Kraliçe Elizabethin taç giyişinin 50. yılı nedeniyle düzenlenen törenler sırasında gene Londradaydım ve İngilterenin dört bir yanından Londraya akan yüz binlerce kişinin Kraliçenin sarayını kuşatan parklara, sokaklara yayılıp bu nasıl kutladıklarını gördüm.ABD ve İngilterenin Iraka saldırmasından önce Londrada düzenlenen "Savaşa hayır" mitingine katılan yüz binlerce kişinin yollardaki ve Hyde Parktaki görkemli protesto gösterisi hâlâ gözümün önünde.Ve bu kez dünyanın dört bir yanından gelen milyonlarca kişiyi Romada bir araya getiren Papa 2. Jean Paulün cenazesi kalkarken ben gene Londradayım ve bu olayı İngiliz medyasındaki yansımalarıyla izliyorum.Kitleleri çok farklı nedenlerle sokağa döken bu olaylar arasında bir bağlantı kurmak doğru mu bilmiyorum ama sanki ortak bir özelliği var bu kitlesel olayların. Modern yaşamın birbirinden kopardığı insanlar, siyasi partilerin eski heyecanı yaratamadığı bir dünyada, kitlesel olarak bir araya gelip bir duygu paylaşımı yaşama özlemini gidermek için bir vesile arıyorlar. Ulusal ya da küresel boyutta ilgi çekecek, televizyonlarda geniş yer alacak bir vesile bulunca da bu olayın bir parçası olmak için yollara, sokaklara dökülüyorlar. Prenses Diana bir kazada hayatını kaybettiğinde Londradaydım. İngiltere halkının mutsuz prensesin ardından nasıl sokaklara döküldüğünü ve gözyaşı döktüğünü, biraz da şaşkınlıkla izledim. Papanın ölümünü izleyen günlerde İngilterenin önde gelen gazetelerinde belki yüzlerce haber, inceleme, yorum çıktı ölen Papayla, Papalıkla, Katoliklikle ilgili olarak. Durumu en güzel özetleyen değerlendirmelerden birini ise 5 Nisan tarihli The Independent gazetesinde Deborah Orr yaptı. "Hakkında yazılanlara bakılırsa ölen Papa aynı zamanda hem ilerici hem muhafazakâr, hem modernleşmeci hem gelenekçi, hem komünizme hem kapitalizme karşıydı. Katolik Kilisesini halka açmış ama bütün yetkileri Vatikanda, daha doğrusu kendi elinde toplamıştı" diyen yazar, ölen Papanın öneminin böylesine abartıldığı bir dünyada onun öngördüğü gibi yaşayan insan sayısının giderek azaldığına dikkat çekiyor ve şu soruyu soruyor: "Batı uygarlığı, bu kadar yücelttiği bir adamın en önemli tavsiyelerine nasıl burun kıvırabiliyor? Hepimiz ikiyüzlü mü olduk? Yoksa kafamız mı çok karışık?" Çelişkilerin Papası Dini bağlılıkları hafife almıyorum ama küresel düzeni yeniden biçimlendirme mücadelesinin kızıştığı günümüzün dünyasında, Katolik Kilisesinin oynayabileceği siyasi rolü de hafife almamak gerektiğini düşünüyorum. Kimi yorumculara göre tarihteki ilk küresel örgüt olan Katolik Kilisesi, bugün gelinen noktada üçte ikisi güney yarıkürede, yani Üçüncü Dünya ülkelerinde yaşayan 1.1 milyar kişinin bağlı olduğu bir örgüt konumunda. Bu konumuyla Papalık, küresel düzene egemen olmak isteyenlerin ihmal edemeyeceği bir ağırlık oluşturuyor. Papa 2.Jean Paulün Doğu Avrupada komünizmin çöküşünde oynadığı rol de bunun bir kanıtı. O halde yeni Papanın kim olacağı ve nasıl bir çizgi izleyeceği siyasal boyutta da önem taşıyor. Yeni Papanın hem Katolik Kilisesinin etki alanını genişletmek hem de küresel boyuttaki tartışmalarda taraf olmak açısından önemli roller oynaması mümkün görünüyor. Küresel satranç ABD şu anda küresel düzenin tek hakimi haline gelme çabasında. Uluslararası kuruluşları da kendi çizgisine getirme arayışındaki Bush yönetimi kendisine uygun bir Papa seçtirmek için de çok şey verirdi herhalde. Ölen Papa kadar savaşa karşı olmayan ama en az onun kadar kürtaja ve prezervatif kullanımına karşı olan bir Papa, Bush için ideal çözüm olabilirdi. Öte yandan ABDde Busha büyük destek veren Protestan Evangelistlerin özellikle Meksikada ve diğer Latin Amerika ülkelerindeki Katolikleri kendi mezheplerine bağlamak için yoğun bir çaba içinde olduklarını da göz ardı etmemek gerekiyor. Papayı da Bush seçsin (!) İngilterede Blair hükümeti 5 Mayısta seçime gitme kararı aldı. Bunu izleyen günlerde ise, İngilizlerin son otomobil üreticisi MG Roverin Longbridgedeki fabrikasını kapatma kararı aldığı açıklandı. Blair için tatsız bir sürpriz olan bu haber vesilesiyle, sanayi devriminin beşiği olan İngilterede imalat sanayiinin son 25 yıldaki serüveni de mercek altına alındı. Financial Times gazetesinde yer alan verilere göre 1980de İngilterede imalat sanayiinde 6.5 milyon kişi çalışırken bu sayı şimdi 3.2 milyon kişiye inmiş. Ancak aynı dönemde muazzam verimlilik artışları yaşandığı için imalat sanayiinde üretilen değer 1980e göre % 30 artmış. Buna karşın imalat sanayiinin GSYİHdeki payı 1979da % 28den 2004de % 12ye düşmüş.Geçmişin özlemini çekenler için kuşkusuz acıklı bir tablo ama imalat sanayiinde küresel rekabetin amansız olduğu günümüzde bunu olumlu bir gelişme olarak değerlendirenler de var İngilterede. Onlara göre, imalat sanayiinin GSYİHdeki ve istihdamdaki payı düştüğü için İngiltere küresel dalgalanmalardan daha az etkileniyor ve Çin gibi ülkelerle rekabet etmek zorunda kalmıyor. İngilterenin bu sayede daha istikrarlı bir ekonomik çizgi izlediğini belirtenler, "Biz imalat sanayiinden kurtulduk, istikrarsızlığı ihraç ettik" diyorlar. oulagay@milliyet.com.tr İmalat sanayiinden kurtulmak iyi mi?
Özay Şendir
Hamaset ile siyaset arasına sıkışmak...
20 Haziran 2025
Cem Kılıç
Yıllık izin hakkında her şey
20 Haziran 2025
Abbas Güçlü
İşsizlik mi iş bilmezlik mi (5)
20 Haziran 2025
Zafer Şahin
İsrail’in sessiz Kıbrıs işgali ve Ekim seçimi..
20 Haziran 2025
Abdullah Karakuş
Savaş ne zaman bitecek?
20 Haziran 2025