Osman Ulagay
Genelkurmay Başkanlığı'nın basın mensupları için düzenlediği kapsamlı brifingde "iç tehdidin dış tehdidin önüne geçtiği" ortaya konmuş ve "iç tehdit"ler arasında önceliğin "irtica tehlikesi"nde olduğu herkesin anlayacağı bir şekilde belirtilmiş.
Bu brifingde çizilen tablo askerin Türkiye'deki durumu nasıl değerlendirdiğini göstermesi açısından anlamlı. Bu değerlendirmenin yapıldığı gün, Genelkurmay Başkanı'nın kendisine yapacağı ziyareti "atom bombası"na benzetecek kadar önemseyen Başbakan Erbakan'ın tavrı da aslında Refah Partisi(RP) ile komuta kademesi arasındaki ilişkinin "nezaket derecesi"ni yansıtıyor.
RP ile asker arasındaki ilişkinin özelliği ve "nezaketi" neden kaynaklanıyor diye sorduğumuzda bunun aşılması çok da basit olmayan nedenleri olduğunu görüyoruz. Özetlersek:
(1) RP aslında gücünü "DÜZENİ DEĞİŞTİRME" vaadinden alıyor. Bu düzen değişikliği vaadi ise - en azından RP'nin tabanının bir kesimi için - laik düzeni değiştirmeyi ve teokratik bir devlet kurmayı da içeren bir vaat. RP'nin taraftar kitlesini ve tabanının koruması için böylesine kapsamlı bir düzen değişikliği hedefini canlı tutması gerekiyor. Ancak böylesine kapsamlı bir düzen ve rejim değişikliği vaadi, mevcut düzen içinde kendini dışlanmış hisseden, kaybedenler arasında olduğunu düşünen kesimi tatmin edebilir. Ancak böyle bir düzen değişikliği bu kesimin özlediği büyük bir altüstlüğü ve konum değiştirmeyi sağlar. Bu düzen değişikliği rejimin, hukuk düzeninin, devlet düzeninin, askeri düzenin, mülkiyet düzeninin, yaşayış biçimlerinin, kültür kurumlarının değişmesini ve uluslararası ilişkilerin yeni bir rotaya oturtulmasını içeriyor. Bu aslında farklı bir uygarlık anlayışıyla ülke düzeninin yeni baştan kurulması ve tüm ölçülerin İslamcı kesimin normlarına indirgenmesi anlamına geliyor. RP ileri gelenleri ne derse desin aslında insanların kafasına sokulan büyük hedef bu.
(2) RP ileri gelenleri aldıkları oy oranlarına ve varlığını hissettikleri desteğe bakarak vaadettikleri bu düzen değişikliğinin arkasında büyük bir "halk desteği" olduğunu ileri sürüyorlar. Bunun doğru olduğu kuşkulu ama RP'nin aktif tabanı içinde böyle düşünen ve salt bu düzen değişikliği vaadi nedeniyle RP'ye bağlı kalan, hizmet veren bir kesimin ağırlık taşıdığı muhakkak. Onların gerçek gücü ancak sınanarak anlaşılabilecek. Öte yandan RP'ye oy desteği vermiş olanların ne kadarının böylesi bir düzen değişikliğini benimsemeye hazır olduğu da ayrı bir soru işareti oluşturuyor.Böyle bir düzen değişikliğinin boyutları ortaya konduğunda belki de RP'ye oy verenlerin önemli bir bölümü RP'den uzaklaşacak. Bunu da bilmiyoruz.
(3) RP'nin ancak kısmen kamufle edebildiği bu hedeflerin gerçekleşmesi, Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet'in ve onun ordusunun sonu anlamına geliyor. Bu nedenle RP'nin temsil ettiği tehdidin güçlenmesi askeri, askerin konumunu doğrudan tehdit ediyor. Asker bu algılama süreci içinde en büyük tehdidi "irtica" olarak görüyor ve RP'ye karşı tavrını belirliyor. Asker de toplumun desteğinin kendi arkasında olduğunu söylüyor ama tedirgin; belki de aslında bu destekten eskisi kadar emin olamadığı için hırçın ve aceleci bir tavra giriyor. Bu gidişata bu noktada müdahale edilmezse çok geç olabileceğinden kaygı duyuyor.
Son gelişmelere bu değerlendirmenin ışığında bakmanın açıklayıcı olabileceğini düşünüyorum.
Dünkü Milliyet'te Zeynep Çetinkaya'nın "1 Mayıs katliamına örtü" başlıklı haberi: "Türkiye'nin karanlıkta kalan 'kanlı sır'larından 1 mayıs 1977 olaylarının davası, artık bir daha açılmamacasına kapanıyor. Toplam 34 kişinin ölümü 126 kişinin de ağır yaralanmasıyla sonuçlanan olaylarla ilgili da 1 mayıs 1997'de zamanaşım süresi olan 20 yıl dolduğu için kapatılacak."
O korkunç olaydan bu yana tam 20 yıl geçmiş ve olayın failleri ortaya çıkartılamamış. Bir askeri müdahale yaşanmış, faili meçhullerle geçen bir yirmi yılın sonunda Susurluk durağına gelmiş Türkiye. 20 yıl önce öne çıkartılan "iç tehdit" bugün yerini başka bir "iç tehdit"e bırakmış. Gene gerilim, gene çözümsüzlük havası, gene askeri müdahale lafları. Bugün çıkabilecek olayları önlemek için rekor sayıda polis görevlendirilmiş. Bunları düşünüp de hüzenlenmemek olanaksız.
İngiltere'de bugün yapılacak seçimlerde İşçi Partisi'nin Muhafazakarların 18 yıllık iktidar tekeline son vermesi bekleniyor. Seçimi kazanmak için her şeyi yapan Tony Blair'in "Yeni İşçi Partisi" belki bu amacına ulaşacak ama bu zafer gerçekleşirse neyin zaferi olacak? Blair'in 18 yıldır Muhafazakarları iktidara taşıyan orta sınıf seçmenini yanına çekebilmek için, İngiltere'de sağın hatta aşırı sağın simgesi sayılan buldog köpeğini bile bir kampanya silahı olarak kullanması bana fazla geldi. Sol'un birtakım takıntıları yüzünden muhalefete mahkum hale düşmesine karşı yeni bir çizgi belirleyerek ve ekonomide modern yaklaşımları benimseyerek İşçi Partisi'ni yeniden iktidar seçeneği haline getiren Blair'in, buldogun desteği olmadan seçimi kazanmaya çalışması her halde daha hoş olacaktı.
Ama olmadı. İngiltere'deki seçim kampanyasında da umut verme yerine karalama ve çamur atma çabaları öne çıktı, taraflar seçimi kazanmak için seçmeni yanıltmayı göze aldılar, özellikle İşçi Partisi imaj için her şeyi göze aldı. Benim gibiler de, belki de yeterince modernleşemedikleri için, oturup hüzünlendiler.