Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Osman ULAGAY

Devlet Bakanı Güneş Taner başkanlığındaki Türk heyetinin Washington'da Uluslararası Para Fonu(IMF) ile tartışmakta olduğu "Enflasyonla Mücadele Programı"nın başarısı büyük ölçüde IMF'nin sağlayacağı desteğe bağlı görünüyor. Programı hazırlayanların öngörüsünün de bu doğrultuda olduğu ve "programın IMF tarafından bir düzenlemeyle desteklenmemesi halinde sürdürülmesinin kolay olmadığının", açıkça ifade edildiği anlaşılıyor.
IMF ile tartışılmadan ayrıntıları açıklanmayan program beş boyutlu bir yaklaşımla enflasyonu yenmeyi amaçlıyor. Programın ilk iki boyutunu oluşturan para ve maliye politikalarının borçlanma ve gelir politikalarıyla desteklenmesi öngörülürken beşinci boyut olarak "olumsuz bekleyişlerin kırılmasını sağlayacak açık sözlülük politikası" üzerinde duruluyor.
Enflasyonla mücadelenin ancak ciddi bir toplumsal özveriyle gerçekleşebileceği bilinciyle hazırlandığı anlaşılan programda siyasi iktidarın tavizsiz ve kararlı tutumunun başarının önkoşulu olduğu vurgulanıyor. Programın başarısı için toplumda kapsamlı bir toplumsal uzlaşma sağlanmasının ve gelecek için olumlu bekleyişler yaratılmasının da önemsendiği görülüyor.

"Enflasyonla Mücadele Programı"nın 1. boyutunu oluşturan para politikasının "sıkı para"ya ve "sürüklenen döviz kuru çıpası"na dayanacağı anlaşılıyor. Kamu açıklarının para basılarak karşılanmasına ilke olarak karşı çıkılırken rezerv para artışının dış varlıklardaki artıştan kaynaklanmasının özen gösterileceği ve gerektiğinde faiz oranlarının da "sıkı para" politikasının bir aracı olarak kullanılabileceği belirtiliyor.
Programın önemli öğelerinden biri olan "sürüklenen döviz kuru çıpası"nın TL.nin bir miktar değerlenmesine yol açabileceği ve bunun ihracatı gerileten buna karşılık ithalatı artıran bir etki yapabileceği belirtiliyor. "Sürüklenen çıpa" uygulamasının bu sakıncalarına karşın, enflasyonla mücadelenin başarıya ulaşması zorunlu olduğu kabul ediliyor.

Programın 2. boyutunu maliye politikası oluşturuyor. Üç aşamalı olarak düzenlenen ve birinci aşaması temmuzdan bu yıl sonuna kadar uzanan dönemi kapsayan program, 1997 bütçesi nakit açığının asgari düzeyde tutulması için gerekli önlemlerin alınmasını öngörüyor. 1997 bütçesi nakit açığının daha önce öngörülen 2.6 katrilyonluk açığın altında kalarak 2.1 katrilyonda kalmasını hedefleyen program, ek bütçenin mümkün mertebe geç devreye girmesinin yararlı olacağı görüşünü de yansıtıyor.
1998 yılının ilk aylarındaki bütçe uygulamasının belirlenen hedefler içinde kalmasının önemini vurgulanırken Hazine'nin 1998 yılı borç ödemelerinin % 45'i yılın ilk dört ayına yığıldığı hatırlatılıyor.
Programa yansıyan önemli saptamalardan biri de Türkiye'de gerçek kamu açığının bütçe açığından ibaret olmadığı ve bütçede ödeneği olmayan harcamaların da enflasyonla mücadeleyi güçleştirdiği. Bu nedenle bütçenin kısıtlanmasından daha yaygın ve kapsamlı bir maliye politikası uygulanması gerektiği ve asıl hedefin toplam kamu kesiminin üç yıllık program boyunca faiz dışı fazla vermesinin sağlanması olduğu belirtiliyor.

Petrol ürünlerinde ve diğer KİT ürünlerinde zorunlu hale gelmiş olan zamların mümkün mertebe 1997 yılı içinde yapılması ve 1998 yılına taşınmasının önlenmesi öngörülüyor.
Programın 2. boyutunu oluşturan maliye politikalarının hedeflerine varabilmesi için sosyal güvenlik reformuyla vergi reformunun gerçekleşmesinin zorunlu olduğu vurgulanıyor ve vergi gelirlerindeki artışın programın 1998 temmuzundan 2000 yılı sonuna kadar uzanan üçüncü aşamasında devreye gireceği ve iç borçlanmayı ikame etmeye başlayacağı umuluyor.

"Enflasyonla Mücadele Programı"nın üçüncü boyutunu oluşturan borçlanma politikası, Hazine'nin ve diğer kamu kurumlarının Merkez Bankası'ndan borçlanmaması ilkesine dayanıyor. Hazine'nin borçlanmasına ilk kez bir sınır getirildiği hatırlatılarak "finanse edilebilir açık" kavramının önemi vurgulanıyor.
Dış borçlanmada tüm önceliğin Hazine'de olması gerektiği belitilirken Hazine'nin verdiği dış kredi garantilerinin 1998 yılı için 750 milyon dolarla sınırlandırıldığı ifade ediliyor.

Program ücret, fiyat, kar ve faizlerin dondurulmasını içeren "heterodoks politika" demeti yerine bunun hafifletilmiş şekli olarak nitelenen "ileriye doğru endeksleme" uygulamasını gündeme getiriyor. 1998 bütçesiyle başlayıp üç yıl boyunca tavizsiz sürdürülmesi istenen bu uygulamaya göre, kamu personelinin ücret ve maaşlarının geçmiş dönemin fiyat artışlarına göre gelecek dönemde öngörülen açıklara göre ayarlanması gerekiyor.
Programın 5. boyutunu oluşturan "açıksözlülük politikası" ise geleceğe ilişkin planların kamuoyuna açıklıkla anlatılmasını ve enflasyonist beklentilerin menin ikna yoluyla değiştirilmesini öngörüyor. Bu süreçte programı uygulayan hükümetin kendi iç tutarlılığının ve kararlı adımlarının olumsuz beklentileri kıracak en önemli etkenlerden biri olduğu vurgulanıyor.
Bu programın başarısı için dış desteğin önemine değiniliyor ve bu konuda IMF'nin anahtar rolü oynayacağı belirtiliyor. Programın IMF ile yapılacak bir anlaşmaya dayanmadan sürdürülmesinin zor olacağı ifade edilirken IMF'nin şu aşamada beklenen desteği vermemesi halinde bile hükümetin yapısal reformları hızla tamamlayarak programı sürdürmesinin önemli olduğu vurgulanıyor.

Program başarıyla uygulanıp 2000 yılına doğru tek haneli enflasyon hedefine yaklaşıldığı taktirde programın son aşamasında yeni TL. uygulamasına geçiş gündeme gelebilecek. Böylece yeni TL.nin kalıcılığı güvenceye alınmış olacak.


Asya ülkelerinin başına gelenler günümüzün çok önemli bir gerçeğini hatırlatıyor bize: uluslararası rekabet gücünü yitiren bir ekonomi başarı grafiğini sürdüremez, ergeç bunun bedelini öder. Hükümetler rekabet gücünü korumak için gerekli önlemleri almaz ya da alamazsa gerekli "düzeltme"yi piyasalar yapıyor.
Burada bir nokta çok önemli: gerekli düzeltmeyi yapma işinin piyasalara kaldığı durumlarda bu zorunlu düzeltme çoğu kez bir krizle gerçekleşiyor. Ülke parası bir devalüasyon şoku yiyerek değer kaybediyor, reel ücret ve gelir düşüşleri yaşanıyor, aşırı harcamalar bıçak gibi kesiliyor, mali sistem sarsılıyor ama bütün bunların sonucunda ülkenin rekabet gücü yükselebiliyor. Reel ekonomisi dayanıklı, üretim bazı sağlam olan ülkeler sonuçta bu krizi bir avantaja dönüştürebiliyor.
Türkiye enflasyonu aşağı çekmeyi hedefleyen kapsamlı bir istikrar programı uygularken bu gerçeği gözardı etmemek zorunda. Bu programın 1998 başında başlayacak olan ikinci aşamasında gündeme gelecek olan temel politikalardan birinin esnek bir döviz kuru çıpası olduğu anlaşılıyor. Bu politikanın TL.nin bir miktar değerli tutulması anlamına geldiği de biliniyor.
Döviz kuru çıpasının enflasyonla mücadelede etkili bir silah olduğu bir gerçek. Ayrıca bu politikanın dış rekabet gücünü ve ihracatı olumsuz, buna karşılık ithalatı olumlu etkileyecek bir seçim olduğu da bir sır değil. Dolayısıyla iç piyasada arzı artırarak enflasyonu frenleyici bir etkisi de var.
Ancak bu politikayı uygularken rekabet gücümüz olumsuz etkilenirse eninde sonunda bunun faturasını ödemek zorunda kalmaz mıyız? Rekabet gücü düşüşü büyüyen dış açıklara dönüşürse uluslararası döviz spekülatörlerin gözü Türkiye'ye çevrilmez mi?
Rekabet gücünün tek belirleyicisi tabii ki döviz kuru değil. Verimliliği artıran, maliyetleri düşüren bir ekonomi, ülke parası değer kazansa bile rekabet gücünü bir noktaya kadar koruyabiliyor. Türk sanayiinin böyle bir rekabet marjı var mı, bilmiyorum ama döviz kurunda "çıpa"ya giderken çıpanın atılacağı noktanın belirleyici olabileceğini düşünüyorum.

Enlasyonu düşürmek amacıyla hazırlanan kapsamlı program, Türkiye'de politikanın ayrılmaz parçası haline gelen birçok uygulamaya set çekmeyi amaçlıyor. Programın öngördüğü sınırlamaların başlıcaları şunlar:

* Otoyol yatırımlarına heves edilmeyecek
* Her ile bir havaalanı vadedilmeyecek
* Yeni il ve ilçe vaadlerinde bulunulmayacak
* Kamuda yeni kurum ve teşkilat kurulmayacak
* Eğitim ve enerji dışında yeni yatırım projesi başlatılmayacak
* Süren yatırımlardan yalnızca bir yılda biteceklere öncelik verilecek
* Savunma ve güvenlik dışında bina yatırımları durdurulacak
* Yeni dış proje kredisi alınmayacak
* Bütçede öngörülen personel ödenekleri aşılmayacak
* Tarım kesimine program dışı destek sağlanmayacak

Bu yasaklara uyarak politika yapmak çoğu politikacı için hiç de kolay olmayacak her halde.


Yazara Email O.Ulagay@milliyet.com.tr