Osman Ulagay
"Teknopol" denen teknisyen - politikacılar Latin Amerika'da demokrasiyi kullanarak enflasyonu yenmeyi başardılar.
1980'lerin sonuna kadar "yüksek enflasyon" denince akla ilk önce Latin Amerika gelirdi. Pek çok Latin Amerika ülkesi 1960'lardan sonra üç haneli enflasyonla karşılaştı; Arjantin, Brezilya, Bolivya gibi ülkelerde enflasyonun dört haneli rakamlarla ifade edildiği hiperenflasyonlar bile yaşandı. Yüksek enflasyondan bir türlü kurtulamayan ve ekonomik istikrarı sağlayamayan Latin Amerika ülkelerinde siyasal istikrar de yerleşemedi, demokrasiyi sık sık kesintiye uğratan askeri rejimler "Latin Amerika sendromu"nun bir diğer boyutunu oluşturdu.
1990'larda ise farklı bir tablo belirmeye başladı. Soğuk Savaş'ın bitimiyle birlikte Latin Amerika ülkelerinde sivil - demokratik rejimlerin yaygınlaştığı ve yüksek enflasyon belasından kurtulan ülke sayısının arttığı görüldü. "Latin Amerika Sendromu" sanki aşılıyordu.
Pekiyi nasıl olmuştu bu? Enflasyonla savaşta yıllar yılı başarısızlığa uğrayan, ekonomik ve siyasi istikrarı bir türlü sağlayamayan Latin Amerika ülkeleri sonunda bunu başarma noktasına nasıl gelmişti?
Bir sava göre bu başarının baş aktörleri "Teknopoller" idi. Bu savı ortaya atan ve Teknopollerin öyküsünü anlatan "Technopols" adlı kitabı Boston'daki bir kitapçıda gördüğümde aklıma hemen "teknopolis" de denen yüksek teknoloji kentleri geldi. Yoksa teknoloji kentleriyle mi yenilmişti Latin Amerika'da enflasyon canavarı?
Harvard Üniversitesi profesörlerinden Jorge Dominguez'in derlediği kitabı elime alıp biraz karıştırdığımda bu kitabın konusu olan "teknopol"lerin teknoloji kentleriyle ilgisi bulunmadığını kavradım. Burada kullanılan "teknopol" sözcüğü "teknisyen" ve "politikacı" sözcükleri biraraya getirilerek yaratılmıştı. Kitap, teknisyenliklerinin yanı sıra politik becerilerini de kullanarak yüksek enflasyon kısır döngüsünü kıran ve ülkelerini ekonomik istikrar yoluna sokmayı başaran Latin Amerikalı teknisyen - politikacıların öyküsünü anlatıyordu. Arjantin'de % 5000'e kadar tırmanan enflasyonu üç yıl içinde % 7'lere düşüren başarılı programın mimarı ve uygulayıcısı Domingo Cavallo da bunlar arasındaydı.
Teknopollerin en önemli özelliği demokrasinin sağladığı olanakları kullanarak enflasyonla savaşta nicedir özlenen başarıyı yakalamış olmalarıydı. Enflasyonla mücadelede başarıya ulaşmak için doğru ekonomik reçeteyi bilmenin yeterli olmadığını kavrayan bu teknisyenler, politikaya girip politikacı olarak sergiledikleri hünerle başarıyı yakalamışlardı. Köklü ekonomik reformların ancak topluma ve temsilcilerine boşverebilen, otoriter ve güçlü liderler tarafından gerçekleştirilebileceği efsanesi de böylece yıkılıyordu. Askeri yönetimlerin yapamadığı "paradigma değişikliği"ni ve reformları teknisyen kökenli sivil politikacılar başarıyordu.
"Technopols" adlı kitapta yer alan Teknopol öykülerinden en çarpıcı olanı ekonomist kökenli bir politikacı olan Cavallo'nunki. 1989 yılında Arjantin Devlet Başkanlığına seçildiğinde Cavallo'yu Dışışleri Bakanı yapan Carlos Menem, 1991 yılı başlarında dört haneli enflasyona çare bulması için onu ekonomi bakanlığına getirdiğinde durum gerçekten vahimdi. 1989'da %4923'lük, 1990'da %1344'lük yıllık fiyat artışları yaşayan Arjantin hiperenflasyondan kurtulmak için çırpınıyordu. Başkan Menem ekonomiyi istikrara kavuşturmak için iki yılda 100'e yakın kanun gücünde kararname çıkartmış ama umduğu sonucu alamamıştı. Parlamento'yu ve toplumu dışlayarak sorunu çözme yöntemi geri tepmişti.
Cavallo tam tersini yapacak ve bütün önemli ekonomik kararları Parlamento'ya dayanarak alacaktı. Cavallo, yıllardır gerçekleşemeyen ekonomik reformları Parlamento'dan geçen kanunlara dayandıracaktı. Bu arada Parlamento'daki muhalefetin ve çeşitli toplum kesimlerinin mutabakatını sağlamaya da özen gösterecek, bunun için büyük çaba harcayacaktı. Cavallo bu yöntemlerle Arjantin parasını dolara fikse eden ve hükümetin karşılıksız para basmasını yasaklayan yasayı dört günde Parlamento'dan geçirmiş ve bu yasayla hükümetlerin (ve tabii bir bakan olarak kendisinin) elini kolunu bağlamıştı. Kamu açıklarını para basarak finanse etme yolu Parlamento tarafından ve kesin olarak kapatılmıştı.
Arjantin'in tarihinde ilk kez dürüst vergi toplayabilen bir ülke haline gelmesi ve devletin yeniden yapılandırılması da hep Parlamento'nun katkısıyla gerçekleşti. Bu önlemler sonucunda yıllık enflasyon 1991 sonunda %84'e, 1992'de %17.6'ya, 1993'de %7.7'ye ve 1994'te %3.9'a düşerken ekonomi 1991'den itibaren hızlı büyüme temposuna giriyor ve devlet yeni yapısı içinde yoksul kesimlere el uzatabiliyordu.
Cavallo'nun ve diğer Teknopollerin öyküsü, demokrasi içinde Meclis'e dayanarak enflasyon canavarını yenmenin, zor ekonomik reformları yapmanın, devleti yeniden yapılandırmanın ve yoksulu daha yoksul yapan kısır döngüyü kırmanın mümkün olduğunu gösteriyor. Yıllardır yüksek enflasyonla cebelleşen bir ülkenin insanları olarak bizler de bundan bir ders çıkartmayı düşünülebilir herhalde.
STOCKHOLM - Nobel Ödülü töreninin düzenlendiği görkemli mekanda düzenlenen Avrupa Kalite Ödülü törenine evsahipliği yapan Volvo'nun ünlü başkanı Leif Johansson'un konuşması Avrupalıların ruh halini güzel yansıtıyordu. "Avrupa Kalite Ödülü'nü bugüne dek alan bütün firmalar ABD ya da Japon ortağı olan firmalardı. Artık tamamen Avrupa kökenli bir firmanın bu ödülü alma zamanı gelmedi mi?", diye soran Johansson, "Biz Avrupalılar henüz umudumuzu koruyoruz", diyordu.
İsveç kökenli ABB şirketinin çok ünlü başkanı Percy Barnevik de konuşmasında "Avrupa'nın yeniden doğuşu"ndan söz ediyor ve şöyle diyordu: "ABD, toplam kalite yönetiminin önemini ve Japon rekabetinin gücünü Avrupa'dan önce kavradı. Toplam kalite yönetimi şimdi daha da çok önem kazanıyor. Avrupa da bu önemi kavrayarak rekabetin yoğunlaştığı bir dünyada yeniden öne çıkabilir."
Evet, Avrupa İş Mükemmelliği Forumu'nda Avrupalıların tedirginliğini, belki de gururla örtülmek istenen ezikliğini hissetmemek olanaksız. Yapılan tahminlere göre önümüzdeki beş yılda firmalar müşterilerinin %50'sini kaybedecek, dört yıl içinde şu anda çalıştıkları işi kaybedeceklerin oranı %40'ı bulacak. Dünyanın dört bir yanında 3 milyar insan Avrupalı gibi, Amerikalı gibi yaşamak çabasıyla üretim sürecine katılıyor ve eski dünyanın müreffeh toplumlarını çok ciddi bir rekabet tehdidiyle karşı karşıya bırakıyor.
Böyle bir dünyada biraz bocalayan Avrupalıların tedirginliğini anlamak zor değil. Rekabete ayak uydurmak için gerekli olan esnekliği, değişime uyum yeteneğini ve dinamizmi göstermekte geri kaldığını hisseden Avrupa, bu nitelikleri kazanmak için neler yapması gerektiğini düşünürken bakması gereken örneklerden birinin hemen yanıbaşındaki Türkiye olduğunu görüyor ve hayrete düşüyor.
Geçen yıl Brisa ve Netaş, bu ylı Beksa ve Netaş Avrupa Kalite Ödülleri'ne adını yazdırırken önce "Nerden çıktı bu Türkler?", diye soran Avrupalılar daha sonra Türk firmalarını nasıl model alabileceklerini konuşuyorlar.
Avrupalıları imrendiren bu başarıyı yaratan faktörleri başka bir yazıda ele almamız gerekiyor.
İngiltere'de klasik müzik konserlerine gidenlerin sayısında belirgin bir azalma olması konser organizatörlerini yeni arayışlara yönellti. Bu arada orkestra üyelerinin kıyafetlerinin farklı bir anlayışla yenilenmesi gündeme geldi. Bazı ünlü modaevleri de projeye ilgi gösterdi ve uygulamanın öncüleri belirlendi. Londra Oda Orkestrası'nın 27 yaşındaki kemancısı Catherine Morgan, South Bank'da yapılacak Rising Sparks Festivali'nde Nicole Farhi'nin arkası açık bir kreasyonuyla çalacak. Orkestranın başkemanı Cristopher Warren - Green ise Versace'nin dik yakalı bir ceketini giyecek.
Yazara EmailO.Ulagay@milliyet.com.tr