Osman ULAGAY
Yetkili mercilerin % 15'le % 70 arasında değişen 1998 enflasyon tahminleri kafaları iyice karıştırdı
Önceki gün gazetelere bakarken Hürriyet'in ekonomi sayfasındaki bir başlıkla irkildim. "Taner : 1998 sonunda enflasyon yüzde 15" şeklindeydi bu başlık ve daha önce 1997 sonunda enflasyonun % 100'e yükselebileceğini müjdeleyerek piyasaları rahatlatan(!) Sayın Taner bu kez 1998'de enflasyonun % 15'e düşürülebileceğini müjdeliyordu.
İlgiyle haberi okumaya başladım. İlgimin nedeni % 15 rakamının bizim enflasyon lotoda ilk kez telaffuz edilmesiydi. 1998 yılı enflasyonuyla ilgili olarak daha önce % 40, % 60, % 65 gibi rakamlar ortaya atılmıştı ama kimse çıkıp da % 15 diyememişti.
Bu kahramanca çıkışı en kahraman bakanın yapması aslınca şaşırtıcı değildi ama bu yeni rakamın nereden çıktığı gene de merak konusuydu. Hürriyet'teki habere göre Sayın Taner bu açıklamayı İstanbul'daki Dünya Ekonomik Forumu toplantısında yapmış ve "enflasyona karşı vereceğimiz mücadele etkisini çok kısa zamanda gösterecek ve 1998 yılı sonunda enflasyon oranı % 15 düzeylerine kadar indirilebilecektir", demişti.
Kafam karışıyor
Demek ki hükümetimiz gerçekten işi sıkı tutacak, ciddi bir kemer sıkma programı ve bütçesi hazırlayarak enflasyonu % 15'e çekmeye çalışacaktı. Ancak bu müjdeyi sindirmeme fırsat kalmadan aynı gazetenin aynı sayfasındaki bir başka habere takıldı gözüm. Bu habere göre 1998 bütçe açığı 6.5 katrilyon TL. olacaktı; bütçe 1998 yılı ortalama enflasyonunun % 70, yılbaşı - yılsonu enflasyonu % 60 olacağı varsayımıyla hazırlanmıştı. Enflasyon loto için iki rakam daha çıkmıştı ortaya ama kafam da iyice karışmaya başlamıştı. İddialı bakanla bütçe öngörülerini hazırlayanlar birbirlerinden habersiz mi çalışıyorlardı yoksa gerçekten enflasyon loto mu oynanıyordu?
Önceki günkü Hürriyet'in sayfalarını çevirdikçe şaşkınlığım daha da arttı. Gazetenin 38. sayfasındaki habere göre Başbakan Mesut Yılmaz da uzmanlarına atıf yaparak katılmıştı enflasyon lotoya. Almanya'ya giderken gazetecilerin sorularını yanıtlayan Başbakan, "uzmanlar enflasyonun % 25 - 40 bandına çekilebileceğini düşünüyorlar", diyerek enflasyon lotoya katkıda bulunmuştu.
Evet bunlar yalnızca tek bir gazetenin tek bir sayısında, 30 eylül tarihli Hürriyet'te yer alan yetkili mercilerce açıklanmış enflasyon tahminleriydi. Bu tahmin arasından hangisinin geçerli ve gerçekçi olduğunu anlamak ise galiba sayısal lotoda altı tutturmak kadar güçtü.
"Fifty" mi, "fifteen" mi?
Tek bir gazetede bu kadar çok sayıda farklı rakam telaffuz edildiğine göre acaba diğerlerinde farklı tahminler var mı diye heyecanla gazete sayfalarını çevirmeye başladım. Yeni Yüzyıl'daki bir habere göre Güneş Taner, Dünya Ekonomik Forumu'nda yaptığı konuşmada 1998 yılı enflasyon hedefinin % 50 olduğunu açıklamıştı. Birden söz konusu konuşmanın İngilizce yapılmış olabileceğini hatırladım ve acaba İngilizcede 15 anlamına gelen "fifteen" sözcüğü ile 50 anlamına gelen "fifty" sözcüğü arasında bir karışıklık mı oldu diye düşündüm. Acaba Sayın Taner "fifty"(50) demişti de kimileri bunu "fifteen"(15) diye mi duymuştu? Bunları düşünürken gene Yeni Yüzyıl'da bir başmka habere takıldı gözüm. Okan Müderissoğlu'nun haberinde, "1998 bütçesi büyük olasılıkla IMF'nin talepleri doğrultusunda, % 40 enflasyona göre şekillendirilecek", deniyordu.
Muammayı çözmeye çalışırken Sayın Taner'in Liberal Bakış'ta yer alan açıklaması imdada yetişti. "Mevcut koşullarda gelecek yıl enflasyon % 50'lerde dolaşır, ancak gerekli kaynaklar bulunursa % 15'e de gelebilir", diyordu Sayın Taner ve ekliyordu: "Ama şu an için bu kaynak yok; iç borcu dış borca tahvil edebilir ve özelleştirmeyi gerçekleştirebilirsek bu hedef mümkün." Anlaşılan hem "fifty" hem de "fifteen" demişti Sayın Taner ve herkes kendi tercih ettiğini gerçekçi sayabilirdi.
Gel de inan
Dünya Ekonomik Forumu'na katılanların bu rakam oyunlarını nasıl değerlendiğinin ipuçları ise gene 30 eylül tarihli Wall Street Journal'da James Dorsey'in haberinde yer alıyordu. Dorsey'in haberine göre Güneş Taner Forum'da yaptığı konuşmada enflasyonu % 15'e çekeceklerini ve Türk lirasını ABD doları gibi bir paraya bağlama hedefinin de hükümetin ekonomik programında yer aldığını söylemişti.
Söylemişti de bu sözlerin yabancı dinleyicilern üzerindeki etkisi ne olmuştu acaba. Adının açıklanmasını istemeyen bir yabancı bankacı, Sayın Taner'i dinledikten sonra James Dorsey'e ,"bunlar kimi kandırdıklarını sanıyorlar; bizce bu hedefler aşırı derecede iddialı; bunları bırakıp üç yıl vadeli bir program hazırlamalılar", demişti.
Şu yabancılar da hiç bir şeyi beğenmiyordu canım. Yetkili mercilerimizin yalnızca tek bir gün içinde gazetelere yansıyan enflasyon tahminleri loto kuponlarını dolduracak kadar fazlaydı. Altı sihirli rakamı bulup trilyoner olmak için çabalayanların tek üzüntüsü ise telaffuz edilen rakamların bazılarının 49'dan büyük olmasıydı.
Dünya çapında spektaküler yatırımlarıyla dikkat çeken Suudi prensi El Valid bin Talal Abdülaziz El Saud bu kez de Amerikalı moda tasarımcısı Donna Karan'a yardım elini uzattı. Ürünleri dünya çapında büyük ilgi gören ancak işletme sorunları nedeniyle 1997'nin ilk yarısını 13.8 milyon dolar zararla kapatan ve mali sıkıntı yaşayan Donna Karan International'a 20 milyon dolar yatıran Prens böylece şirketin %7 payını satın almış oldu.
Prens El Valid bin Talal The Guardian gazetesine yaptığı açıklamada "Donna Karan New York'un (DKNY) sunduğu ürünlerin çizgisini çok beğendiğini, hem kadınlara hem erkeklere hitap eden DKNY markasının hızla büyüyen bir marka olduğuna inandığını" söyledi. Geçen yıl halka açılan Donna Karan International 1997'nin ilk 6 ayında 13.8 milyon dolar zarar etmişti.
Özellikle zor durumdaki uluslararası girişimlere yatırım yapmayı tercih eden Suudi Prens El Valid nisan ayında da 15 aydır zarar eden Apple Computer'a 115 milyon dolar yatırmıştı. Prensin toplamı 11 milyar dolara ulaştığı tahmin edilen yatırımları arasında Citicorp, TWA, Euro Disney Paris, Saks Fifth Avenue, Four Seasons otelleri, Paris'in meşhur George V oteli ve Michael Jackson ile ortak olarak kuracakları Kingdom Entertainment gibi örnekler var.
Prens yatırımcılığa Amerikan Menlo College'den aldığı işletme derecesi ve babasının verdiği 15.000 sterlinin yanısıra Citibank'ten aldığı ve karşılığında sarayını teminat gösterdiği büyük krediyle başlamış. "Değeri 4 milyar dolar, fiyatıysa 1 milyar dolar olan her şeyi alırım", diyor yatırımcı Prens.
Türkiye gibi bir ülkede yıllar yılı ekonomiyle ilgili yazılar yazan birisinin bazı sözcüklere ya da deyimlere alerjik hale gelmesi şaşırtıcı olmamalı. Örneğin "IMF'nin acı ilacı", ya da "istikrar paketi" gibi sözcükleri kullanırken çoğu kez gülüyorum kendi kendime; yetkililerin, "enflasyonla mücadeleye kararlı" olduklarını belirten açıklamalarını dinlerken müstehzi bir tebessüm kaplıyor yüzümü. "Kritik dönem", "tehlike kapıda" gibi başlıkları atarken de tuhaf bir duyguya kapılıyorum.
Evet gene böyle bir başlık kullanmak zorunda kalıyorum çünkü kritik bir onbeş gün var önümüzde. Bu yıl eylül ayını da kaplayan ılık iyimserlik rüzgarlarının sona erip gerçeklerle yüzleşme anının yaklaştığı günlere girdik. Yılmaz hükümetinin bu onbeş gün içinde yapacağı tercihler yalnızca ekonominin değil belki politikanın da takvimini belirleyecek.
Ekonomi bürokrasisini yakından izleyen Bilal Çetin ve Erdal Sağlam gibi arkadaşlarımızın da son günlerde vurguladıkları gibi, gelinen kavşakta hükümetin önünde iki ana seçenek var. Ya enflasyonu hızla aşağı çekmeyi hedefleyen bir program ve bununla tutarlı bir bütçe yapılacak ve bunlarla IMF'nin karşısına çıkılacak. Ya da durumu idare etme anlayışıyla bazı hedefler belirlenecek, adet yerini bulsun diye bir bütçe yapılacak ve IMF ile de anlamsız bir oyalama oyunu oynanacak.
İki seçeneğin olası sonuçları hayli farklı. Birinci seçenek benimsenirse ilk anda çeşitli cephelerden gelecek bir eleştiri sağnağı altında kalabilir hükümet. Buna dayanacak gücü bulur ve neden bu tercihi yaptığını halka iyi anlatabilirse bu sıkıntılı dönemi hükümetin önünde yeni ufukların açıldığı bir dönem izleyebilir.Hükümet, IMF'nin destekleyeceği tutarlı bir programı ödün vermeden uygulayabilirse bunun dış dünyada yaratacağı olumlu yankılar dış kaynak girişini hızlandırabilir ve hükümetin manevra alanını genişletebilir.
İkinci seçenek hükümeti belki ilk andaki eleştiri yağmurundan korur ama gerekli dış desteği sağlayamayan bir hükümet 1998'de fena halde zorlanır, enflasyonu tutmak çok daha zorlaşır, hiç istenmeyen "sıcak para sendromu" gündeme gelebilir.
Hazine Müsteşarı Eğilmez, "ikinci seçeneği düşünmek bile istemiyorum", derken haksız değil galiba.
İstanbul Sanat Fuarı dün açıldı. 5 ekime kadar açık kalacak olan fuarda çok sayıda sanatçının yapıtları sergilenecek ve sanatseverler farklı türdeki yapıtları bir arada görme olanağını bulacak. Türkiye dışından de yedi galerinin katıldığı fuar, Tepebaşındaki TÜYAP Sergi Sarayı'nda 11.00 ile 20.00 (pazar günü 19.00)saatleri arasında gezilebilir.
Merakla beklenen 5. Uluslararası İstanbul Bienali ise 5 ekim pazar günü başlıyor. "Yaşam, Güzellik, Çeviriler/Aktarımlar ve Diğer Güçlükler Üstüne" teması etrafında örülmüş çeşitli etkinlikleri kapsayan 5. Bienal'in gerçekleşeceği mekanlar arasında Topkapı Sarayı bahçesindeki eski darphane binası, Aya İrini kilisesi, Yerebatan sarnıcı, Sirkeci ve Haydarpaşa tren istasyonları, Kız Kulesi ve Atatürk Havalimanı da var.
Yazara EmailO.Ulagay@milliyet.com.tr