Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Osman ULAGAY

Kalkınma yarışındaki performanslarıyla dünyaya örnek gösterilen Tayland'ın, Malezya'nın, Endonezya'nın ve hele Güney Kore'nin 1997 yılının ikinci yarısında peşpeşe şoka girmesi ve derin bir krize sürüklenmesi hemen herkesi şaşırttı. "Asya mucizesi"ni temellerinden sarsan bu "deprem"i öngörebilenlerin sayısı 1989'da Berlin duvarının ansızın yıkılacağını öngörebilenlerden pek fazla değildi.
Yarını bugünden görmenin giderek zorlaştığı, şokların birbirini izlediği, piyasalarda ve borsalarda rekor iniş çıkışların günlük olay haline geldiği, garip bir dünyada yaşıyoruz. Bu dünyada hiç kimsenin, hiç bir ülkenin, "bize bir şey olmaz", deme lüksü yok.

Böyle bir dünyada yaşarken, "şu tarihte, şurada şu olacak", demek için kahin olmak gerekiyor. Dünya kapsamlı bir değişim sürecinin çalkantılarını yaşıyor ve bu değişimin yasaları galiba ancak yaşanarak öğrenilebiliyor. Küreselleşme olgusunun dünya ekonomisini daha karmaşık hale getirdiği ve sağlıklı tahmin yapmayı zorlaştırdığı bir gerçek. Özellikle uluslararası finans piyasalarının günümüzde eriştiği inanılmaz boyutlar ve bu piyasaların işleyiş biçimi sık sık yeni şoklarla karşılaşmamıza neden olabiliyor.
Ünlü fon yöneticisi George Soros'un da vurguladığı gibi, küresel sistemde dengesizlikleri ve ani şokları önleyecek bir kurumsal yapı yok. IMF(Uluslararası Para Fonu) ancak kriz patladıktan sonra devreye girip, tartışmaya yol açan önlemlerle şokun yarattığı çöküşü durdurmaya çalışıyor.
Asya krizi de aslında küreselleşme olgusuyla yakından bağlantılı bir olay. Ayrıca 1994'de Türkiye'de ve 1995'de Meksika'da yaşananlardan farklı olarak Asya'daki krizin odak noktasında devlet değil özel firmalar ve bankalar var. Olayın bu boyutunu yarın ele alacağız. Ama önce Asya'daki krizin patlamasında da belirleyici olan uluslararası finans piyasalarına dönüp bu piyasaların işleyişini anlatmak istiyoruz.

Uluslararası finans piyasalarının en heyecanlı ve hacimli bölümünü döviz piyasaları oluşturuyor. Günlük işlem hacmi 1.5 trilyon dolara yaklaşan uluslararası döviz piyasalarının ve bu piyasalara yön veren oyuncuların ya da spekülatörlerin belirleyici önemi ve dünya ekonomisini sarsma potansiyeli 1997 yılında bir kez daha çarpıcı biçimde gözler önüne serildi. Spekülatörlerin hedefi haline gelen Asya ülkelerinin, yıllardır dolara bağlı kalan paraları büyük oranlı devalüasyonlara uğradı. Döviz spekülatörlerinin 1998'deki hedefleri konusunda çeşitli tahminler yapılıyor ama darbenin nerede ve ne zaman geleceğini kestirmek çok zor.
İşin püf noktası da burada galiba. Birilerinin iyi para kazanması için darbenin ansızın vurulması, şoku yiyen ülkenin karşı önlem alacak vakti bulamaması gerekli. Örneğin bir döviz krizi ya da kur depremi yaşaması olası görünen bir ülkede, krizin yaşanacağı saate kadar sanki kriz olmayacakmış gibi davranıp iyi para kazanmak mümkün. Bu şekilde para kazanan kimselerin son ana kadar "kriz olmaz" havasını yaymaya çalışmaları, ya da depremin yakın olduğunu hissettikleri halde sessiz kalmaları doğal. "Kurtların sessizliği" onlara büyük karlar sağlayabiliyor. Bunların bazılarının kur depreminin ilk belirtileriyle birlikte depremin etkisini artıran, söz konusu ülke parasının çöküşünü hızlandıran spekülasyon dalgası içinde yer almaları da fazla şaşırtıcı değil.

Asya krizi de 1997 temmuzunda Tayland parası bahtın uluslararası spekülatörlerin hücümuna uğramasıyla başladı. Cari işlem açıkları büyüyen ve bazı borçlu şirketlerinden olumsuz sinyaller alınan Tayland'da beklenen saat gelmiş ve ülke parasına saldırı başlamıştı. Tayland'ın direnme çabaları hiç bir sonuç vermedi ve ülke parası kolaylıkla çökertildi. Tayland bahtının çöküşünü borsanın çöküşü izledi.
Bu örneğin de gösterdiği gibi döviz piyasalarında başlayan deprem kısa sürede hisse senedi borsalarını ve kredi piyasalarını da etkiliyor, şoku yiyen ülkelere yönelik sermaye hareketi bir anda çok boyutlu bir sermaye kaçışına dönüşüveriyor. Günümüzün dünyasında finans piyasalarının birbirine eklemlenmiş olması ise şokun etkilerinin önce yakın piyasalara sonra tüm dünyaya yayılmasına yol açıyor.
Tayland'da başlayan ve başlangıçta bu ülkeye özgü sanılan olay işte bu mekanizma içinde önce diğer Asya ülkelerini sarstı. Tayvan ve Singapur sınırlı devalüasyonlarla ve borsa kayıplarıyla olayı atlatırken Tayland'dan sonra Malezya, Endonezya ve Güney Kore'de de sarsıntı şiddetli bir depreme dönüştü. 1997 yılında borsa endekslerinin dolar bazında değer kaybı Tayland'da yüzde 80'i, Malezya'da yüzde 73'ü, Endonezya'da yüzde 71'i, Güney Kore'de yüzde 70'i, Filipinler'de yüzde 61'i, Singapur'da yüzde 46'yı ve Hongkong'da yüzde 30'u buldu.
Tayland'da başlayan olayın şok dalgaları sonunda okyanusları aşarak Amerika'ya ulaştı ve ekim sonunda Wall Street de ürkütücü biçimde sarsıldı. New York borsasındaki sarsıntı Avrupa borsalarını etkiledi. Bu arada Çek Cumhuriyeti ve Brezilya gibi olayın çok uzağındaki ülkelerin bile Asya'daki sarsıntının etkilerini hissettikleri görüldü. Sanki Tayland'da bir kelebeğin kanat çırpışı Amazon'da bir fırtına yaratmıştı.

1998 başında ise bambaşka bir hava esiyor dünya finans piyasalarında. Endonezya dışındaki ülkelerde döviz kurları şimdilik istikrar kazanmış görünüyor. Ocak ayında Tayland'ın, Güney Kore'nin, Malezya'nın borsalarında yüzde 50'lere varan hızlı tırmanışlar yaşandı. Wall Street'de ve hemen tüm Avrupa borsalarında rekor üstüne rekor kırılıyor, düşük faizler ve son 30 - 40 yılın en düşük enflasyon oranları iyimserliği körüklüyor, hisse senetlerine büyük para akıyor.
Pekiyi mart başında esmekte olan bu bahar havasına bakarak Asya krizinin aşıldığını ve öncelikle ABD ve Avrupa borsalarında parlak bir yıl yaşanacağını söyleyebilir miyiz?
Bu soruya "evet" diye cevap verenler var ama onlara katılmak pek kolay değil. Bize öyle geliyor ki Asya krizi henüz tam yaşanmış değil ve dünya borsaları yeni sürprizlere, belki de yeni şoklara gebe. Bu dizinin son bölümünde bu konuya döneceğiz. Ama önce Asya'da yaşanan krizi 1994'de Türkiye'de yaşanan krizle karşılaştırarak aradaki farkları görelim.

Yarın: Asya'da şirketlerin krizi

1997'de krize giren Asya ülkeleri yüksek tasarruf ve yatırım oranlarıyla, düşük bütçe açıkları ve düşük enflasyonlarıyla ve istikrarlı, yüksek büyüme hızlarıyla dünyaya örnek gösteriliyor, bu ülkelere oluk gibi dış kaynak akıyordu.
Yalnızca krizden en çok yara alan beş ülkeye (Tayland, Malezya, Güney Kore, Endonezya ve Filipinler) açılmış olan dış kredilerin toplamı krizin hemen öncesinde 275 milyar doları bulmuştu. Söz konusu beş ülkeye yalnızca 1996 yılında 74 milyar dolarlık net dış kredi girişi olmuş, 12 milyar dolarlık net portföy yatırımı ve 7 milyar dolarlık doğrudan yatırımla birlikte bu ülkelere akan net özel dış kaynak toplamı 93 milyar dolara tırmanmıştı. Kredi, yatırım sermayesi ve portföy yatırımı olarak büyük çaptaki dış kaynak girişi bu ülkelerde her türlü yatırımı (bu arada spekülatif gayrimenkul yatırımlarını) kamçılıyor, onları adeta sihirli bir halının üstünde uçuruyordu.
Ancak 1997'de tılsım bozuldu. Dolar yen karşısında güçlenirken rekabet güçleri zayıflayan bu ülkelerin durumu öncelikle döviz spekülatörlerinin dikkatini çekmeye başladı. İlk darbe temmuzda zincirin zayıf halkası Tayland'a indirildi ve saadet zinciri koptu. Bu kez söz konusu ülkelerden dışarı büyük bir sermaye kaçışı başladı.
Bu kaçış nedeniyle 1997 yılının bütününde bu beş ülkeden net özel sermaye çıkışı 12 milyar doları buldu. Bir önceki yıl bu ülkelere net özel sermaye girişinin 93 milyar dolar olduğu anımsandığında 1997'de yaşanan depremin dev boyutlarda (105 milyar dolarlık) bir dışa kaynak transferinden kaynaklandığı anlaşılıyor. Sanki bu ülkeleri uçuran halı aniden altlarından çekilivermiş ve yükseklerden yere çakılmaları kaçınılmaz hale gelmişti.

Yazara EmailKÜRESEL ŞOKLAR / 2