Son haftalarda yurtdışında gerçekleştirilen "road showölarda, bu kez özelleştirilecek bir KİT’in tanıtımı yapılmadı, 3 Kasım seçimlerinde başa güreşen iki partinin, AKP ve CHP’nin iktidara gelmeleri halinde ekonomiye ve mali piyasalara nasıl yaklaşacakları anlatıldı, uluslararası finans kuruluşlarına. Aslında yurtdışında çok iyi tanınan Kemal Derviş’i de bünyesine alan CHP’den çok AKP’nin yaklaşımı merak konusuydu. Bugüne dek yapılan kamuoyu yoklamalarına göre 3 Kasım seçiminden birinci parti olarak çıkma şansı hayli yüksek görünen AKP’nin ekonomideki tavrı ne olacaktı, IMF ile ilişkileri nasıl sürdürecekti, borç sorununa nasıl yaklaşacaktı?
AKP’nin uluslararası kuruluşlara ve mali piyasalara güvence vermek amacıyla gösterdiği çabanın ilk sonuçları hayli olumlu görünüyor. AKP’nin uygulanmakta olan ekonomik programı rayından çıkarmak niyetinde olmadığı, IMF ile ilişkileri uyumlu biçimde sürdürmeyi hedeflediği izlenimi verilmiş bu temaslarda ve bunun sonucunda da olası bir AKP iktidarının dış piyasalarda sorun yaratmayacağı düşüncesine varmış piyasalar. Geçen haftalarda (iddialara göre ) yabancı alımlarının da etkisiyle bono faizlerinin gevşemesini, İMKB’de bir kıpırdanma yaşanmasını buna bağlayanlar da oldu, dış piyasaların "AKP iktidarını satın aldığı" söylendi.
Yurtdışındaki "road showölara CHP adına katılan Zekeriya Yıldırım, bu izlenimi genelde doğrulamakta birlikte iki noktayı vurgulamak gereğini duyuyor. Birincisi, uluslarası piyasaların birinci tercihi değişmiş değil; Derviş’li CHP’yi tek başına iktidara taşıyacak bir seçim sonucu, dış piyasaları en fazla rahatlatacak seçenek olmaya devam ediyor. AKP’nin olumlu bir izlenim bırakması ise AKP’nin seçim zaferinin piyasalarda hemen olumsuz algılamalara ve tepkilere yol açmasını önleyecek anladığım kadarıyla. AKP’nin şimdilik bunu sağlamış görünmesi önemli aslında. Brezilya’da solcu lider Lula’nın (ikinci turu bugün yapılacak olan) başkanlık seçimini kazanması ihtimalinin piyasalarda yarattığı tedirginliğin bu ülkenin yeni bir borç krizinin eşiğine gelmesine yol açtığını hatırlarsak, AKP’nin seçim öncesinde piyasalarda olumlu sayılabilecek bir izlenim bırakmasının önemini daha iyi kavrayabiliriz.
Yıldırım’ın vurguladığı ikinci nokta da son haftalarda kamu kağıtlarına ilgi gösterdiği söylenen yabancıların tavrını açıklayıcı nitelikte. Geçenlerde bu köşede değindiğim gibi, şu an için Türkiye’de ciddi pozisyonları yok yabancıların ve seçim sonrasında olumlu bir tablonun ortaya çıkması halinde doğacak fırsatı kaçırmak istemiyorlar. Bu nedenle seçim sonrasında ortaya çıkacak tabloyu kestirmek için yoğun çaba harcıyorlar, belki de zaman zaman alım da yaparak piyasayı yokluyorlar.
Bunların amacı kısa vadedeki olanakları değerlendirmek ve fırsattan istifade etmek.
Dolayısıyla olaya çok kısa vadeli bir perspektifle bakıyorlar. Seçim sonrasında ortaya çıkan tabloyu beğenmezlerse ya da kurulacak hükümetin yaklaşımlarından hoşlanmazlarsa hemen olumsuz bir havaya girip Türkiye’yi zorlayacak adımlar da atabilirler. Bu nedenle, piyasaların bugünkü havasına bakıp "Bu iş oldu, piyasalar AKP’yi benimsedi, iktidar olursa sorun çıkmaz" sonucuna varmak doğru olmaz.
İkincisi, piyasaların "yanlış ata oynama" zaafiyeti son yıllarda iyice açığa çıktı. Piyasaların değerlendirmesi doğru olsaydı sonuçta iflasa sürüklenen Arjantin’in borçları nasıl 145 milyar doları bulurdu? Eski sendikacı Lula başkan olacak diye Brezilya’yı uçurumun kenarına iten piyasalar, şimdi Lula’nın başkanlığının kesinleştiği noktada "Galiba biz yanlış yapmışız, bu adam o kadar da kötü değilmiş" noktasına gelebiliyorlar.
Bütün bunlar piyasaların değerlendirmesine fazla önem vermenin ve "Piyasalar AKP’yi benimsedi, sorun yok" havasına girmenin fevkalade yanlış olabileceğini gösteriyor.