Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Osman ULAGAY

İşadamlarıyla bazı bakanlar arasındaki laf trafiğinde doğrularla yanlışlar birbirine karıştı
Son günlerin en doğru lafını Sanayi Bakanı Yalım Erez söylemiş, "çok konuşulan yerde çok yanlış olur", demiş(Hürriyet, 11.11.97). Son bir hafta içinde ortalığa saçılan laf salatası karşısında Sayın Erez'e hak vermemek olanaksız. Gazete sayfalarını süsleyen manşetlere bakıp da kafası iyice karışmayan kimse kaldı mı bilmiyorum ama amaç kafa karıştırmak olsaydı herhalde bundan iyisi yapılamazdı.
Önce işadamı Rahmi Koç'un beyanı karıştırdı ortalığı. Rahmi Koç, Koç Grubu'nun 1998 yılı programını yaparken hükümetin belirlediği enflasyon ve büyüme hedeflerini esas alacaklarını ve bu hedeflerin tutturulması için gerekirse karlarından da fedakarlık edebileceklerini açıklamıştı.

Bu aslında en büyük iş gruplarımızdan birinin iyi niyetini gösteren bir beyandı. 23 ekimde bu köşede yer alan "Firmalar yüzde 50'ye inanıyor mu?", başlıklı yazıda belirtmiş olduğumuz gibi, hükümetin ekonomik hedeflerinin tutması için iş aleminin bu hedefleri ciddiye alması ve kendi hedeflerini buna göre belirlemesi önemliydi. Koç Grubu Rahmi Koç'un açıklamasıyla bu alanda öncülük yapmış oluyordu.
Ne var ki bu beyanın algılanışı biraz farklı oldu. Koç Grubu'nun 1998 hedeflerini belirlerken hükümetin hedeflerini esas alacağı noktası pek vurgulanmazken kardan vazgeçme boyutu öne çıkartıldı ve özel sektörün kar amaçlamadan çalışmasının doğru olup olmadığı tartışılmaya başlandı. Bazı işadamları özel sektörün kar amaçlamadan çalışmasının enflasyonu düşürmeyeceğini açıklamak zorunda kaldılar; Bülent Eczacıbaşı kendilerinin 1998 için yüzde 80 - 85'lik bir enflasyon hedefini daha gerçekçi bulduğunu açıkladı. Büyük grupların her davranışında bir artniyet arayanlar ise Koç Grubu'nun bu işteki asıl amacını araştırmaya koyuldular.

Tam bu noktada Devlet Bakanı Güneş Taner'in açıklamaları tartışmaya yeni bir boyut kazandırdı. Özel sektöre seslenen Sayın Taner, "siz dört ay ürünlerinize hiç zam yapmayın, ben de petrol ürünleri dahil devlet ürünlerine dört ay zam yapmayayım", önerisini ortaya attı. Sayın Taner'in önerisi ertesi gün bir tehdide dönüştü ve Sayın Bakan çağrısına uymayıp zam yapanları teşhir edeceğini açıkladı.
Bazı sanayicilerin yanı sıra Sanayi Bakanı Yalım Erez ve Rekabet Kurulu Başkanı Aydın Ayaydın da Sayın Taner'in bu önerisine katılmadıklarını açıkladılar. Yalım Erez, "ertelenen zam katlanarak geri döner", derken Aydın Ayaydın ise gerek Rahmi Koç'un gerekse Güneş Taner'in önerilerinin rekabet yasasına aykırı olduğunu belirtiyor ve önerilen uygulamanın küçük firmaları vuracağını ileri sürüyordu.

İş aleminin karşı karşıya bulunduğu tek tehdit bu değildi. İş alemini bekleyen bir tehlike de, "kafalarının cama çarpması hatta camdan dışarı fırlamasıydı". Enflasyonun ancak frene basarak önlenebileceğini açıklayan Sanayi Bakanı Yalım Erez, frene sert basmanın sonuçlarını yukardaki sözlerle açıklarken, "ama merak etmeyin biz frene yavaş yavaş basacağız, belki hepiniz biraz sarsılacaksınız ama hiçbirinizin kafasını camdan çıkartmayacağız", diyerek işadamlarını rahatlatıyordu(Hürriyet, 6.11.97).
Bakan Erez bunları söylüyordu ama ekonominin gidişatı hiç de frene basıldığı izlenimini vermiyordu. Hükümetin frene basıp basmadığı tartışmalıydı ama piyasaların bu freni hissettiğini söylemek zordu. Enflasyonla mücadelenin başlangıç tarihi olarak açıklanan 1 ocak 1998'e ise fazla zaman kalmamıştı ve bu durum ister istemez akla sert fren olasılığını getiriyordu.
Eninde sonunda birilerinin kafası cama çarpacak ya da camdan dışarı fırlayanlar olacak mı, henüz belli değil ama bu laf salatasıyla kafaların iyice karıştığını ve çoğu kimsenin şimdiden cama çarpmış gibi sersemlediğini görür gibiyiz.


Her gün yeni bir icat çıkartıp arabayı atın önüne koşanlar enflasyonla mücadeleyi hedefinden saptırıyor
Son günlerde yapılan bazı açıklamalar ve tartışmalar kafaları iyice karıştırdı. Bu tartışmanın ayrıntısını aşağıdaki yazıda bulacaksınız. Topu başkalarına atmak isteyen politikacılar bu kafa karışıklığını isteyerek mi yarattı, yoksa kavrayış eksikliği ve boşboğazlık mı yol açtı bu kargaşaya, bilmiyoruz ama kafaların karıştığı her halde bir gerçek.
Yaratılan kafa karışıklığı arabayı atın önüne koşmaktan kaynaklanıyor. Türkiye gibi yıllardır kronik enflasyonla yaşayan ve üstelik bu hayat tarzına alışmış olan bir ülkede enflasyonun bünyeden atılması kuşkusuz basit bir olay değil. Bu mücadelede çeşitli yöntemleri bir arada kullanmak gerekiyor ama bunların bir öncelik sırasıyla ele alınması çok önemli.
Birinci önceliğin hiç tartışmasız kamu açıklarının kapatılmasında olması lazım. Yüksek enflasyona karşı başarı kazanmış bütün modellerin temelinde bütçe disiplini ve kamu açıklarının kapanması yatıyor. Hükümetin kamu açıklarını kalıcı olarak kapatmaya kararlı olduğunu kanıtlayabilmesi için ise öncelikle sosyal güvenlik sistemi reformu ile vergi reformunun devreye girmesi zorunlu.
İkincisi, hükümetin tüm diğer politikalarının, para ve ücret politikasının, tarım sübvansiyonlarının, yatırım politikasının belirlenen hedeflerle uyumlu olması şart.
Üçüncüsü enflasyonla mücadele konusunda kapsamlı bir toplumsal mutabakatın sağlanmış olması önemli.
Hükümet ancak bu temel koşulları yerine getireceğini gösterdikten sonra inandırıcılık kazanabilir ve çeşitli toplum kesimlerinin katkısını isteyebilir. Belli bir süreyle fiyatların dondurulması gibi öneriler ancak bu temel atıldıktan sonra bir anlam kazanabilir.
Bu temel adımlar atılmadan bir gün yeni liradan, ertesi gün fiyat dondurmaktan söz etmek, kafa karıştırmanın ötesinde hiç bir işe yaramaz.
Başbakan Mesut Yılmaz'ın önceki günkü açıklamaları bu konuda umut veriyor. Umarız bakanları da kendisiyle uyum sağlar ve kafa karıştırıcı beyanlardan kaçınır.

KAL - DER(Kalite Derneği) Başkanı Yılmaz Argüden'in hayali, toplam kalite bilincini Türkiye'ye yaymak. "Türk şirketleri toplam kalite konusunda Avrupa çapında başarı sağladı, ödüller aldı, Avrupa'nın önde gelen şirketlerinin tepe yöneticileri bu nedenle Türkiye'ye daha dikkatle bakmaya başladı", diyen Argüden hemen ekliyor: "Ama unutmayalım ki bu düzeye gelmiş firmalarımızın sayısı çok değil, belki 20 dolayında. Bu sayıyı çoğaltabilir, kalite bilincini ülke çapına yayabilirsek Türkiye farklı bir ülke haline gelir."
Argüden KAL - DER'in, toplam kalitenin önemine inanmış firmaların sağladığı eleman desteğiyle Türkiye çapına yayılacak bir kalite seferberliğinin öncülüğünü yapabileceğini düşünüyor. "İlk aşamada 250 firmayı, ikinci aşamada 1000 firmayı hedefliyoruz", diyen Argüden KAL - DER'in bu kampanyadaki işlevinin Türkiye'nin dört bir yanındaki firmalara kalite danışmanlığı verecek kişileri ve kuruluşları eğitmek ve yönlendirmek olduğunu söylüyor.
Toplam kalite anlayışının bir yandan firma karlılığını artırırken diğer yandan insan kalitesini yükselttiğini ve demokratik yapıyı desteklediğini belirten Argüden, "restoranlardan fabrikalara kadar toplam kaliteyi benimsemiş firmaların sayısı arttıkça Türkiye farklı bir ülke olacak", diyor.




Yazara EmailO.Ulagay@milliyet.com.tr