Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Robert Barro, ekonomik gelişmenin demokratik açılımın gerisinde kaldığı ülkelerde demokrasinin sürdürülmesinin kolay olmadığını belirtiyor.

Demokrasinin ekonomik gelişmeyi geciktirici etkileri olabileceğini belirten Barro dikta yönetimlerinde ise saçmalama riski olduğunu söylüyor.
Demokrasiyle ekonomik gelişme(ya da kalkınma) arasındaki ilişkiye eğilen bir ekonomist şu anda Türkiye'de. Sermaye Piyasası Kurulu ve Dünya Gazetesi tarafından düzenlenen konferansa konuk konuşmacı olarak katılan Robert Barro, "statükocu olmayan bir muhafazakar", olduğunu söylüyor. Milton Friedman'ın savunduğu felsefeye yakınlık duyduğunu ifade eden Barro, devletin(hükümetin) asıl işlevinin, mülkiyet haklarını tanımlamak ve korumak, iç ve dış güvenlikle yasaların yapılmasını ve uygulanmasını sağlamak olduğunu belirtiyor. Barro, temel eğitimin ve asgari refah düzeyinin sağlanmasını da devletin(hükümetin) işlevleri arasında sayıyor, devletin bazı büyük altyapı projelerine de katılabileceğini belirtiyor. Barro, ekonomik gelişme ve kalkınma performansını belirleyen en önemli faktörlerin, özel mülkiyet haklarının iyi korunması ve serbest piyasaların iyi işlemesi olduğunu vurguluyor.
1996'da yayınlanan Getting It Right (Doğrusunu Yapmak) adlı kitabında ekonomik gelişmeyle demokrasi arasındaki ilişkiyi inceleyen Barro, siyasal özgürlüklerin gelişmesinin ekonomik gelişme üzerinde önemli bir etkisinin saptanamadığını, ancak hayat standardının yükselmesinin siyasal özgürlüklerin kökleşmesi için gerekli zemini sağladığını belirtiyor.
Yoksulluk çemberini kıramamış ülkelere(örneğin Afrika ülkelerine) dışardan empoze edilen demokrasinin bu nedenle yürümediğini anlatan Barro, demokrasinin ekonomik gelişmeyi geciktirici etkileri olabileceğini savunuyor. Gelir dağılımını yoksullar lehine değiştiren sosyal programların ve kaynak dağılımını kendi lehlerine etkileyen güçlü baskı gruplarının ortaya çıkmasının ekonomik gelişmeyi olumsuz etkilediğini belirten Barro, otokratik rejimlerin bu gibi olumsuzlukları aşabileceğini ileri sürüyor. Barro'ya göre, siyasi özgürlükleri kısıtlayan ve demokrasiyi çiğneyen dikta rejimlerinin ekonomik özgürlükleri sağlayarak ve mülkiyet haklarını koruyarak ekonomik gelişmeyi hızlandırması mümkün.
Barro buna karşın, ekonomik gelişme adına dikta rejimlerini savunmanın ciddi bir risk taşıdını, çünkü bu tür rejimlerin ekonomik gelişmeyi çıkmaza sokacak keyfi uygulamalara yönelmesi olasılığının da yüksek olduğunu ifade ediyor ve, "bir diktatörlüğün ekonomi alanındaki performansı çok iyi de olabilir çok kötü de; demokratik kurumların varlığı ise çok kötü performansı önler", diyor.
Barro, yüz dolayında ülkenin 1960 - 1990 verileri üzerinde yapılan bir araştırmanın bulgularına göre fert başına milli gelirde hızlı artışı sağlayan başlıca faktörleri şöyle sıralıyor:
* Sağlık ve eğitim harcamalarıyla belirlenen "insan sermayesi" düzeyinin yükselmesi
* Doğurganlık oranının düşmesi
* Kamu kesimi tüketiminin düşmesi
* Piyasalarda oluşan fiyatlara müdahalenin asgariye inmesi
* Hükümetlerin mülkiyet ve hukuk düzenini güvenceye alması
Siyasal hak ve özgürlüklerin düzeyi esas alınarak hazırlanan "demokrasi endeksi"nin 1975'de dip noktaya vurduktan sonra yükselmeye başladığına işaret eden Barro, demokrasi endeksiyle ekonomik gelişme arasında anlamlı bir ilişki saptanamadığını belirtiyor. Ancak demokratik hakların hiç olmadığı bir toplumda bu hakların gelişmesinin ekonomik gelişmeyi de olumlu etkilediği, bir noktadan sonra ise bu ilişkinin tersine dönebildiği anlatılıyor Barro'nun kitabında. Barro, ekonomik gelişmeyi aşan demokratik gelişmenin sürdürülemez olduğunu vurgularken ekonomisini sağlam temellere oturtan ve hayat standardını yükselten toplumlarda ise demokrasinin kökleşme şansının çok yüksek olduğunu belirtiyor.

DÜZELTME:12 ocak günü bu köşede yer alan Francis Fukuyama ile ilgili yazıda, Fukuyama'nın 1989 yılında imzasız olarak yayınlanan "Tarihin Sonu" adlı makale ile üne kavuştuğu belirtilmişti. Benim o dönemde "Z" imzasıyla yayınlanan başka bir makaleyle Fukuyama'nın makalesini karıştırdığımı farkeden dostum Solu Özel arayarak "Tarihin Sonu" adlı makalenin Fukuyama'nın imzasıyla yayınlandığını belirtti; düzeltir, özür dilerim.

Refah - Yol hükümetinin kurulmasından bu yana ekonomide "durumu idare etmek" için bulunan formüller, hükümetin büyük tepki çekmeden zaman kazanmasına olanak sağladı. Önce memurlara yüksek oranda zam yapılarak "emekçiyi düşünen hükümet" görüntüsü verildi, arkasından dövize dayalı borçlanma formülüyle vadeler uzatıldı ve faizlerde bir yumuşama sağlandı. Kaynak paketleriyle ve "denk bütçe" sloganıyla hükümetin kamu açıklarını kapatmaya niyetli olduğu izlenimi yaratıldı. Bir yandan da özelleştirmede çok hızlı adımlar atılacağı belirtilerek bu izlenim güçlendirildi.
Bir yandan bu adımlar atılırken diğer yandan da Refah Partisi(RP)'ne kaygıyla yaklaşan iş alemindeki ve mali kesimdeki kaygıları giderecek bir yaklaşım sergilenmeye başladı. RP'nin bazı önemli isimlerinin özellikle mali kesime karşı zaman zaman sergiledikleri dışlayıcı yaklaşım bizzat Başbakan Erbakan'ın sergilediği uzlaşmacı tavırla dengelendi ve RP'ye karşı duyulan kaygılar yerini "RP ile diyalog kurulabilir" havasına bıraktı. RP de bu havadan yararlanarak mali kesimle uzlaşmaya yöneldi, piyasalarda bir "iyimserlik rüzgarı"nın esmesini sağlayabildi. Aslında zaman kazanmak hükümetin işine geldiği gibi finans kesiminin de işine geldiği için bu uzlaşma sağlanabildi.
Hikaye ünlüdür. Gökdelenin 40. katından düşen adama 20. katın hizasına geldiğinde, "durum nasıl?", diye sorduklarında, "buraya kadar iyi", demiş. Yanlış anlaşılmasın, Türkiye ekonomisi yere çakılmak üzere demiyorum ama ekonominin makrogöstergelerine bakınca, bugüne kadar alınanlardan farklı önlemler alınmadıkça durumun iyiye gitmesinin mümkün olmadığı kolaylıkla görülebiliyor. Büyüyen kamu açıkları ve dış açıklar, faiz dışı bütçeyi zorlayan maaş - ücret ayarlamaları, iç tüketimi özendirmeye devam eden yaklaşımlar bu işin sonunun iyi gelmeyeceği kaygısını artırıyor.
Sorunun özü şu: Türkiye'nin bozulan ekonomik dengelerini yeniden kurabilmesi ve sürdürülebilir büyümenin şartlarını yaratabilmesi için öncelikle tutarlı bir istikrar programı uygulamaya başlaması ve bunu bir yapısal değişim programıyla desteklemesi lazım. Yani yıllardır söylenen ama yapılamayanın yapılması gerekli. Bunu yapmanın da tabii siyasi bir faturası var ve RP bunu üstlenmek istemiyor, "IMF'nin programını uyguluyor", damgasını yemek istemiyor. Bu nedenle de vakit kazanmanın binbir yolunu deniyor, hatırı sayılır bir beceri göstererek yarattığı yeni borçlanma olanaklarını "kaynak" diye sunarak ve mali kesimdeki zaaftan yararlanarak bunu bir ölçüde başarıyor.
RP'nin şanssızlığı Türkiye içinde yutulan bu taktiklerin Türkiye dışında yutulmaması. Bu taktiklerle IMF ve Dünya Bankası'nı ikna etmek, rating kuruluşlarını etkilemek ve sonunda dış borçlanma kapılarını açacak anahtarı ele geçirmek pek kolay değil. RP'nin çelişkisi de işte bu noktada.