Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Osman ULAGAY


Hong Kong'dan estirilen zafer rüzgarı IMF'nin "ciddi program yapın, öyle görüşelim" mesajıyla noktalandı.
Türk Milli Takımı'nın, pardon Güneş'li ve amigo destekli Türk heyetinin Hong Kong "zaferi" sonunda kırk yıllık "IMF reçetesi" olarak çıktı karşımıza. Dünya Bankası ve IMF üst düzey yöneticilerinin bu kuruluşların yıllık toplantısına katılan her ülkenin temsilcileriyle yaptıkları rutin görüşmelerin Türkiye ayağına her nedense "tarihi" bir nitelik atfedenler sonunda Hong Kong'a gitmeden de bilinebilecek basit gerçekle yüzyüze geldiler. IMF'nin patronları Türkiye'ye kibarca, "önce inandırıcı bir program ve bütçe yapın, sonra görüşelim", diyordu.

IMF ne istedi?

"Yeni lira" fırtınasıyla başlayan, IMF'ye çekilen sözde restlerle süren büyük serüvenin sonunda gelinen noktayı ekonomi kurmayları şöyle özetliyordu:
"IMF açık biçimde 'stand - by yapalım' demez. Ancak bizimle yaptıkları görüşmede diplomatik biçimde stand - by anlaşmasını önümüze koydular. Türkiye'yi belli bir takvim içinde kontrol etmek istiyorlar..Her şey 1998 bütçesiyle ortaya çıkacak. Ne kadar ciddi olduğumuzu buradan ölçecekler. IMF'nin baktığı en temel nokta uygulanacak programın ardındaki siyasi irade. Bu durumda yüzde 60 - 40 enflasyon seçenekleri arasında fiyatlar genel seviyesinin daha hızlı inişini içeren bir programın şekillenmesi gerekebilir."(Liberal Bakış'ın dünkü sayısında Okan Müderrisoğlu'nun haberi)
Hong Kong'da bulunan ekonomi editörümüz Şeref Oğuz da, Türk heyetinin IMF Başkanı ve başkan yardımcısıyla yaptığı görüşmenin ardından geçtiği haberde "IMF'nin Türkiye'yi stand - by'a zorladığını" belirtiyordu. IMF ile bir stand - by yapılabilmesi için ise enflasyonu hızla aşağı çekecek bir programın ve bu programla tutarlı bir bütçenin ortaya konması, vergi ve sosyal güvenlik reformu konusunda ciddi adımların atılacağına ilişkin güvence verilmesi gerekiyordu.

"Zafer"in gerçek yüzü

Türk heyetinin Hong Kong serüvenine futbol jargonuyla önem ve heyecan katmak isteyenleri belki biraz düş kırıklığına uğratan gerçek tablo şöyle özetlenebilir:
* IMF ve Dünya Bankası üst düzey yetkililerinin, kendileriyle aynı dili konuşan, aynı frekansta düşünebilen bir ekiple ve hükümetle iş yapabilecekleri konusunda beklenen olumlu tavrı ortaya koydukları anlaşılıyor.
* TC Merkez Bankası ile Hazine arasında imzalanan protokolda da ifadesini bulan mali disipline ve istikrara yönelme anlayışının 1998 bütçesine de yansıması ve yapısal reformlarla inandırıcılık kazanması halinde Dünya Bankası ve IMF'nin desteği sağlanabilecektir.
* Ancak IMF işi sağlam kazığa bağlamak ve enflasyonla mücadeleye hız kazandırmak için Türkiye'ye bir iddialı hedefler içeren bir stand - by anlaşması önermektedir. Kapsamlı bir destek için bu anlaşma önkoşul olarak görünmektedir.
* Türkiye'nin asıl sorunu da zaten budur. Kendi geleceğini güvence altında görmeyen Yılmaz hükümeti, enflasyonu hızla aşağı çekecek ve IMF'yi de tatmin edecek radikal bir programı göze almaya çekinmektedir.

Enflasyon sorun mu?

Pekiyi IMF neden böyle davranıyor ve iddialı bir program öneriyor Türkiye'ye? Biz, "bir kriz içinde olmadığımız halde neden kendimizi sıkacak önlemler alalım", derken IMF neden enflasyonu hızla aşağı çekecek bir seçenek üzerinde duruyor?
Nedeni açık. Bizim adeta normal saydığımız % 80 - 90 bandındaki bir enflasyon IMF için ciddi bir hastalık göstergesi. Bizim kriz belirtisi saymadığımız bu durumu onlar potansiyel kriz belirtisi olarak görüyorlar. Bugünün dünyasında % 50 - 60 enflasyon da ciddi hastalık belirtisi sayılıyor. Dolayısıyla, "ben enflasyonu % 60'a çekeceğim", diye hedef koymanın çok fazla anlamı yok. Hedeflerin çok daha iddialı olması gerekiyor. Son yıllarda bazı ülkelerin enflasyona karşı iddialı programlarla çok kısa sürelerde çok çarpıcı sonuçlar almış olmaları da bu görüşü destekliyor.
Bütün bunlardan çıkan sonuç şu: Yılmaz hükümeti önümüzdeki birkaç hafta içinde iddialı ve tutarlı bir program hazırlayıp Türkiye'ye gelecek olan IMF heyetinin önüne koyabilirse stand - by anlaşmasının zemini oluşabilir. Böyle bir anlaşma Türkiye'ye yeni ufuklar açabilir ama hükümeti de zorlar.
Bütün bunları anlayabilmek için Hong Kong'a gitmeye gerek var mıydı, bilmiyorum.


Tayland'da başlayan para depremi Malezya'yı da sarmaya başlayınca Malezya'nın iddialı başbakanı Mahatir Muhammed zehir zemberek demeçler vererek uluslararası spekülatörleri suçlamaya başladı. Bunlar arasında 1992'de İngiliz sterlinini çökertmiş olan George Soros'a özel bir yer ayıran ve hakaretler yağdıran Mahatir borsada ve döviz piyasasında yasaklar uygulayarak Malezya parası ringiti korumaya çalıştı ama çok geçmeden acı gerçeği öğrendi. Piyasaları blöfle korkutmak mümkün değildi. Ringit hızla düşmeye başlayınca blöfçü Mahatir geri adım attı ve piyasaların sakinleşmesini sağladı.
Ancak IMF ve Dünya Bankası'nın yıllık toplantıları sırasında Mahatir yeniden celallendi ve spekülatörlere ver yansın etti. Bunun üzerine ülke parası ringit bir darbe daha yedi ve bu kez başbakan yardımcısı Enver İbrahim piyasaları yatıştırıcı açıklamalar yapmak zorunda kaldı. Ancak bu Standard & Poor's'un Malezya'nın notunu düşürmesini önlemedi ve ringit bir tokat daha yedi piyasalardan. Atıp tutmamın ve blöf yapmanın bedeli hayli ağır olmuştu Malezya'ya.

Brisa, Netaş ve Beksa gibi Türk firmalarının Avrupa kalite liginde gösterdiği başarıda uluslararası firmalarla kurulan verimli ortaklık ilişkilerinin ve uluslararası örgütlerde etkili olmayı sağlayan "networking" becerisinin de önemli payı var her halde. Ama başarının temelinde yatan şey, Türk insanının yarattığı fark galiba. Bizim insanımız gerekli eğitime, birikime, donanıma kavuşunca Avrupalı rakiplerine üstünlük sağlayacak özelliklerini ortaya koyabiliyor. İnsanımızın bu özelliği, üzerinde düşünmeye değer bir konu.

Avrupa'nın en saygıdeğer şirketi unvanını bir kez daha, bir İsveç - İsviçre ortaklığı olan ABB firması aldı. Avrupalı üst düzey yöneticiler ile borsa uzmanları arasında yapılan araştırmada ikinciliği BP ile Nestle paylaşırken, onları British Airways izledi.
Araştırmanın ilk yapıldığından bu yana birinciliği kimseye kaptırmayan ABB'nin özellikleri güçlü bir stratejiye, insancıl bir şirket kültürüne ve inovasyona açık, yaratıcı bir yaklaşıma sahip olması. ABB'nin saygınlığının en önemli nedenlerinden biri de karizmatik başkanı Percy Barnevik.
Avrupa dışındaki şirketleri de içeren sıralamada ise ilk üç sırayı Microsoft, General Electric ve Coca aldı, ABB dördüncü olabildi. Avrupa'da saygın şirketler sıralamasına aday gösterilen kuruluşlar arasında Türkiye'den Garanti Bankası ve Mercedes Benz de yer aldı.

Avrupa'nın en saygın 10 şirketi

SıraŞirketÜlkeSektör
1ABBİsveç/İsviçreMühendislik, metal
2BPİngilterePetrol, gaz, maden
2NestleİsviçreGıda
4British AirwaysİngiltereUlaşım hizmetleri
5TescoİngilterePerakende satış/dağıtım
6AXA - UAPFransaSigorta
7BMWAlmanyaOtomotiv
8CarrefourFransaPerakende satış
9UnileverHollanda/İngiltereGıda
10Daimler - BenzAlmanyaOtomotiv


Yazara EmailO.Ulagay@milliyet.com.tr