Seçim öncesinde iki olgu dikkati çekti. İç ve dış piyasalar, sanki bütün riskleri askıya aldı, tepkilerini seçim sonrasına erteledi, bu sayede seçim öncesinde piyasalarda belirgin bir gerilim yaşanmadı. Siyasetçilerin çoğu da, biraz da bundan cesaret alarak, ekonomideki ve mali piyasalardaki ciddi riskleri göz ardı edip, sorumsuzca beyanlarda ve vaatlerde bulundu. Bu yanıltıcı görüntü, kimilerinde, seçimden sonra ekonomide her şeyin daha iyi olacağı umudunu bile yaratmış olabilir. Kimileri de, seçimden sonra oluşacak hükümetin ekonomide fazla bir risk yaratamayacağını düşünerek, bugün sorumsuzca oy kullanmak lüksüne sahip olduğunu düşünebilir.
Oysa Türkiye ekonomisi bu seçime muazzam potansiyel risklerle giriyor. Bu potansiyel risklerin gerçekleşmesi ya da gerçekleşmemesi ise tamamen seçimden sonra ortaya çıkacak tabloya ve oluşacak yeni hükümete bağlı. Bütün diğer değişkenler yeni hükümetin tavrına göre yön alacak ve ekonominin geleceğini belirlemede rol oynayacak.
Borç çevirme riski
Sözünü ettiğim risklerin başında borç çevirme riski geliyor. Bugün gelinen noktada kamu borcunun önemli bir bölümü değişken faizli ve döviz kuruna endeksli. Yani faiz ve kur riskinin ağırlığı borç verenlerin değil, borcu alan devletin üzerinde görünüyor. Bu durumda faizler ve döviz kuru, şu ya da bu nedenle başını alıp giderse, devletin borç servisi yükü ağırlaşacak ve büyüme hızını veri olarak alsak bile, borcun çevrilebilmesi yeniden sorun haline gelebilecek.
Yeni hükümet işe başlar başlamaz böyle bir ikilemle karşılaşırsa ne yapar? Ya son haftalarda çokça sözü edilen "borç öteleme" seçeneğine sarılır ya da enflasyonla mücadeleyi erteleyip borcun değerini düşürmeye çalışır. Her iki seçenekte de devlete borç vermiş olanlar, öncelikle de bankalar ve elinde kağıt tutan vatandaşlar zararlı çıkar.
Bu olasılığı düşünürken kamu borçlanmasının varmış olduğu boyutları da hatırda tutmak gerekiyor. Eldeki veriler bugün Türkiye’deki kamu kağıdı portföyünün toplam hacminin, yabancı para cinsi varlıklar dahil, mali sistemin toplam hacminin üzerinde olduğunu gösteriyor. TC Merkez Bankası’nın elindeki kamu kağıtlarını hariç tutsak bile bu oran çok yüksek. Özel kesimde yaratılan tasarrufun neredeyse tümünü kamu kesimi kullanıyor ve bu borç üzerinde operasyon yapma yetkisi de devlette, yani hükümette bulunuyor. Başka bir ifadeyle özel sektör, kaynaklarını devlete kullandırmakla "hükümet riskini" üzerine almış oluyor ve şimdi bu riskin gerçekleşmesi olasılığıyla karşı karşıya.
Dış riskler de var
Salt borç çevirme riski bile, seçim sonrasında ortaya çıkacak tablonun ve kurulacak yeni hükümetin nasıl her şeyi belirleyebileceğini gösteriyor. Bu ortamda iç ve dış piyasaları ürkütecek her söz, her davranış, faizin ve dövizin yükselmesine ve yukarıdaki örnekte sözünü ettiğimiz ikilemin gündeme gelmesine yol açabilir. Bunun yanı sıra seçim sonrasında gündeme gelebilecek olan meşruiyet tartışmaları, hükümetin kurulmasında ortaya çıkabilecek olan sorunlar ve bizim dışımızdaki risk faktörleri de ekonominin geleceğine gölge düşürebilir. Örneğin ABD’nin Irak operasyonunu devreye sokması Türkiye’yi bir anda yeni risklerle karşı karşıya getirebilir. Böyle bir noktada yeni hükümetin olaya yaklaşım tarzı sonucu büyük ölçüde etkileyebilir.
Bütün bunlar bugün sandığa atacağımız oyların belki de ilk anda düşündüğümüzden daha da önemli olduğunu gösteriyor. Tepkilerini ve özlemlerini sandığa yansıtmak seçmenin hakkı hatta belki de görevi. Ancak bugün vereceğimiz oylarla, zorluklarla ve risklerle dolu bir dünyada, dar geçitten geçmeye çalışan bir ülkeyi yönetecek hükümeti belirleyeceğimizi de unutmayalım.