Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Osman Ulagay


Ekonominin gerçeklerini kavramayan bir solun iktidar alternatifi olması kolay değil.

Tony Blair'in "yeni" İşçi Partisi'nin İngiltere'deki beklenen başarısından sonra Fransa'da ansızın gündeme gelen seçimlerde solun beklenmeyen bir zafer kazanması yeni beklentileri gündeme getirdi. Benzer bir örneğin Almanya'da da yaşanabileceği, hatta Türkiye'de de solun iktidar yolunun açılabileceği konuşulmaya başlandı. Bu arada sağa duyulan tepkinin solda başarıyı getirebileceği izlenimi de doğdu.
Bu konuda bir genelleştirme ve sıçrama yapmadan önce söz konusu ülkelerin farklı durumlarına bakmak gerekiyor.

Blair'in başarısı

İngiltere'de 18 yıldır iktidara gelemeyen İşçi Partisi, iktidar olmanın koşulları üzerinde ciddi olarak düşünmeye zorlandı. Tony Blair'den önceki liderler döneminde başlatılan partiyi yenileme çabalarının istenen sonucu vermemesi Blair ve ekibini daha köklü bir değişikliği düşünmeye itti.
Tony Blair'in liderliğindeki İşçi Partisi'nin bu düşünce sürecinde yaptığı en önemli sıçrama, ekonominin işleyişini kavramayan bir partinin günümüzün dünyasında gerçek anlamıyla iktidar olamayacağını anlamasıydı. İktidara gelmek ve ülkeyi yönetebilmek için ekonominin nasıl işlediğini ve nasıl yönlendirilebileceğini kavramış olmak gerekiyordu. Ancak bunu başarabilen ve iktidarını konsolide edebilen bir İşçi Partisi toplumu dönüştürmek için tasarladığı projeleri hayata geçirebilirdi.
İşin kolayına kaçıp Tony Blair'i "Thatcherizmi devam ettirmekle" ve "sağa kaymakla" suçlayanlar ve seçim başarısını salt sağa duyulan tepkiye ve Blair"in"medyatik olmasına" bağlayanlar sanırım işin bu çok önemli boyutunu kaçırıyorlar. Blair iktidarda başarılı olabilir ve bir yandan insan unsurunu öne çıkartarak ekonomiyi geliştirirken diğer yandan gündemindeki dönüşümleri gerçekleştirebilirse bu başarıyı ekonominin gerçeklerini kabul etmesi sayesinde sağlamış olacak.

Jospin'in söylemi farklı

Fransa'da sürpriz bir seçim başarısıyla yeniden iktidara gelen Sosyalist Parti'nin söylemi ise İngiltere'de İşçi Partisi'nin yaşadığı sürecin Fransa'da henüz yaşanmadığını düşündürüyor. İngiltere'ye göre çok daha devletçi bir geleneğe sahip olan Fransa'da sağ Thatcherizm benzeri bir uygulamayı gerçekleştiremediği için sol da Blair'in geldiği noktaya gelebilmiş değil.
Sosyalist Parti lideri Jospin bir kez daha devletin olanaklarını kullanarak işsizlik sorununu çözmeyi ve ekonomiyi yönlendirmeyi düşündüğünü ilan ederek seçmenden oy istedi ve seçimde başarılı oldu. Ancak bir yandan "tek para hedefinden vazgeçmiş değiliz" derken diğer yandan genişlemeci bir politikayı nasıl izleyeceği tartışma konusu. Eğer kendinden öncaki sağ iktidar gibi sol da ekonomide "durumu idare etme"ye çalışarak vakit geçirirse işsizlik dahil hiç bir ekonomik sorunu kolay kolay çözemez; sağa karşı duyulan tepki sayesinde iktidarı yakalayan sol, salt bu tepkiye dayanarak başarılı olamaz.

Türkiye'deki durum

İtalya'daki "Zeytin Dalı" koalisyonundan sonra İngiltere ve Fransa'da sol partilerin birer hafta arayla iktidara gelmesi, Almanya'daki sosyal demokratların yanısıra Türkiye'deki solu ve sosyal demokratları da umutlandırdı. Bu arada Türkiye'deki merkez sağın içine düştüğü acınacak durum ve laik düzene yönelik tehdidin tırmandırılması da solun ciddi bir iktidar alternatifi haline gelmesi için gerekli ortamı hazırlıyor.
Sosyal demokratlar bu durumu iyi değerlendirebilirlerse iktidara aday olma şansları artabilir. Ancak bunun olabilmesi için bizim sosyal demokratların da gerçek anlamıyla iktidar olmanın gereklerini ve ekonominin önemini kavraması, bu bilinçle hazırlanmış bir programı ortaya koyması gerekiyor. Unutmayalım ki sağa karşı duyulan tepki hiç bir zaman solun başarısını sağlamaya yetmiyor.


Pazartesi sabahı Prof. Salih Neftçi'nin Hürriyet gazetesindeki "Osman Ulagay'ın bir yanlışı ve dikkatsizlikleri" başlıklı yazısını okuyunca önce küçük bir panik yaşadım. Prof. Neftçi, "dikkatli ve yetenekli" bulduğu bir öğrencisini, yaptığı yanlış nedeniyle azarlayan bir hocanın tavrı içinde beni uyarıyordu. Prof. Neftçi'nin hocam olmadığını ve beni sınıfta bırakacak konumda olmadığını hatırlayarak bu ilk paniği atlattım.
Söz konusu yazıda Prof. Neftçi, benim geçen pazar bu köşede yer alan bir yazımın Türkiye'nin cari işlemler açığının tartışılması için "beklediği fırsatı" yarattığını söylüyor ve beni "kitaba göre" yapılacak bir tartışmaya davet ediyor. Prof. Neftçi, üstatlığın kazandırdığı engin bir hoşgörüyle benim, "dil sürçmesi sonucunda yapmış olduğum yanlışı tartışmasız bir şekilde kabullenmemi" beklediğini, "bazı dikkatsizlikliklerimi" de başka bir yazıda ele alacağını belirtiyor. Prof. Neftçi haddini bildirdiği öğrencisini tartışmaya davet ederken "açık pozisyon taşıyan kurumlardan destek alan yorumcuları" bu davetindışında bıraktığını da "ilk baştan" söylüyor.
Sayın Neftçi'ye yeri gelmişken küçük bir hatırlatma yapayım. Bendeniz açık ya da kapalı pozisyon taşıyan hiç bir kurumla ilişkili olmadığım gibi bugüne dek hiç bir hükümete, bakana, siyasal partiye danışmanlık ve akıl hocalığı yapmamış olmanın saflığını da taşıyor ve bu bakımdan sanırım kendisinden de farklı bir konumda bulunuyorum.

Neftçi neye alınmış?

Prof. Neftçi'nin benim yazımda bulduğu "yanlış"a daha sonra geleceğim ama önce
Prof. Neftçi'yi tahrik eden ve ona "beklediği fırsatı" veren şeyin ne olduğunu anlamak için geçen günkü yazıma dönmem gerekiyor. Ben o yazıda, "bazı ekonomi yazarlarımızın 1996 yılında dış ticaret açığının 22 milyar doları, cari işlemler açığının da 10 milyar doları aşabileceğini ileri sürerek devalüasyon şoku kaygılarına zemin hazırladığını", yazmış ama kimsenin adını anmamıştım.
Anlaşılan Prof. Neftçi, adı anılmayanın kendisi olduğunu düşünerek harekete geçmiş ve bana haddimi bildirmeye karar vermiş. Daha önce bazı köşe yazılarında adı anılarak kendisine yöneltilen ağır eleştiriler karşısında suskun kalmayı tercih eden Prof. Neftçi'ye, kendisine muhatap olarak beni seçtiği için ne kadar teşekkür etmem gerektiğini bilmiyorum.
Prof. Neftçi'yi 1991 sonunda ya da 1992 başında tanıdım. O dönemde DYP - SHP hükümetine danışmanlık yapmak üzere Türkiye'de bulunan Neftçi, önerilerinin benimsenmemesi nedeniyle bir düş kırıklığı yaşıyordu. Bu arada ciddi bir istikrar programı uygulanırken varlıklı kesime bir defalık bir vergi getirilmesi önerisi fırtınalara yol açmış, kendisine destek veren ilk gazeteci de galiba ben olmuştum. O günden sonra zaman zaman Türkiye'ye geldiğinde görüşüyor ya da telefonla görüş alışverişinde bulunuyorduk Salih'le. Birbirini izleyen hükümetlerin ekonomideki sorumsuzlukları başlıca dertleşme konumuzu oluşturuyordu.

Refah - Yol ve Neftçi

Refah - Yol hükümeti kurulduktan sonra Salih Neftçi ile çok seyrek görüşür olduk. Bir toplantı sonrasında, "sen artık fazla iyimser oldun", diyerek kendisine takıldığımı da hatırlayacaktır. Anımsadığım kadarıyla Prof. Neftçi, Refah - Yol'un özellikle Refah kanadının gündeme getirdiği bazı önlemlere hayli sıcak bakıyor, bunların yapısal önlemlerle tamamlanmasını istiyordu.
Buna bir diyeceğim olamazdı ama bu önlemlerin çoğunun birer balon olduğu anlaşılıp sözde "denk" olan bütçenin büyük açıklar verdiğinin anlaşıldığı ortamda Sayın Neftçi'nin bunu görmezden gelmesini yadırgıyor, son dönemde merak sardığı politik analizleri ise, kusura bakmasın, biraz safça buluyordum. 28 şubattaki MGK toplantısından sonra "siyasette yumuşama"dan söz etmesi, Yalım Erez'in çıkışı sonrasında "Çiller'in sonunu" müjdelemesi, dışardan günlük politika yazısı yazmanın ne kadar zor olduğunu gösteren örneklerdi. Aslında ben bu eleştirilerimi dile getirmek için Salih'i aramayı düşünürken Prof. Neftçi'nin hakkımdaki yazısı yayınlandı.

Muhatabı Merkez Bankası

Şimdi gelelim Prof. Neftçi'nin tartışmak istediği büyük "yanlışıma". Anladığım kadarıyla benim yanlışım T.C. Merkez Bankası'nın açıkladığı 1996 yılı cari işlemler dengesi verilerinin doğru olduğunu varsayarak (ayrıca "eğer doğruysa" diye bir de kayıt koyarak) bir değerlendirme yapmam. Prof. Neftçi, Merkez Bankası'nın birbuçuk yıldan beri ödemeler dengesini "makyajladığını" ve aslında 10.3 milyar dolar olan 1996 yılı cari işlemler açığını kağıt üzerinde 4.4 milyar dolara düşürdüğünü iddia ediyor. Besbelli ki Prof. Neftçi'nin ilk muhatabı olması gereken kişi ben değilim, ağır bir suçlama altındaki Merkez Bankası'nın Başkanı Gazi Erçel. Sayın Neftçi, siz önce Merkez Bankası ile kozunuzu paylaşın, kendi rakamınızın neden doğru olduğunu kanıtlayın, sonra gerekiyorsa tartışmayı sürdürürüz.



Ülkeyi yönetme noktasında olanların artık hükmü beş - on dakika sürecek yalanlara bile tenezzül ettiği bir ülkede; kayıt dışının ve kural dışının fena halde yaygınlaştığı bir ülkede resmi ya da gayri resmi rakamlara ne ölçüde güvenebiliriz? Bu rakamlara dayanarak nasıl sağlıklı analizler yapabiliriz?
Özellikle ekonomide olup biteni izlemeye çalışanlar için büyük sorun yaratıyor bu durum. Sorunun bir boyutu yönetim kademesindekilerin rakamları manipüle etme ve amaçlarına göre kullanma çabasından kaynaklanıyor. Örneğin büyük tantanayla bu yıl "denk" olacağı söylenen bütçenin yılın ilk dört ayındaki resmi açığı hala açıklanmış değil.
Sorunun bir diğer boyutu ise varlığı yıllardır bilinen ama ölçülmesi son derecede zor olan kayıt dışı ekonominin boyutlarını ölçme ve ekonomik göstergelere dahil etme çabalarından kaynaklanıyor. Burada bütünsel bir çalışma yapmadan bir rakamı düzelttiğiniz zaman uyumsuzluklar ortaya çıkabiliyor.
Şimdilik daha güvenilir sayılan fiyat endekslerine göre mayıs ayı artışları beklenenin biraz altında gerçekleşti ama en önemli gösterge olan özel imalat sanayiindeki artışın hızlandığını ve tarımdaki artışın düşük olduğu bir alda TEFE'yi yukarı çektiğini gözden kaçırmayalım.

Yazara Emailo.ulagay@milliyet.com.tr