Yazının başında hemen belirteyim ki son aylarda yaşananlar ve çeşitli kesimlerden yansıyan tepkiler beni giderek derinleşen bir umutsuzluğa doğru sürüklüyor ve artan karamsarlığım doğal olarak yazılarıma da yansıyor. Dün sabah ben bu yazıyı yazarken de gün içinde Ankara'da neler olacağını, Sayın Başbakan'ın deyimiyle "halkın temsilcileri" ile "devletin kurumları" arasındaki "mutabakatsızlık" sorununun nasıl gelişeceğini bilmiyordum ama ülkedeki gidişatın yönü belliydi bana göre. Türkiye siyasi istikrarın bozulacağı bir ortama girmişti ve bu gidişatın, eninde sonunda ekonomiyi olumsuz etkilemesi de kaçınılmazdı. Geriye tek bir soru kalıyordu: "Ekonomi ne zamana kadar dayanır?" Türkiye ekonomisi gibi dışa açık ve büyük ölçüde dışardan finanse edilen bir ekonominin iyiye ya da kötüye gitmesi, o ülkedeki gelişmelerin dışarıdaki, uluslararası piyasalardaki algılanışıyla yakından ilgili. Türkiye'de şu son aylara kadar yaşanan gelişmeler bu algılamayı olumlu yönde etkiledi. Bu olumlu algılama şu saptamalara dayanıyordu: Türkiye'de Avrupa Birliği (AB) ile bütünleşme hedefine odaklanmış, kararlı ve güçlü bir tek parti hükümeti vardı. Türkiye'de halkın büyük çoğunluğu AB ile bütünleşme hedefini benimsiyordu ve hükümet bu konuda gerekli desteğe sahipti. Türkiye'nin bir "Yükselen Pazar" ülkesi olmaktan çıkıp "AB'ye aday ülke" konumuna geçmesi, AB'nin Türkiye'ye tam üyelik müzakerelerine başlamak için tarih vermesiyle daha da netleşmişti. Türkiye IMF desteğiyle sürdürdüğü programı başarıyla tamamlamıştı ve makroekonomik istikrarı korumaya kararlı görünüyordu. IMF ile yeni bir anlaşmanın imzalanması an meselesiydi. Türkiye enflasyonu hızla düşürürken hızlı büyümesini de sürdürebilmişti. Bu ortamda reel faizlerin de düşüşe geçmesi gündemdeydi ve borçluluk oranları AB normlarına yaklaşma eğilimindeydi. Türkiye'ye, kısa vadeli sermayenin yanı sıra, doğrudan yatırım sermayesinin girmesi için gerekli ortam oluşmuş görünüyordu. Hükümetin özelleştirme çabalarını artırması bekleniyordu. Bu saptamalar alt alta yazıldığında olumlu bir algılama ortaya çıkıyordu. Tüm bu faktörler içinde en önemlisi ise "AB ile uyum" senaryosunun gerçekleşeceğine ilişkin beklentiydi. Algılama uçurumu Son aylarda ve özellikle son haftalarda Türkiye'de ve Avrupa'da yaşanan gelişmeler bu olumlu algılamaya yol açan saptamaların hemen hepsini sorgulanır hale getirdi. Bugün gelinen noktada Türkiye'de kararlı biçimde AB hedefine odaklanmış bir hükümet bulunduğunu iddia etmek hayli zorlaştı. Fransa'daki AB Anayasası oylaması öncesinde oluşan olumsuz hava Türkiye ile müzakerelerin ertelenebileceği beklentisini yarattı. Türkiye'de de, AB ile uyum dahil, dışarıda olumlu algılamaya yol açan her gelişmeyi "olumsuzluk" olarak algılayan çevrelerin etkisi arttı. Hükümetin gücü ve siyasi istikrar tartışılır hale geldi. IMF ile anlaşma hâlâ imzalanamadı.Reel faizlerde beklenen düşüş gerçekleşmedi. Dışarıdaki algılamayı olumsuz yönde etkileyebilecek olan bu gelişmelere karşın doğrudan yabancı sermaye girişlerinin hızlandığını ve olumsuz beklentilerin dışarıda henüz fazla yankı bulmadığını görüyoruz. Doğrudan sermaye girişleri aslında geçen yılki olumlu algılamanın meyveleri. Olumsuz beklentilerin gündeme gelmemesinin başlıca nedeni ise, son yıllarda olumlu olarak algılanan gidişatın bir anda yön değiştireceğine fazla ihtimal verilmemesi. Beni ve benim gibileri tedirgin eden Türkiye'deki gelişmeler dışarıda fazla dikkate alınmıyor henüz. AB'nin de gene bir son dakika golüyle Fransa'daki referandumu aşacağı ve genişleme sürecinin aksamayacağı umuluyor. Ancak Türkiye'deki havanın bozulması sürerse ve AB'nin kendi geleceği tartışma konusu haline gelirse bu algılama olumsuza doğru değişebilir. oulagay@milliyet.com.tr Algılama süresi
Özay Şendir
Hamaset ile siyaset arasına sıkışmak...
20 Haziran 2025
Cem Kılıç
Yıllık izin hakkında her şey
20 Haziran 2025
Abbas Güçlü
İşsizlik mi iş bilmezlik mi (5)
20 Haziran 2025
Zafer Şahin
İsrail’in sessiz Kıbrıs işgali ve Ekim seçimi..
20 Haziran 2025
Abdullah Karakuş
Savaş ne zaman bitecek?
20 Haziran 2025