Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Türkiye dünyadan tokat üstüne tokat yerken ülkeye küme düşürten politikacılar yerlerinde oturma pişkinliğini sürdürüyor.
Hangi gerekçeyle olursa olsun, bir askeri müdahalenin gündeme gelmesi Türkiye'yi dışlamak isteyenlerin ekmeğine yağ sürecek.
Türkiye'nin dış kredi notunun düşmesi, Avrupalı Hristiyan Demokratların Türkiye'yi Avrupa'dan dışlaması, İstanbul'un 2004 Olimpiyatları'na aday kentler arasına girememesi raslantı değil. Birbirini izleyen bu olumsuz gelişmeleri, "zaten bizim dostumuz yok, Batı bize düşman", diye açıklayanlar ise bu duruma düşmemizde önemli pay sahibi olan aymazlar. Türkiye'de işlerin iyiye gitmediğini, bu gidişle Türkiye'nin Avrupa'dan ve hatta dünyadan kopacağını söyleyenleri karamsarlıkla suçlayan bu aymazların desteği sayesinde işbaşında kalabilen başarısız siyasetçiler, Türkiye'ye dünya liginde küme düşürtmek için her şeyi yapıyorlar.
Türkiye'de bu siyasetçilerle, bu liderlerle, bu parti sistemiyle bir yere varılabileceğine, çözüm üretilebileceğine inanananların sayısı hızla azalıyor ama bu siyasetçiler, bu liderler hala o koltuklarda oturma pişkinliğini gösterebiliyor. Bir tanesi bile kalkıp bir özeleştiri yapma olgunluğunu göstermiyor, "ben çekilirsem belki bu çıkmazın aşılmasına katkıda bulunurum", demiyor. Milletvekilleri manyetize olmuş robotlar gibi, lider sultasına başkaldıran pek az. Bir futbol takımı küme düşse, hatta üstüste birkaç yenilgi alsa sorumlularının başı belaya giriyor, teknik direktör işini kaybedebiliyor ama ülkeye küme düşürten siyasetçi yerinde oturabiliyor.
Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı(TESEV)in gerçekleştirdiği "Türkiye Değerler Araştırması 1997", Türkiye'deki durumun on yıl öncesine göre "kötü" olduğunu düşünenlerin büyük bir çoğunluk oluşturduğunu ve "hiç güvenilmeyen kurumlar içinde hükümet, parlamento ve siyasi partilerin öne çıktığını ortaya koyuyor. Ülkenin kötüye gittiğini ve bunun başsorumlusunun siyasetçiler olduğunu görenler giderek artıyor ama ülkenin ufkunu karartan bu siyasetçi takımı oralı olmuyor, ülkeyi yeni çıkmazlara sürüklemek için elinden geleni ardına koymuyor.
Siyasetçilerin ve siyaset kurumlarının böylesine gözden düştüğü bir ortamda askere duyulan güvenin sarsılmamış olması, çözüm üretemeyen siyasi rejime alternatif arayışlarına sevimsiz boyutlar kazandırabiliyor, siyasi rejim tartışmalarını gündeme getirebiliyor.
Türkiye'nin büyük bir çıkmaza doğru sürüklendiğini aklı başında herkes görürken Türkiye'ye dışardan bakanların bunu görmemesi mümkün mü? The Economist dergisinin dün çıkan son sayısında yer alan yorumda, askerlerin politikaya müdahaleye sürüklendiği; yüzde 20 dolayında oy almasına karşın, merkez sağdaki liderlerin birbirini yemesi sayesinde iktidar koltuğuna oturan İslamcı partinin laik düzene gölge düşürecek tahriklerde bulunduğu bir ortamda Avrupa Birliği'nin Türkiye'yi dışlaması "akılsızlık" olarak niteleniyor ama Türkiye'nin bugünkü görünümüyle neden Avrupalı olamayacağı da ortaya konuyor. The Economist'in yorumu, gerekçesi ne olursa olsun, bir askeri müdahalenin Türkiye'yi dışlamak isteyenlere yeni malzeme sağlayacağını gösteriyor.
Bir an için palavrayı bırakıp Türkiye'ye bakalım, ne görüyoruz:
* Enflasyonda dünya şampiyonluğuna oynuyoruz.
* Siyasi liderler sen - ben kavgasında.
* Siyasette çözümsüzlük havası hakim.
* Toplumda hoşnutsuzluk ve gerilim artıyor.
* İktidardaki partilerden biri bu gerilimi körüklüyor.
* Askeri müdahalenin yakınlık derecesi tartışılıyor.
* Dünyaya uyum ve gelecek vizyonu tamamen unutulmuş durumda.
Bu kısır döngüyü kıramayan bir ülke tabii ki küme düşer. Bizi bu noktalara sürükleyen siyasi liderlerden kurtulmadıkça bu "makus talihi" yenmemiz de kolay olmayacak her halde.

DYP - RP hükümetinin kurulduğu günlerde, 30 haziran 1996'da bu köşede yer alan yazının başlığı "Dibe vurma senaryosu" idi. O yazıda DYP - RP koalisyonunun bana neden hiç umut vermediğini açıklarken şu noktaları da vurgulamıştım:
* Bu koalisyonun ortakları, ne kadar ilkesiz ve ikiyüzlü olduklarını bu vesileyle bir kez daha kanıtlamış iki politikacı. İkisine de zerrece güvenmek mümkün değil.
* Her iki lider de maceracı karakterde ve hedeflerine varmak için her aracı, her yöntemi kullanabilecek yapıda. Özellikle dış politikada Türkiye'yi maceraya sürükleme potansiyelleri hayli yüksek.
* Çiller ve yakın çevresi tamamen ilkesiz oldukları için RP'nin devlet içinde örgütlenmesi bu yönetimde çok daha kolaylıkla yaygınlaşabilir ve laiklik konusunda duyarlı olan çevrelerin rahatsızlığı tırmanabilir.
Sekiz ay önce bunları yazan biri olarak bana, "pekiyi şimdi ne olacak?", diye sorarsanız size şunu söyleyebilirim: Sayın Erbakan ve Sayın Çiller beni haklı çıkartmak için ciddi çaba gösteriyor. Türkiye dibe vuracaksa onların elinde vurmalı, kimse buna engel olmamalı.

Çoğunluğu genç işadamı ve yöneticilerden oluşan bir "Arı Grubu" var ANAP'ın. Bu gençler siyasi eğilimlerine en yakın parti olarak ANAP'ı görmüşler ve partiye girmişler ama Arı Grubu olarak kendi başlarına fikir üretme çabalarını da sürdürüyorlar.
Geçen akşam ikinci kuruluş yıldönümünü kutlamak için bir gece düzenleyen Arı Grubu, ANAP'ın elindeki zengin kadroya karşın yapamadığını yapmaya, Türkiye için yeni bir vizyon oluşturmaya çalışıyor. Türkiye'nin sorunlarının ancak "toplumsal uzlaşma" ile çözümlenebileceğini vurgulayan Arı Grubu, bu sorunların öncelikle sivil kurumların göstereceği cesaret ve kararlılıkla, diyalog ortamı içinde çözümlenmesini öneriyor.
GAP projesiyle ortaya çıkan dev varlığın menkul kıymetleştirilerek bu hisselerden GAP'la yakından ilgili çevre ülkelere pay verilmesi ve GAP'ın uzun vadeli bir dış kaynağa dönüşütürülmesi gibi ilginç projeler de üreten Arı Grubu'nun önerileri arasında "sivil anayasa" ve "ekonomik anayasa" da var.
Arı Grubu'nun koordinatörlüğünü yürüten Kemal Köprülü'nün kutlama gecesinde yaptığı konuşmanın alkış alan cümleleri ilginçti. "Diyalog eksikliği ve cesaret yoksunluğu siyasal partileri ve siyasal sistemi toplumda en az güvenilen kurumlar arasına itmiştir. Türkiye bunu haketmemektedir...Siyasetçiler, Türkiye'nin biriken sorunları karşısında statükoculuğu bırakmak, popülist yaklaşımlardan uzaklaşmak, lapısal reformlarla değişimi gerçekleştirmek ve parti içi demokrasiyi sağlamak cesaretini göstermelidirler... Siyaset yapılan eleştirilerle değil, yapılan icraatlarla ölçülmelidir," diyordu Köprülü.
Ceylan International Oteli'nin balo salonunu dolduran kalabalık bu sözleri alkışlarken benim gibi birçok kimsenin içinde umut kıpırtıları belirmişti. Ne yazık ki bu kıpırtılar çok uzun ömürlü olmadı. Gecenin son konuşmasını yapmak üzere kürsüye davet edilen ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz yeşeren umutları umutsuzluğa dönüştürmeyi başardı. Yılmaz'a göre Türkiye bugün, kendisi dışında herkesin sorumluluk payı taşıdığı ciddi sorunlarla karşı karşıyaydı, bu ortamda yeni vizyon arayışına falan yer yoktu. Siyasetin nasıl yapılacağını da kendisi bilirdi, Arı Grubu'nun toy gençleri ona bu konuda akıl öğretmeye kalkmamalıydı.
Bu iç kapayıcı konuşmayı sonuna kadar dinleyemedim ve kendimi dışarı attım. Gençlerde umut vardı ama bu umudun gerçekleşmesi için önce Türkiye'nin önünü tıkayan ufuksuz ve yeteneksiz politikacıların devre dışı kalması gerekiyordu galiba.