Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Geçen hafta, ABD ve Avrupa borsalarında yaşanan ani yükselişe paralel olarak, bizim borsada (İMKB’de) ve Hazine kağıdı piyasasında da bir iyimserlik rüzgarı eser gibi oldu. Bazı hisse senetlerine ve Hazine kağıtlarına öncelikle dış kaynaklı olduğu belirtilen bir talep geldi ve bu talep sığ piyasada etkili oldu, fiyatları etkiledi. Piyasalardaki havayla ilgili en anlamlı değerlendirmeyi Koç Üniversitesi öğretim üyesi ve Koçbank baş ekonomisti Cevdet Akçay yaptı. Mali piyasaları yakından izleyen Akçay’a göre şu anda piyasalar işlerin iyiye gideceğine inanmak istiyor. Aslında geleceğe yönelik faiz beklentileri de çok olumlu değil ve seçim sonrası için kötü senaryolar yazmak belki daha kolay ama şu an için bizim piyasalarda insanlar bu kötü senaryoyu kabul etmek istemiyor. Öte yandan yabancılarda da bir "ralli", yani yükselme dalgası özlemi var, adeta fırsat kolluyorlar.
Ancak AKP yetkililerinin geçen hafta içinde yaptıkları gibi çelişkili açıklamaların bu iyimserlik havasını bir anda tersine çevirebileceğini de vurguluyor Dr. Akçay ve asıl kararın seçim sonrasında verileceğini belirterek "seçim sonrasında piyasalar da bir seçime zorlanacak, ya siyah ya da beyaz senaryoyu seçmek zorunda kalacak" diyor.

Duygu ve tepki yüklü oylarla
Türkiye neresinden bakarsak bakalım, hayli garip bir seçim süreci yaşıyor. Erken seçimi kimin gündeme getirdiği; 3 Kasım’da seçimi kimin, hangi amaçla istediği; Meclis’teki milletvekillerinin büyük çoğunluğunun, nasıl erken seçim kararına parmak kaldırarak kendi ipini çektiği bile tam olarak anlaşılmış değil. Acaba dıştan, örneğin ABD’den güdümlü büyük bir planın bir parçası mı bütün bunlar? Yoksa "ulusal" güçlerin "emperyalizme" karşı yeni bir başkaldırısı mı söz konusu? Ya da beceriksiz siyaset senaristlerinin başlattığı ama onların hesaba katmadığı bir sonla bitecek, acemice oynanan bir oyunu mu izliyoruz?
Seçim sonuçlarıyla ilgili kamuoyu yoklamalarının ve seçim sonuçlarıyla ilgili tahminlerin hatıra getirdiği başka söylentiler ve sorular da var: İktidarı bir tepsi içinde AKP’ye sunmak için hazırlanan bir plan mı uygulanıyor? AKP’nin tek başına iktidara gelmesini 28 Şubat’ın rövanşını almak isteyenlerin yanı sıra, bu hareketin balonunu söndürmek isteyenler de mi destekliyor? Kimilerine göre kaçınılmaz olan ekonomideki çöküşün AKP iktidarında gerçekleşmesi mi amaçlanıyor? Genç Parti’nin yükselişi gerçek mi, balon mu? Faşizmin ayak sesleri mi bunlar? Türkiye eninde sonunda kendini Avrupa’nın dışında ve antidemokratik bir rejimin içinde mi bulacak?

Tepki oyları belirleyici
Bu tür senaryoların ve soruların gündeme geldiği ortamda en fazla dikkati çeken noktalardan biri de, seçmenlerin hatırı sayılır bir bölümünün duygularının ve tepkilerinin tutsağı olarak oy kullanmaya eğilimli olması. Duygular ve tepkiler her seçimde seçmenlerin oylarını bir ölçüde etkiler ama bu kez bu etki belirleyici olacak gibi görünüyor. Bunun nedeni de son on yıl içinde iktidara ortak olmuş olan tüm partilerin seçmenin gözünde itibar kaybetmiş olması. Özellikle 1994’ten bu yana birbirini izleyen ekonomik krizler ve geniş kitlenin ekonomik durumunun giderek bozulması bu tepkiyi besliyor, denenmemiş partilere ve liderlere bir avantaj sağlıyor. Liderlerin tipi ve davranış biçimi de bunu etkiliyor kuşkusuz. AKP ve Genç Parti bu olgudan en fazla yararlanan partiler olarak dikkati çekiyor. Son dönemde iktidara ortak olmayan CHP ise liderini yenileyemediği, bir noktada siyasetin jokeri gibi görünen Kemal Derviş’in rüzgarını iyi kullanamadığı ve "yeni bir başlangıç" sloganının içini dolduramadığı için bu avantajdan yeterince yararlanamıyor.
Uluslararası bir kuruluşun Türkiye’de görevli temsilcisinin geçen gün özel bir toplantıda değindiği gibi, bu seçimde özlü konular, inandırıcı projeler, gerçekçi çözümler, geleceğe dönük vizyonlar hemen hiç gündemde değil. Çoğunlukla toplumdaki tepkileri karşılamaya yönelik popülist sloganlar, rakipleri karalama çabaları ya da akıl almaz vaatler söz konusu.
Bu ortamda pek çok seçmen, tam aradığı nitelikte bir parti olmadığı için, mevcut partilerin hiçbirinin ülke için geçerli çözümler üreteceğine inanmadığı için duygusal yakınlıklarla, geçmişten kalan özlemlerle ya da son andaki etkilenmelerle oy kullanacak gibi görünüyor. Bu havaya girmiş olanlar için oy verecekleri kişinin ya da partinin yüzde 10 barajını geçme şansının olması ya da olmaması belirleyici önem taşımıyor.

Duygusal tercihler
Örneğin İsmail Cem’e ve partisine umut bağlamış olanların bir kısmı ne olursa olsun YTP’ye verecek oyunu. Eskiden kalma bir özlemle ve Aydemir Güler’i sempatik bularak TKP’ye oy vermeyi düşünenler var. 1999 seçiminde belli bir oy tabanına ulaşan ÖDP bu seçimde daha iyi bir sonuç alacağını iddia ediyor. Ulusal tepkiyi ilk gündeme getiren partilerden biri olan Doğu Perinçek’in İşçi Partisi de ulusalcı oylara sahip çıkma iddiasında. Sadettin Tantan’ın Yurt Partisi’nde siyaset yapmaya soyunan aklı başında isimler var. Türk solunun efsane isimlerinden Mihri Belli’yi Meclis’te görmek için DEHAP’a oy vermeyi düşünenlerin de olduğu söyleniyor.
Bu arada barajı aşma şansı yok gibi görünen DSP’nin lideri Başbakan Ecevit’i ve ANAP lideri Mesut Yılmaz’ı da unutmayalım. Duygusal bağları nedeniyle Ecevit’e, Avrupa konusundaki tutumu nedeniyle Yılmaz’a oy verme eğiliminde olanlar da yok değil.

Sonuç hüsran olmasın
Seçime daha iki hafta var ve bu süre içinde yaşanacak gelişmeler seçmen tercihlerini etkileyebilir. Ancak yukarıda özetlemeye çalıştığım ortamda yapılacak bir seçimden Türkiye’nin karmaşık sorunlarıyla baş edebilecek bir hükümetin çıkması biraz zor görünüyor bana. Bu sorunları aşmak için küresel bir bakış açısına sahip, rasyonel bir çözümler demetiyle toplumun özlemlerini karşılayacak siyasetçilere gerek var. Şu an meydanda olanlar ise bu tanıma pek uymuyor.