Refah - Yol hükümetinin en büyük başarısı "ekonomide başarı" masalını hayli geniş bir kesime lokum gibi yutturması oldu. Çok değil daha birbuçuk ay önce Refah - Yol hükümetinin ekonomide yarattığı "mini mucize"den söz ediliyor, bundan cesaret alan Sayın Erbakan da her gün daha büyük mucizelerin müjdesini veriyordu. Bütçe açığı kapanıyor, faizler ve enflasyon düşüyor, ekmek ucuzluyordu. Bir yandan da borsa patlıyor, yatırımlar şahlanıyor ve Sayın Erbakan yüzde 14'lük şahane büyüme hedefini açıklıyordu.
Sayın Erbakan'ı tanıyanlar için bütün bunlar çok şaşırtıcı değildi. Şaşırtıcı olan piyasalarda ve ekonomide söz sahibi pek çok kişinin bu güzel masallara inanması ya da inanmış görünmesiydi. Büyük kamu kağıdı portföyü bulunan bazı bankaların hükümetle uzlaşmaya gitmesi sayesinde iç borçlanmada bir nefes alma olanağı sağlanmış, enflasyondaki geçici yavaşlama hemen "enflasyon düşüyor" alıklığını gündeme getirmişti.
Önceki gün büyük bankalarımızdan birinin genel müdürüne şu soruyu sordum: "nasıl oldu da Erbakan'ın masallarına en kolay kanan ve onunla en kolay uzlaşan kesim mali kesim oldu?" Cevabı ilginçti: "Bir uçurumun kenarında birbirine tutunarak durabilen iki kişiyi düşün; uzlaşmaktan başka çareleri var mı?"
Bu zorunlu uzlaşma Refah - Yol'un mali piyasalarda geçici bir rahatlama yaratmasının, faizleri geçici olarak düşürmesinin temel nedeniydi. Bu arada hayali bir hedef olarak da olsa "denk bütçe"nin telaffuz edilmesi ve 1996 bütçe açığının öngörülerin biraz altında gerçekleşmesi de hükümete puan kazandırdı. Özelleştirmede ortaya konan büyük hedefler ve yaratılan beklentiler umutları daha da artırdı.
Türkiye'de bu masala inananlar çok oldu ama uluslararası piyasalar ve rating kuruluşları buna inanmadı. Türkiye'nin kredi notu düştü, dış borçlanma olanakları iyice kısıtlandı. Enflasyon, asıl belirleyici gösterge olan imalat sanayii endeksini yakından izleyenlerin belirttiği gibi, beklenen seyrini izlemeye devam etti. Önümüzdeki dönemde enflasyondaki yükselişin sürmesi olası.
Asıl kritik olan konu ise dış borç ödemeleri ve IMF'nin bakışı. Bir söylentiye göre IMF bazı çevrelere, "önümüzdeki 12 ayda Türkiye yeni bir kriz yaşayabilir" görüşünü sızdırmış. Tabii dileyenler bütün bunlara aldırmadan "ekonomi tıkırında" şarkısını söylemeye devam edebilir.
Meclisin içinden laik düzene tehdit oluşturmadığına inanılan bir hükümet alternatifi çıkarsa bugünkü gerilim aşılabilir ama bu sonuç yeni gerilimleri de gündeme getirebilir.
Türkiye'de yaşanan gerilimin kaosa dönüşmesi istenmiyorsa bu gerilimin ardında yatan nedenlerin doğru değerlendirilmesi ve herkesin uzlaşmacı bir tavrı benemsemesi gerekiyor.
Ülkemizin içine sürüklendiği ortamda ister istemez akla gelen sorulardan biri şu: "kaosun eşiğinde yaşarken şimdi kaosun içine düşmek üzere miyiz?" Fevkalade karmaşık bir tablo var önümüzde. Bu tabloda yer alan unsurları doğru değerlendiremezsek ve kendi çıkarlarımızı, özlemlerimizi, hırslarımızı, takıntılarımızı öne çıkartarak davranmaya devam edersek kaosun içine sürüklenmemiz hiç de zor olmayabilir diye düşünüyorum.
Kaosu önleyebilmek için ne yapabiliriz diye düşündüğümde, karşımızdaki karmaşık tabloya dikkatle bakmanın, çeşitli olasılıkları doğru değerlendirmenin çok önemli olduğu sonucuna varıyorum. Bu değerlendirmeyi herkes kendine göre yapabilir tabii. Görüşüne değer verdiğim kimselerle yaptığım temaslardan edindiğim izlenimleri de dikkate alarak netleştirmeye çalıştığım tabloya dikkatlice bakınca şunları görüyorum:
Tablonun unsurları
* Askerler hedefi belli olan bir adım atmış durumda. Hedefe varmanın süresi de belli. Bu sürede hedefe varılamazsa ikinci adımı atmaya kararlılar.
* Bu çerçeve içinde belirlenmiş olan hedefin gerektirdiği adımların bugünkü hükümetçe sulandırılmasına ve savsaklanmasına askerlerin seyirci kalması beklenemez. RP - DYP hükümeti bu mesajı doğru algılamazsa askerlerin yeni bir adım atması için ortamı hazırlamış olur.
* Parlamento'nun kendi içinden çözüm üretmesi askerler için kuşkusuz birinci tercih. Bu yöntemle, laik düzene karşı tehdit oluşturmadığına inanılan bir hükümetin oluşması halinde şu anda yaşanmakta olan gerilimin bir anda aşılması olası.
* Bu gerilimin aşılması ve Meclis içinden yeni bir hükümetin çıkması, bu durumda yeni gerilimlerin doğmayacağı anlamına gelmiyor. Bu süreçte hükümet dışında kalması olası olan Refah Partisi(RP)nin tabandan desteklenen hırçın muhalefete geçmesi halinde bunun yeni gerilimler yaratması olası görünüyor.
* RP'nin hükümet dışında kalması halinde doğal olarak buna tepki gösterecek olan RP tabanının tepkisini bileyecek adımların atılması yeni gerginliklerin doğması olasılığını artırır. Örneğin zafer şarkıları söyleyecek "laiklerle" RP tabanının karşı karşıya gelmesi nereye varacağı kestirilemeyecek gerilimler yaratabilir.
* RP'nin ekonomide ve diğer alanlarda ortaya koyduğu hedeflerin hayali olduğu iyice anlaşılmadan ve uçurduğu balonların tamamen patlamasına olanak tanınmadan, Parlamento dışı telkinlerin etkisiyle hükümet dışında bırakılması sonuçta RP'nin ekmeğine yağ sürebilir.
* RP'nin hükümet dışı bırakılması halinde işbaşına gelecek olan hükümetin, toplumdan gelen "temiz toplum", "devletin çetelerden arındırılması", "gelir adaletinin sağlanması", "yenilenme" ve "reform" taleplerini gözardı eden bir anlayışla davranması ve MGK tarafından belirlenen "laik düzenin restorasyonu" gündemine hapsolması RP'nin yükselme şansını daha da artırabilir.
* Refah - Yol deneyi ekonominin ve özellikle de mali piyasaların havasının çok kısa sürede etkilenebileceğini kanıtladı. İç ve dış piyasalara güven verecek, bilgili ve kendi içinde uyumlu bir ekibin makul bir programla ekonominin yeni hedeflerini belirlemesi, 1997 yılının kaybedilmesini önleyebilir ve yeni hükümete güç kazandırabilir.
* Bu karmaşık tablo içinde dış boyutun, özellikle de İran'la ve ABD ile ilişkilerin belirleyici önemini unutmamak gerekiyor. Atılacak her adımda bunun yaratacağı olası gelişmelerin hesaba katılmasında yarar var.
Kaosu önlemek için
Bu yazdıklarımdan da anlaşılacağı gibi, çeşitli olasılıklara açık, çok karmaşık bir tablo var karşımızda. Bu tablodan her türlü sonuç çıkabilir. Gelişmelere taraf olanlar uzlaşma yolunu seçer, çatışmayla kazanamayacaklarını uzlaşmayla kazanmaya çalışırsa kaosa sürüklenmeden çözüme varmak kolaylaşır. Tersi olur da herkes kendi gücünü kanıtlama çabasına girişirse tam bir çatışma ortamına girebilir, kaosa sürüklenebiliriz.
Genetik laboratuarlarında başarı sağlayan bilim adamları risk sermayesiyle elele vererek hızla yükselen şirketler kuruyorlar. Bu alanda Amerikalıların gerisinde kalan Avrupalılar şimdi atağa kalkmış durumda.
Yıllar süren çalışmalar sonucunda genetik laboratuarında bir koyunu "clonelama"yı(ikizini üretmeyi) başaran İskoçyalı Doktor Ian Wilmut'un, bunun karşılığında 10.000 sterlin (2 milyar TL)lık lisans bedeliyle yetinmesi, "ben olsaydım ne servet yapardım", diye düşünen bazı meslektaşlarını çıldırtıyor olabilir. "Ticari becerim hiç yok", diyen ve paranın güzelliğinden önce memelilerin embriyolarının güzelliğini düşünen Dr. Wilmut'un durumu gerçekten de bir istisna. Wilmut'un Avrupalı meslekdaşları, Amerikalıların izinde giderek yeni buluşları paraya çevirmenin yolunu keşfetme yolunda.
İnsanlık tarihinde tartışmalı bir yeni sayfa açmaya aday görünen biyoteknoloji bilimi yeni servetlerin yaratılmasında da öne çıkıyor. Bu alanda çalışan ve başarı kaydeden girişimciler risk sermayesiyle bütünleşerek hızla büyüyen şirketler yaratıyorlar. Geçen yıl (temmuz 1995 ile temmiz 1996 arasında) 1.300 Amerikan biyoteknoloji şirketi risk sermayesinden de yararlanarak yaklaşık 6 milyar dolar sermaye toplamayı başardı. Bu rakam, aynı sektörde yer alan yaklaşık 700 Avrupa şirketi için 1 milyar dolar olarak gerçekleşti. Ancak Avrupa hızla ilerlemekte kararlı. Yeni kurulan biyoteknoloji firmalarının sayısı ABD'deki sayıyı sollarken, Avrupa'da son 12 ayda bu alana çekilen sermaye ABD'dekine yakın.
Avrupa biyoteknoloji pazarındaki bu hareketlilik Amerikalıların ilgisini de çekiyor ve onların desteğiyle artıyor. Daha ucuz, daha çeşitli ve bürokrasinin azlığına bağlı olarak daha hızlı elde edilebilen teknolojiler Amerikan şirketleri tarafından artan oranlarda ortaklık ya da finansörlük yoluyla destekleniyor.
Avrupalı biyoteknoloji firmaları Amerikalılarla ortaklıklar kurmakla kalmıyor, onlardan sektörde deneyimli yöneticiler de transfer ederek ticari geleceklerini garanti altına almaya çalışıyor. Sektörün parlak geleceğine karşın, Avrupa kamuoyunun genetik mühendisliğine karşı olan geleneksel tepkisi bazı soru işaretleri yaratıyor. Avrupalı tüketiciler genetik değişime tabi tutulmuş ürünlerin (mısır, soya fasulyesi gibi) satışına karşı; ancak Avrupa Birliği'nin geçen yıl bunu serbest bırakan bir karar almasıyla tartışmalar alevlendi.
Özay Şendir
Gerçek savaş mı yoksa danışıklı savaş mı?
23 Haziran 2025
Tunca Bengin
Nobel Barış Ödülü adayı ‘savaş’ dedi
23 Haziran 2025
Cem Kılıç
Yabancı parayla ücret olur mu?
23 Haziran 2025
Didem Özel Tümer
İran’da zorla rejim değişikliği mümkün mü?
23 Haziran 2025
Abdullah Karakuş
Bundan sonra neler olacak?
23 Haziran 2025