Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Geçen akşam TV 8’de, Haluk Şahin’in "Yüksek Siyaset" programında Kemal Derviş konuktu. IMF programlarına muhalif olan Prof. Erinç Yeldan’ın da katıldığı programda gene hep tartışılan konular öne çıktı, en fazla borç - faiz ikileminden söz edildi. Programı izlerken "Anladık bu sorun çok önemli ama Türkiye’nin ufkunun borç - faiz çıkmazına saplanıp kalması doğru mu?" diye geçirdim içimden. Derviş’in ve iktidara aday olduğunu söyleyen CHP’nin, "biz gelirsek güveni sağlar faizleri düşürürüz"ün ötesinde insanlara ufuk açacak başka şeyler de söylemesi gerektiğini düşündüm.
Bu düşüncelerle yattım programdan sonra ama bir süre sonra uyandım ve gecenin iyice ilerlemiş bir noktasında TV kanallarını tararken Habertürk’te Ali Koç çıktı karşıma. Deniz Arman’la konuşurken bugünün dünyasında bilgiye dayalı e - ekonominin nasıl her alanı etkilediğini, Türkiye’nin tarımda ve tarıma dayalı sanayide nasıl büyük bir potansiyele sahip bulunduğunu anlatıyordu genç işadamı büyük bir heyecanla ve sanki farklı bir geleceğin umudunu aşılıyordu izleyenlere. Siyasetçilerde, iktidara talip olanlarda da bu havayı görmek, hissetmek istiyor insan. Geçmişle hesaplaşmayı değil geleceğin Türkiyesi’nin başarı öykülerine zemin oluşturacak açılımları duymayı özlüyor.

Milliyet TIR’ı ile yaptığımız gezi sırasında en fazla karşılaştığımız sorular arasında şunlar da vardı: "Medya, Tayyip Erdoğan’ı ve AKP’yi neden bu kadar çok öne çıkardı? AKP’nin bugün birinci parti konumuna gelmesinde medya mensupları olarak sizin de önemli bir payınız yok mu?" Bu eğilimi, önde gelen bir holdingimizin üst düzey yöneticilerinin ve müdürlerinin katıldığı bir toplantıda anlattığımda, onlar arasında da bu soruların cevaplarını merak edenler bulunduğunu gördüm. Özellikle AKP’nin yükselişini bir tehlike olarak görenler arasında, bu yükselişte medya desteğinin önemli bir rol oynadığını düşünenler hayli fazla galiba.
Ben kendimi bu soruları cevaplayacak konumda görmüyorum ve bu işi Okay Gönensin ve Güngör Uras gibi köşelerinde medyayı da değerlendiren dostlarımızın daha iyi yapabileceğini düşünüyorum. Ancak bir iki noktanın üzerinde durmadan edemeyeceğim. Birincisi, önde gelen medya patronlarından hiçbirinin AKP’nin desteklenmesi yönünde bir telkinde bulunmuş olabileceğini sanmıyorum. İkincisi, bence medyadan bağımsız bir olgu olan AKP’nin yükselişini yansıtmak ve bunun nedenlerini araştırmak, sonuçları hakkında yorum yapmak da medyanın görevi. Biz bu partiyi beğenmiyoruz ya da tehlikeli buluyoruz diye bu olguyu yok sayarsak asıl o zaman görevimizi yapmamış oluruz.

AKP’nin ekonomi anlayışı
Yazımın başlığını okuyunca şüpheye düşüp bu girizgahı okuduktan sonra benim de AKP’yi meşrulaştırma çabası içinde olduğuma kanaat getirenler olabilir. Böyle bir amacımın olmadığını yazmama gerek var mı bilmiyorum ama AKP’yi bir öcü olarak görüp dışlamanın yanlış olduğunu düşünüyorum ve şu andaki kamuoyu yoklamalarına göre seçimlerden birinci parti olarak çıkması beklenen bu partiyi daha iyi tanımamız gerektiğine inanıyorum. Ben bu yazıda AKP’nin yalnızca ekonomiye bakış açısını ve genel yaklaşımını ele alıp bir değerlendirme yapmaya çalışacağım. Bunu yaparken AKP’nin ikinci baskısı Mart 2002 de yapılan "Türk Ekonomisinde Başlıca Temel Sorunlar ve Acil Çözüm Önerileri" başlıklı kitapçıkla, "AKP’nin Kemal Derviş’i" diye tanımlanan Ali Babacan’la yapılmış iki söyleşiden ve Deniz Gökçe’nin Akşam’daki köşesinde yazdığı yazılardan yararlandım.
AKP’nin ilk baskısı 2001 Kasım’ında yapılan ekonomi politikalarıyla ilgili kitapçığının "Ekonomi İlkelerimiz" başlıklı giriş bölümünde "Partimiz, tüm kurum ve kurulları ile işleyen serbest piyasa ekonomisinden yanadır" deniyor ve şu görüşe yer veriliyor: "Partimiz, küreselleşmenin getirdiği yapısal dönüşümlerin kaçınılmazlığını ve en az maliyetle gerçekleştirilmesini savunur. Bunun en sağlıklı yolunun uluslararası rekabet gücünün artırılması olduğuna inanır." Kendini hâlâ "ilerici" diye yutturan ve küreselleşmeye küfrederek ulusal çıkarımızı savunduklarını sananların yanına bile yaklaşamayacağı, yerinde bir saptama bence.
AKP Parti Programı’nın "Ekonomi Anlayışımız" başlıklı bölümünde yer alan maddelerden bazıları da şunlar:
• AKP, uluslararası bilgi birikimi ve tecrübenin transferinde önemli rol oynayan yabancı sermayenin, Türk ekonomisinin gelişmesine katkıda bulunacağına inanır.
• AKP, uluslararası normlarla ve kültürel değerlerimizin karışımıyla ortaya çıkan etik değerlerin, ekonomik faaliyetin her alanında hayata geçirilmesini, sürekli ve sürdürülebilir büyümenin şartı olarak kabul eder.
• AKP, gündelik, popülist, kısa vadeli bir ekonomi anlayışı yerine gerçekçi, uzun vadeli, reformist ve dinamik bir ekonomi anlayışını benimsemiştir.

AKP’nin Derviş’i
"Rant ekonomisinden üretim ekonomisine" geçmenin öncelikli hedef olduğunu belirten AKP’nin bu hedefe varmak için getirdiği çözüm önerilerini, kitapçıktaki birçok diğer öneri gibi, eleştirel bir yaklaşımla tartışmak gerekiyor kuşkusuz. Ancak ben bu yazıda daha çok AKP’nin ekonomiye genel yaklaşımı üzerinde durmak istiyorum ve bu konuda en taze bilgiyi AKP’nin öne çıkan sözcüsü konumundaki Ali Babacan’ın sözlerinde bulabileceğimizi düşünüyorum. ODTÜ’den birincilikle mezun olduktan sonra ABD’de Northwestern Üniversitesi’nden mastır derecesini alan Ali Babacan, 3 Eylül tarihli Star’da, Jale Özgentürk’ün sorularını yanıtlarken bakın neler demiş:
• "IMF, Türkiye’yi iflas noktasından kurtarmak için burada. Bu nedenle IMF, Dünya Bankası gibi kuruluşlarla sıkı ilişkilerin olması gerektiğini düşünüyoruz."
• "Şu anda uygulanan programın özü yapısal reformların yapılmasını içeriyor. Biz Meclis’te muhalefet olduğumuz halde çoğunu destekledik. Taahhüt ettiyseniz uygulamak zorundasınız."
• "Şu anda dalgalı kur devam etmek zorunda."
• "Programın ana unsurlarının devamı çok önemli. Merkez Bankası’nın özerkliği ve BDDK, Özelleştirme Kurulu gibi kurulların devam etmesi gerek."
• "Bizim tabanımızda tabii ki IMF’ye karşı tepki var. Ama IMF dışı bir söylem tutturmamız da gerçeklerle bağdaşmaz. Ekonomide neden olacağımız çalkantılar tabanımıza zarar verir. Zaten tabanımızda çok ciddi bir güven var, doğru yapacağımıza inanıyorlar."
AKP’nin ve Babacan’ın diğer görüşlerini aktarmaya yerim kalmadı ama AKP gerçekten burada ipuçlarını bulduğumuz yaklaşımın arkasında duracak bir parti ise bu partinin Kemal Derviş’in CHP’ye aşılamaya çalıştığı anlayışa en yakın parti olduğunu söyleyebilirim.

Bursa Belediyesi, Johannesburg’da yapılan "Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi" için hazırladığı CD’yi ve broşürleri bana da göndermiş. CD’de "Barışın Ahengi" ana başlığı altında toplanan iki özgün parça var. Biri Bülent Ecevit’in 1974’te Londra’da yazdığı, Türk - Yunan kardeşliğini vurgulayan "Blue Magic" (Mavi Büyü) adlı şiirin Muammer Sun tarafından bestelenmesiyle oluşan bir parça. Diğeri ise Bursa Senfoni Orkestrası’nı yöneten Orhan Şallıel’in bestelediği Bursa senfonisi. Bursa Belediye Başkanı Erdoğan Bilsener de CD ile birlikte sunulan broşürde, dünyada "sürdürülebilir barış"ın "sürdürülebilir kalkınma"nın önkoşulu olduğunu belirterek Bursa kentinin 1992’de Rio’da kararlaştırılan Gündem 21’e nasıl katkılarda bulunduğunu anlatmış. Son zamanlarda spordaki uluslararası başarılara odaklanan Türkiye’den böyle sesler duymak, böyle girişimleri öğrenmek de iyi oluyor doğrusu.