye çalıştığı küresel düzene ve varoluş tarzına alternatif oluşturacak bir toplamsal gelişme modeli ya da uygulaması ortaya koyması olabilir. Çin Reform Forumu adlı araştırma kuruluşunun başkanı olan Zheng Bijian'ın Foreign Affairs dergisinde yayımlanan makalesi Çin'in tam da böyle bir arayış içinde olduğunu düşündürüyor. 'Güçler savaşı' Komünist Parti'ye raporlar da hazırlayan Zheng Bijian'a göre Çin'in büyük strateji arayışında üç ana hedefi var: Batı'nınkinden farklı yeni bir sanayileşme modeli geliştirmek.Küresel güçlerin tarihte uyguladığı yağmacı ve savaşçı yöntemlere itibar etmeyen ve "uyumlu küresel güç" olmayı hedefleyen bir strateji uygulamak.Modası geçmiş sosyal kontrol modellerine itibar etmeyen bir yönetim tarzıyla ahenkli bir sosyalist toplum modeli yaratmak. Çin'in bu hedeflere odaklanarak ilerlemesi halinde, giderek çatışmaya da dönüşebilecek olan bir "uygarlıklar rekabeti"nin gündeme gelmesi söz konusu olabilir. Çin bir noktada, yalnızca ucuz ürünleriyle değil insanlığa sunduğu varoluş tarzı seçeneğiyle de Batı'ya ciddi bir rakip haline gelmeyi amaçlıyor. Stratejik üç ana hedef YARIN Çin ve Hindistan / Şimdi nereye? oulagay@milliyet.com.tr