Osman ULAGAY
Pazartesi akşamı CNN'de dünya borsalarında yaşanan çöküşü ve gösterilen tepkileri izlerken birden bütün bu olayın ne kadar komik olduğunu düşündüm. Olaya katılan herkes çok komikti sanki ama kimin en komik olduğu ya da en komik duruma düştüğü tartışılabilirdi.
Bir kere borsaları azdıran "boğalar" vardı. Bunlar borsa dilinde "kağıt" denen hisse senetlerine kırmızı görmüş gibi saldırıyor, aslında temel niteliği değişmeyen şirketlerin değerini bile kağıt üzerinde anormal düzeylere yükseltebiliyordu. "Boğalar" olmadan borsaların böylesine hızlı yükselmesi ya da çökmesi mümkün değildi. Son ana kadar saldırıyı sürdüren ve krize "kağıtta yakalanan" boğalar en komik duruma düşenler oluyordu.
Bir noktadan itibaren "bu borsa çöker" diye tutturup sonunda çöküşü yaratanlara ise "ayılar" deniyordu. Ayıların en komikleri kendi yarattıkları göçüğün altında kalanlar oluyordu.
Bazı borsa uzmanlarının da komikler arasında saygın bir yeri vardı. Bunlar tam çöküşe beş kala "şimdi yatırım zamanı", "işte kazandıracak hisseler" türünden başlıklar atıyor ve isabetli tahminleriyle komik duruma düşüyorlardı.
Kriz patladıktan sonra, "ben her çıkışın bir inişi olur demiştim", diyerek ahkam kesenler de komiklik sıralamasında mümtaz bir yer alıyordu.
En komikler arasında borsadaki yükselişlerden kendine pay çıkartan politikacıların da vazgeçilmez bir yeri vardı. "Biz geldik borsa bilmem kaç puan yükseldi", diye övünen politikacıların borsa çöktüğü zaman gösterdikleri sükunet ve metanet dikkat çekiyordu.
Her büyük borsa çöküşünde kapitalizmin nihayet çökmekte olduğunu ilan edenler de komiklik sıralamasında iyi bir yer alıyordu.
Aslında olay bütünüyle çok komikti ve bu komedinin böylesine dramatik sonuçlar doğurması, milyonlanca insanın kaderini etkilemesi bana hiç de komik gelmiyordu.
DMG raporuna göre Türkiye'de kur ve tahvil riski var ama İMKB'nin önü açık
PRAG - Çek Cumhuriyeti'nin "yeni" başkenti Prag'da bir uluslararası finans kuruluşunun Doğu Avrupa'daki gelişen pazarlarla ilgili değerlendirmesini okuyorum. Hong Kong'dan dünyaya yayılan son büyük çalkantının hemen öncesinde yapılmış olan değerlendirmede Doğu Avrupa ülkelerindeki ve bu arada Türkiye'deki yatırım olanakları ve riskler tartışılıyor.
Örneğin, "önümüzdeki 12 ayda bir kur depremi yaşama şansı olan bölge ülkeleri hangileri?" sorusuna yanıt arıyor Deutsche Morgan Grenfell'in raporu. Buna göre Bulgaristan'da bir kur depremi yaşanma olasılığı yüzde 90. Bu oran Romanya'da yüzde 45, Ukrayna'da yüzde 40, Türkiye'de yüzde 30 dolayında. Tayland'dan yayılan devalüasyon dalgasından nasibini almış olan Çek Cumhuriyeti'nde ise yeni bir kur depremi yaşanması olasılığı yüzde 20'nin altında.
Türkiye'nin payına düşen yüzde 30 hiç de azımsanacak bir olasılık değil tabii. Raporda tahvil piyasalarında çökme riski bulunan ülkeler sayılırken de Türkiye'nin adı geçiyor ve Türkiye'deki tahvil pazarının Slovakya'dakiyle birlikte en riskli pazar olduğu belirtiliyor.
Türkiye'deki sorunun kamu maliyesinden kaynaklandığını, buna karşılık Türk özel sektörünün "dünya klasında" olduğunu belirten Deutsche Morgan Grenfell raporu, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'nın geleceği konusunda da hayli iyimser. Ekim ortalarında yayınlanan değerlendirmede İMKB'nin kısa sürede çok hızlı bir tırmanış yaşadığı ve bir düzeltmenin yaşanabileceği belirtildikten sonra genel havanın pozitif olduğu ve yaşanacak düzeltme sonrasında yükseliş trendinin sürebileceği kaydediliyor. 30 eylülde 2.593 düzeyinde olan İMKB endeksinin bu tarihten üç ay sonra 2.950, 6 ay sonra 3.750 ve 12 ay sona 4.950 düzeyine yükselebileceğini tahmin eden Deutsche Morgan Grenfell, müşterilerine İMKB'deki fırsatları değerlendirmelerini öneriyor.
Son büyük çalkantının hemen öncesinde yapılmış olan bu değerlendirmede Türkiye, Çek Cumhuriyeti ile birlikte "dikkatle izlenmesi gereken ülkeler" arasında yer alırken, Türkiye'nin IMF desteğini sağlamasının olumlu etkiler yapacağı da belirtiliyor.
İlk kez geldiğim Prag'da havaalanından konser salonlarına ve restoranlara kadar pek çok mekanın yepyeni görüntüsü, 1000 yıllık tarihi bulunan bu benzersiz kentin Doğu Avrupa'nın rakipsiz başkenti olabileceğini düşündürürken Asya'dan dünyaya yayılan son büyük çalkantının global niteliğini burada da hissediyor insan. Aslında hiç kimsenin, "Bu çalkantıdan bana ne" deme lüksü yok.
Dünya ekonomisinin bir "deflasyon tehdidi" ile karşılaşabileceğinin ileri sürüldüğü bir ortamda enflasyonla savaşı amaçlayan bir programı uygulama çabasındaki Türkiye'nin işi de zorlaşacak tabii. Borsada, tahvil ve döviz piyasalarında yaşananlar bunun ilk işaretleri. Bu ortamda akıllı ve dengeli yönetimin önemi daha da artıyor.
Japonya'nın ardından Hong Kong, Singapur, Tayvan ve Güney Kore "başarılı kalkınma"nın örnekleri olarak ün kazandı. Daha sonra bunlara Malezya, Tayland, Endonezya ve Çin de eklendi. "Asya mucizesi"ni yaratan bu ülkelerde GSMH(Gayri Safi Milli Hasıla)nın yüzde 40'ına kadar yaklaşan olağanüstü tasarruf ve yatırım oranlarına erişiliyor, yüzde 8 - 10 mertebesinde GSMH büyüme hızları süreklilik kazanıyor, refah düzeyi hızla artıyordu. Bu ülkeler tekstilden yarıiletkenlere kadar uzanan pek çok alanda dünya pazarında söz sahibi haline geliyor, Asya'nın dünya ticaretindeki payı her geçen gün artıyordu.
Ne olduysa 1997 yılında oldu ve "Asya mucizesi" yerini "Asya fırtınası"na bıraktı. Tayland'da başlayan ve bölgeye yayılan fırtına önce söz konusu ülkelerin ABD dolarına bağlı paralarını hedef aldı. Hedefler birer birer vuruldu, Çin ve Hong Kong dışındaki ülkeler paralarını çeşitli oranlarda devalüe etmek zorunda kaldılar. Sonunda ekonomik temelleri daha sağlam görünen ve 80 milyar dolarlık(Çin'le birlikte 210 milyar dolarlık) bir döviz rezervine sahip olan Hong Kong da hedef haline gelince kriz küresel bir boyut kazandı.
Asya'yı sarsan krizin ilginç yanı aşırı yatırımdan kaynaklanmış olması. Söz konusu ülkeler yüksek tasarruf ve yatırım oranları sayesinde kısa sürede büyük üretim kapasiteleri yarattılar. Ne var ki öncelikle demir - çelik, otomobil, elektronik ve yarıiletkenler gibi alanlarda dünya talebi yaratılan kapasiteyi kolayca massedecek düzeyde değildi. Ayrıca kur ve ücret düzeyleri de "Asya kaplanları"nın rekabet gücünü sınırlamaya başlamıştı. Bu nedenle bu ülkelerin ihracat artışları iyice yavaşlamış, ihraç ürünlerinin fiyatları gerilemişti. Söz konusu ülkelerin bu kur ve maliyet yapısı içinde rekabet gücünü yitirdikleri kanısı sonunda paralarının saldırıya uğramasına yol açmıştı.
Asya ülkelerinin krize sürüklenmesinde bu ülkelere akan paranın gayrimenkul spekülasyonuna yönelmesinin ve aktif değerlerinin anormal ölçüde şişmesinin de önemli payı var ama aşırı yatırım ve düşen rekabet gücü belirleyici etken gibi görünüyor.
Yazara EmailO.Ulagay@milliyet.com.tr