Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

İtalyan kökenli bir İsviçreli ailenin kızı iken 1950lerde İsviçrede tanıştığı dayımla evlenerek Türkiyeye yerleşen ve TC vatandaşı olan yengem Avrupaya karşı tepkili son günlerde. Türkiyeden istekleri bitmeyen Avrupa Birliğinin (AB) son kararıyla bize haksızlık ettiğini düşünüyor ve "Biz de Avrupaya yaranma sevdasından vazgeçelim artık", diyor. Ben, Türkiyenin AB ile bütünleşmenin şartlarını yerine getirmek için geçirmekte olduğu değişim ve dönüşümün bizim yaşam standardımızı yükselteceğini söyleyince de itiraz ediyor: "Değişim diyorsun ama ben bu yaştan sonra ne kadar değişebilirim, 80 yıllık Türkiye Cumhuriyeti de öyle senin umduğun kadar kolay değişemez." Ben, çok zorlukla da olsa, Türkiyenin bu değişimi ve dönüşümü başarabileceğini umduğum için yengem gibi düşünmüyorum, ancak onun (ve onun gibi düşünenlerin) tepkisini de yabana atamıyorum. Bana öyle geliyor ki AB ile ilişkilerimizin bundan sonraki aşamalarında bu tür tepkiler yaygınlaşarak sürecek ve değişime karşı direnci kırmak hiç de kolay olmayacak, bu da AB ile ilişkileri olumsuz yönde etkileyebilecek.Bu kaygıyı duymamın bir nedeni, ABnin Türkiyeye farklı muamele yapacağının artık iyice belli olması. Bu başlı başına tepki çekecek bir olgu.Kaygımın ikinci nedeni, AB tarafından önümüze konacak değişim ve dönüşüm programının birçok maddesinin, yıllar içinde bize aşılanmış olan düşünce kalıplarıyla ve davranış biçimleriyle çelişme olasılığının hayli yüksek görünmesi. Londradaki Center for European Reform (CER) adlı kuruluşun direktör yardımcısı iken yılbaşında AB Komisyonunun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehnin danışmanı olarak göreve başlayacak olan Heather Grabbenin kasımda CER tarafından yayımlanan yazısında değindiği olası gelişmeler kaygılarımı daha da artırdı. ABnin Türkiye ile tam üyelik müzakerelerine başlamasını savunan Bayan Grabbenin bu müzakere sürecinde gündeme gelebilecek sorunlara ilişkin uyarıları hayli ürkütücü geldi bana. "Müzakere" diye adlandırılan sürecin aslında eşit taraflar arasında bir müzakere değil, aday ülkenin AB müktesebatıyla uyum sağlama süreci olduğunu vurgulayan Grabbenin Türkiye - AB ilişkilerinde gündeme gelebileceğini düşündüğü gelişmelerin bazıları şunlar: AB, insan hakları ve azınlıkların hakları konusunda yeni taleplerde bulunabilir.Fransa gibi bazı AB ülkeleri Türkiyenin Ermeni soykırımı iddialarını kabul etmesini isteyebilir.Almanya ve İsveç gibi AB ülkeleri Kürtler için yeni haklar talep edebilir.AB, Türkiyenin (ve diğer yeni adayların) iç düzenine daha fazla karışmak isteyebilir.ABye kısmi egemenlik devri, ulusal hükümetin yetki alanını sınırlayabilir.AB Türkiyeyi bölgesel politikalar uygulamaya zorlayabilir.ABnin ürün ve üretim standartlarına uyum sağlamak zor olabilir.ABye uyum sağlamanın özel sektörün bazı kesimleri için çok ciddi bir ekonomik maliyeti olabilir ve bir tasfiye yaşanabilir.ABnin çevreyle, arıtmayla v.b. ilgili uyum taleplerini karşılamanın ekonomik maliyeti ağır olabilir.ABden umduğu mali desteği alabilmesi için Türkiyenin kamu yönetimi reformunu tamamlaması gerekebilir.Fransa ve Avusturyanın yanı sıra Hollanda ve Danimarka gibi AB ülkeleri de Türkiyenin tam üyeliğini referanduma sunabilir. Değişimin şartları Bu listeyi okurken, doktorun yazdığı bir ilacı almak zorunda olan hastanın, ilacın prospektüsünü okuyup yan etkilerini ve sakıncalarını öğrenince duyduğu tereddüdü duymamak olanaksız. İnsanımız, AB reçetesinin sonunda kendini iyileştireceğine ikna olup ABnin bütün bu taleplerini karşılayabilir mi? Bunun için gerekli zihinsel sıçramayı ve değişimi gerçekleştirebilir mi? Yer yer aşağılanmayı da göze alarak bu sürecin zorluklarını aşabilir mi?Şimdi gelinen noktada bu soruları sormak ve cevaplarını aramak zorundayız. oulagay@milliyet.com.tr Acı ilaç mı?