Osman ULAGAY
Moskova- Koç Grubu ile ENKA'nın yarı yarıya ortak oldukları Ram Store hipermarket ve alışveriş merkezinin açılışı nedeniyle yapılan tören sırasında içeri girmek için kapılara yığılan halkı zaptetmek kolay olmadı. Tören sona erer ermez kapılar açılınca içeri doluşan Moskovalılar hevesle alışveriş merkezini gezmeye ve Ram Store'un raflarını boşaltmaya başladılar. Kapılar açıldıktan bir saat sonra biz oradan ayrılırken, Migros'un yurt dışındaki karşılığı olan Ram Store'un kanguru amblemli poşetlerini doldurmuş olarak durakta otobüs bekleyenlerin sayısı hiç de az değildi. Sonra öğrendik ki mallar adeta yağmalanmış ve 200.000 dolarlık satış yapılmış.
Koç Holding Yürütme Kurulu Başkanı İnan Kıraç, açılıştaki bu yoğun ilgiyi gördükten sonra, yalnızca Ram Store hipermarketinin yıllık cirosunun 65 milyon doları bulacağını tahmin ettiğini söyledi. 34 milyon dolara malolan bu alışveriş merkezi bekleneni verdiği takdirde bunu diğerleri izleyecek ve büyük olasılıkla Moskova'da çeşitli büyüklüklerde 3 - 4 alışveriş merkezi daha açılacak.
Koç Holding'in Başkanı Rahmi Koç'un yanısıra, Suna Kıraç, Semahat Arsel, Sevgi Gönül, Mustafa Koç ile Ali Koç'un ve grubun birçok üst düzey yöneticisinin bu açılış nedeniyle Moskova'ya gelmiş olması bu olaya verilen sıradışı önemin bir göstergesiydi. Rahmi Koç'un açılış töreninde yaptığı konuşmada da belirttiği gibi, Moskova Ram Store, Türki Cumhuriyetlerde başarıyla yürüyen Ram Store marketler zincirinin Rusya'daki ilk halkasıydı.
Koç Holding Yönetim Kurulu Başkan Vekili Suna Kıraç bu açılımın hedefini şöyle anlatıyor: "Avrupa ile 'benchmarking' yapıp rekabet gücümüzü yükseltiyoruz, bir yandan Avrupa pazarında boy ölçüşerek kendimizi yenilerken, bir yandan da geleceğe dönük büyüme potansiyeli yüksek olan Rusya'da ve Türki Cumhuriyetlerdeki varlığımızı geliştiriyoruz."
Sosyalist Blok'un ve Sovyetler Birliği'nin dağılması sonrasında oluşan 26 ülkede birden ilk kez 1998 yılında ekonomik büyüme bekleniyor. Gerçekten de büyük potansiyel ve iş olanakları var bu ülkelerde. Şu anda Özbekistan'da toplam yatırımı 250 milyon doları bulan iki projeyi gerçekleştirme aşamasında olan Koç Grubu bu olanakları değerlendirmeye kararlı görünüyor.
Türkiye Cumhuriyeti'nde ilk nüfus sayımı 70 yıl önce 1927'de yapılmış ve nüfusumuzun 13,648,270 olduğu saptanmış. O günlerde 100 erkeğe 93 kadın düşüyormuş. 1935 sayımında nüfusumuz 16,158,018'e yükselmiş, 6 ve yukarı yaştaki nüfusumuz 12,862,754, bunlardan okuryazar olanların sayısı da 2,475,649 olarak saptanmış. Okuryazarların içinde kadınların sayısı yalnızca 652,340 imiş.
21. yüzyıla üç kala bir kez daha sayım için eve kapatıldığımız şu pazar gününde sizi rakamlara boğmak değil amacım. Yetmiş yıl önce hangi noktadan yola çıkıldığını anımsatmak için verdim bu rakamları. Yetmiş yılda nereden nereye gelindiğini de rakamlarla anlatmak mümkün tabii.
Ama rakamlarla anlatılamayacak boyutları da var bu serüvenin. Bu aynı zamanda çağdaş uygarlıkla buluşmanın serüveni. Kültür alanında, resimde, müzikte, edebiyatta bu serüvene damgasını vuran kahramanlar var. Bugün bunlardan bazılarını konu alan kitaplara ayırdım bu köşeyi. Çoktandır değinmek istediğim, özenle hazırlanmış olan ve farklı özellikleri bulunan bu kitaplarda bir yandan kendi alanlarında döneme damga vuran kahramanların öyküsünü izlerken diğer yandan bir dönemin rakamlara yansımayan tadını, havasını, kokusunu bulabiliyor insan ve yaşamın rakamlara indirgenemeyeceğini daha iyi anlıyor.
Kısa pantolonlu bir çocuk olarak Filarmoni Derneği'nin Saray Sineması'ndaki konserlerine götürüldüğüm yıllarda belleğime yerleşen değişmez orkestra şefiydi Cemal Reşit Rey. Kempf, Cortot, Oistrakh gibi ünlü virtüozlere onun şefliğinde eşlik ederdi şehir orkestrası.
Evin İlyasoğlu, beni çocukluk anılarıma geri götüren kitabında 1904'de babasının görevli olduğu Kudüs'te doğan bir başka çocuğun, Cemal Reşit Rey'in öyküsünü anlatıyor. Debussy'nin, Ravel'in, Mahler'in ünlendiği, Freud'un adını duyurduğu, dışavurumcu akımın etkisinin müziğe de taşındığı bir dünyada, sanata düşkün bir ailenin çocuğu olarak yetişir Cemal Reşit. Çubuklu'daki yalı, Nişantaşı'ndaki konak, büyük dayısı ünlü ressam Osman Hamdi Bey ve annesi Fethiye hanım,ağabeyi Ekrem Reşit ve diğerleri; Cemal Reşit'in müziğe adanmış yaşamı adeta bir roman gibi anlatılıyor Evin İlyasoğlu'nin kitabında.
Bir orkestra şefi, bir piyanist, bir besteci ve bir hoca olarak Cumhuriyet Türkiyesinde müziğin gelişimine büyük katkıda bulunan Cemal Reşit, Avrupa'da da kendine yer yapmış bir sanatçı. Cemal Reşit, dinine ve geleneklerine bağlılığın izlerini sürekli taşımış; son öğrencilerinden Vedat Kosal, Cemal Reşit'i anlatırken, "çalgı olarak orgu sevmezdi, kim bilir belki de kiliseyi çağrıştırdığı için org sevmezdi, kilise müziğine de tahammülü yoktu", diyor.
Batı musikisi ile Türk musikisi ayrımına karşı çıkarak, "musiki birdir ve muazzam bir kubbedir", diyen Cemal Reşit'in müziğinden örnekleri ve kendisiyle yapılmış söyleşileri içeren iki kompakt diski de Yapı Kredi Yayınları'nın bu özenle hazırlanmış kitabıyla birlikte edinmiş oluyorsunuz.
Cüneyt Koryürek, Arçelik için hazırladığı "Harf İnkılabı: 70 Yıl" kitabında kimilerinin 15 yılda, Falih Rıfkı gibi kimilerinin de ancak 5 yılda gerçekleşebileceğini düşündükleri Latin harflerine geçişi Mustafa Kemal'in nasıl birkaç ayda gerçekleştirdiğini anlatıyor.
Bu şaşırtıcı öykü ilginç verilerle desteklenmiş. Osmanlı'da ilk kitabın basıldığı 1729'la Harf İnkılabı'nın gerçekleştirildiği 1928 yılı arasında geçen 200 yılda basılan toplam kitap sayısı 27 bini geçmiyormuş.
Milli Eğitim Bakanı Vasıf Çınar yaptırdığı bir araştırma sonucunda öğretmenlerin yüzde 96'sının Latin harflerine karşı olduğunu saptamış. Mustafa Kemal'in yakın çevresi bile bu işin zamana bırakılmasını savunuyormuş ama o bu koşullarda bile bu işe girişmekten geri durmamış.
Eski harflerle yayınlanırken toplam satışı 34 bin dolayında olan Cumhuriyet, Milliyet, İkdam, Vakit, Son Saat ve Akşam gazetelerinin satışı yeni harflerle 20 binin altına düşmüş. 1928 yılında Türkiye'de Arapça okuma yazma bilenlerin sayısı 1 milyonu geçmezken 1928 - 33 arasında yeni harflerle okuma yazma öğrenenlerin sayısı 1.1 milyonu geçmiş.
Reform yapmanın zorluğunu çok konuştuğumuz şu günlerde bu kitaba eğilmekte yarar var.
Osmanlı Ressamlar Cemiyeti adını "Güzel Sanatlar Birliği" olarak değiştirdikten sonra ilk sergisini 1925 yılında Ankara'da, henüz resmi açılışı yapılmamış olan Türkocağı salonunda açar. Serginin açılışını yapan Atatürk, soyadını doğduğu yer olan İzmir'in Çal ilçesinden alan İbrahim Çallı'nın efeleri resmeden bir tablosu onünde durur ve şunları söyler:"Çallı doğum yerinin efe tipini ne güzel canlandırmıştır. Onun ruhundaki efelik bu tablosunda tam olarak görülmektedir. Yalnız bir tarafını tenkit edeceğim. Tablodaki atlar çok tavlı ve güçlü olarak yapılmıştır. Savaşta bizler bir parça arpa ekmeğini zor bulurken atlarımız arpa denen nesneyi unutmuşlardır. Çallı sen bu atları biraz zayıflat ki bu tablo tam o devrin anlamını taşısın."
T. İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayınlanan Çallı ve Atölyesi adlı kitapta yer alan ilginç anektodlardan yalnızca bir örnek bu alıntı. Dr. Kıymet Giray'ın hazırladığı bu değerli yapıtta yalnızca 20. yüzyıl Türk resmine damgasını vuran bir ressamın ve çevresinin öyküsünü değil, arka planda bir dönemin öyküsünü de buluyorsunuz.
Öğrencisi Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun 1976'da yazdığı şu satırlar İbrahim Çallı'nın bir hoca olarak önemini ortaya koyuyor:"Şurası açık seçik bir gerçek; bugün Türk resminde isim yapmış ustaların onda sekizi Çallı öğrencisidir. Birkaç örnek vereyim: Zeki Kocamemi, Hale Asaf, Halil Dikmen, Cemal Tollu, Nurullah Berk, Eşref Üren, Refik Epikman, Turgut Zaim, Ali Çelebi, Cevat Dereli, Nuri İyem, Mahmut Cuda, Bursalı Şefik."
Bu listede yer almayan ünlü ressamlar da Çallı'nın öğrencisi. "Çallı ve Atölyesi" sergisini kaçırdıysanız Çallı ve öğrencilerinin resimlerinden örneklerin de yer aldığı bu mükemmel kitabı edinerek teselli bulabilirsiniz.
Yazara EmailO.Ulagay@milliyet.com.tr