Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Osman ULAGAY

Tuncay Artun'un ani ölümü beni önce sarstı sonra gerilere, 1980'lerin başlarına götürdü. Cumhuriyet gazetesinde ekonomi sayfasının sorumluluğunu üstlendiğim günlerde tanıştım Tuncay Artun'la. O dönemde bankalar yeminli murakıbı olan Tuncay, mali kesimdeki gelişmeleri izlerken, bankerlik krizinin çalkantılı ortamında olan biteni anlamaya çalışırken en fazla destek gördüğüm, deneyiminden yararlandığım kişilerden biriydi.
Daha sonra Yapı ve Kredi Bankası'na genel müdür yardımcısı olan Tuncay'la birçok gelişmeyi yaşarken paylaştık. Bankaların daha yaparken ihlal ettikleri "centilmenlik anlaşmaları"nı, faiz serbestisinin acemilik günlerini birlikte yaşadık, mali piyasalarda tam serbestinin sakıncalarını birlikte tartıştık.
O günlerde daha bankalararası interbank piyasası bile kurulmamıştı. Menkul kıymetler borsası Vakıf Han'da birkaç meraklının uğradığı bir yerdi. İç borçlanma enstrümanları son derece sınırlıydı, repoyu bilen yoktu. Bugün gelinen noktayı düşünmek bile zordu.
Son dönemde çok daha seyrek görüşüyorduk Tuncay'la. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'na uluslararası bir nitelik kazandırma çabalarını uzaktan izliyor, başbaşa bir oturup konuşma arzumu sürekli erteliyordum. Ani ölümü beni bu anılarla başbaşa bıraktı. Nur içinde yatmasını dilemekten başka yapacak bir şeyim yok şimdi.
Efsanevi piyanist Sviatoslav Richter'in ölümü de farklı bir burukluğu anımsattı bana. İki yıl önce, Richter'i konserde dinleme fırsatını, Londra'daki konser son anda iptal edilince kaçırmış ve bu fırsatı bir daha bulamayacağımı düşünerek bugünün burukluğunu sanki o gün yaşamıştım.

Latin Amerika ülkelerinin deneyimi, geniş tabanlı konsensüs sağlanmadan enflasyonla mücadeleyi başarmanın zor olduğunu gösteriyor.
Temmuz ayı fiyat göstergeleri ve önümüzdeki aylara ilişkin beklentiler 12 aylık enflasyon oranlarının önümüzdeki aylarda da yükselmeye devam edeceğini gösteriyor. 1997 yılı kimi tahminlere göre % 80 - 90 bandında, kimi tahminlere göre ise % 90 - 100 bandında bir enflasyonla kapanacak. Devlet Bakanı Işın Çelebi'nin çeşitli forumlarda açıkladığı projeksyona göre Toptan Eşya Fiyatları Endeksi(TEFE)nin 1997 sonu 12 aylık artışı % 80 - 85 arasında, 1997 yılı ortalama artışı ise % 75 - 80 arasında kalacak; GSMH deflatörü de % 75 - 80 olarak gerçekleşecek.
Bakan Çelebi'nin verdiği bilgiye göre açıkladığı rakamlar bir hesaba dayanıyor ve hükümetin gerçek niyetini ortaya koyuyor. Anladığım kadarıyla hükümet zoru başarmaya ve enflasyonu % 80 - 85 bandında tutmaya çalışacak. "Zoru başarmaya çalışacak" diyorum çünkü aritmetik olarak tutturulması pekala mümkün görünen bu hedefin tutturulması aslında kolay olmayacak. Kolay olmayacak çünkü enflasyonla yaşadığımız kronik serüvende kritik bir dönemece gelmiş görünüyoruz. Refah - Yol'un miras bıraktığı kamu açıkları ve bazı gereksiz beyanların da etkisiyle gündeme yerleşen % 100 rakamı, enflasyonun % 80'lerde tutulmasını iyice zorlaştırmış bulunuyor.

Bu kritik dönemeçte iki ana yol çıkıyor önümüze. Ya oyalama taktikleriyle durumu idare etmeye çalışacağız ve, "canım % 80'lerde enflasyonla yaşamaya alışmıştık, şimdi de % 100'lerde enflasyonla yaşamaya alışırız", deyip üç haneli enflasyonun karanlık yoluna gireceğiz; ya da enflasyonla mücadelenin artık ölüm - kalım sorunu olduğunu kabul edip çok yönlü ve orta vadeli bir enflasyonla mücadele programını hemen uygulamaya başlayacağız, yani enflasyondan kurtulma yoluna girmiş olacağız.
Hazine Müsteşarlığı ile TC Merkez Bankası arasında imzalanan protokol ve Hazine Müsteşarı Mahfi Eğilmez'ile Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel'in açıklamaları ikinci yola yönelme niyetini açıkça ortaya koyuyor. Ancak daha önce de belirtmiş olduğumuz gibi enflasyonla mücadelenin yalnızca Hazine ve Merkez Bankası'nın niyetiyle başarıya ulaşması olanaksız. Enflasyonun düşürülmesi için zorunlu olan kamu disiplininin sağlanması, Maliye Bakanlığı'nın da aynı yönde çaba göstermesine bağlı. Tabii hepsinden önemlisi ise siyasi iradenin bu mücadelede kararlı olması ve gerekli önlemleri bir bütünlük içinde uygulaması.

Bilindiği gibi enflasyonla mücadelenin en çarpıcı örnekleri, yüksek enflasyonla uzun süre boğuşmuş olan Latin Amerika ülkelerinde yaşandı. Latin Amerika ülkelerinin enflasyonla mücadele ve ekonomik reform deneyimleri konusunda bir kitap yayınlayan Jorge Domminguez, başarılı ve başarısız reform girişimleri konusunda ilginç bir sonuca varıyor: güçlü başkanların ya da ekonomi bakanlarının kendi kişiliklerini ortaya koyarak ve "güçlü adam" görüntüsü vererek yaptıkları reform girişimleri genelde başarılı olamamış; buna karşılık toplumda ve yasama organında geniş tabanlı bir görüş birliği, bir konsensüs sağlanarak yapılan reformlar başarılı olmuş. Örneğin Arjantin'de 1989 yılında başkan saçilen Carlos Menem, 1991'e kadar tam 100 adet kanun gücünde kararname yayınlayarak enflasyonla mücadele etmeye çalışmış ama kesin bir başarısızlığa uğramış. 1991'de parlamentonun ve siyasi partilerin katıldığı, geniş tabanlı bir konsensüs sağlayarak enflasyonla mücadelede yeni bir dönemi başlatan Menem bu kez çok başarılı olmuş ve bir ara dört haneli enflasyonla boğuşan Arjantin tek haneli enflasyon hedefine erişmiş.

Aslında benzer örnekleri biz de yaşadık son yirmi yılda. 1980 yılında % 100'e vuran enflasyon 12 eylül yönetiminin kendi yöntemleriyle sağladığı konsensüs ortamında % 25'lere doğru çekilebildi. Daha sonra ANAP'ın başında iktidara gelen Turgut Özal, "enflasyonu % 10'un altına çekeceğim", diye işe başladı ama toplumsal konsensüse önem vermediği için bu hedefin yanına bile yaklaşamadı, 1986 sonrasında Özal'ın yönetiminde enflasyon yeniden tırmanmaya başladı. Daha sonraki dönemde de toplumda konsensüs sağlanmadan enflasyonu düşürme çabaları başarılı olamadı. 1994'de bu kez ekonomik krizin yarattığı geçici konsensüs ortamında enflasyon % 150'lerden % 70'lere çekilebildi.
Şimdi bir kez daha Türkiye'nin gündemine gelmiş görünen "enflasyonla mücadele"nin lafta kalmaması ve soluk isteyen bu mücadelede belirleyici olacak siyasi desteğin sağlanabilmesi için de geniş tabanlı bir konsensüs gerekli. Bu konsensüs sağlanmadan yapılacak kurumsal düzenlemelerin bekleneni vermesi zorlaşabilir, enflasyonun düşmesinden zarar görecek kesimlerin bu süreci baltalama şansı artar ve bir kez daha bu mücadeleyi başaramamış oluruz.


Uluslararası finans piyasalarında Avrupa para birimi 'euro' hakkındaki olumsuz beklentiler, Avrupalı şirketlerin işine yaradı. Yatırımcıların 'euro'yu oluşturması beklenen mark, liret ve franktan kaçarak dolar ve sterline yüklenmesi nedeniyle paraları değer yitiren Avrupa ülkelerinin şirketlerinin karlarında, 1997 yılının ikinci çeyreğinde bir patlama görüldü. Bu patlamanın 1998 sonuna kadar sürmesi bekleniyor.
Uzmanlar 1 Ocak 1999 tarihinde yürürlüğe girmesi beklenen 'euro'nun etkisinin Avrupa ekonomisine canlılık getirdiğini, kıtanın birkaç yıldır içinde olduğu ekonomik karamsarlıktan en sonunda bu sayede kurtulabileceğini belirtiyor. Euro'nun ilk etabına katılmayacağı tahmin edilen İngiltere'de ise durum farklı: Değer kazanan sterlinin ihracata vurduğu darbe, şirketlerin şikayetlerine yol açıyor.



Yazara EmailO.Ulagay@milliyet.com.tr