Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Geçen hafta İstanbuldaki toplantı, kongre, konferans trafiği, kentin bilinen trafik yoğunluğuyla yarışacak düzeydeydi. Gün ve saatleri çakışan toplantılar arasında seçim yapmak sorun oldu zaman zaman. Örneğin ben, İstanbul Sanayi Odasının düzenlediği 3. Sanayi Kongresi ile ARI Grubunun merkezi Londrada bulunan Center for European Reform (CER) adlı kuruluşla birlikte düzenlediği "AB Üyeliği Yolunda Türkiye" konulu konferansı izleme olanağını buldum ama BPnin Başekonomisti Prof. Peter Daviesin konferansını kaçırdım. "AB Üyeliği Yolunda Türkiye" konulu konferansta, Türkiyeden önce Avrupa Birliğine (AB) katılmış olan ülkelerin yaşadıkları zorlukları yakından bilen Heather Grabbe ve Lord Hanney gibi uzmanların ve diplomatların bize yaptıkları tavsiyeleri dinlerken, AB tam üyeliğine giden yolun ne kadar dik ve virajlı olduğunu daha da iyi anladım; bu yolda ilerleyebilmek için çok sağlam bir ulusal sinir sistemine sahip olmak gerektiğini daha iyi kavradım. İşin kötüsü bu kez tam üyelik yoluna çıkan ülke, bütün büyüklükleriyle ve tarihi mirasıyla Türkiye olunca Avrupanın önyargıları ve değerler sistemi de giriyor işin içine ve yola taş döşeyenlerin sayısı artıyor.Türkiyenin ulusal sinir sistemi böylesine zorlu bir yolculuğa dayanabilir mi, Avrupa geçmişe değil geleceğe bakarak Türkiyenin yolunu açmanın kendi yararına olduğunu idrak edebilir mi, doğrusu bilmiyorum. Ancak, değerli dostum Soli Özelin toplantıyı birlikte izlerken hatırlattığı gibi, AB bugüne dek çoğu kimsenin atamayacağını sandığı adımları birer birer attı, tek paraya geçişi ve genişleme sürecini de gerçekleştirdi; Türkiye de, özellikle son iki yılda attığı beklenmedik adımlarla bu noktaya geldi. Bunları hesaba katınca Türkiyenin AB üyleği için "neden olmasın" diye düşünmek de mümkün. Ulusal sinir sistemi Türkiye için tam üyelik yolu 17 Aralıkta açılırsa AB ile Türkiye arasında bir müzakere süreci başlayacak. Ancak konuya vakıf herkesin bildiği gibi, eşit taraflar arasında, beyaz sayfa ile başlayan bir müzakere süreci değil söz konusu olan. Türkiyenin ABnin oluşturmuş olduğu kurallar ve kurumlar manzumesine, AB müktesebatına nasıl uyum sağlayacağı tartışılacak, yıllarca sürebilecek olan bu müzakere sürecinde. Ancak ABnin kendi kimliğini oluştururken bugüne dek yeterince yol alamadığı bir alan var: dış politika ve güvenlik politikası alanı. ABDnin tek başına dünyaya hükmetmeye kalkıştığı bir ortamda ABnin bu alandaki eksikliğini gidermesi daha da büyük bir önem kazanmış bulunuyor.İşte tam bu noktada, kendini ABye kabul ettirmeye çalışan ve sonuçta tam üye olarak ABnin karar alma organlarında söz sahibi olmak isteyen Türkiyenin önünde önemli bir fırsat penceresi bulunduğu ileri sürüldü, İstanbuldaki konferansta. İngilterenin eski AB büyükelçisi, deneyimli diplomat Lord David Hannay ve CER Uzmanı Steven Evertse göre Türkiye hemen önümüzdeki dönemde, ABnın dış politika ve güvenlik politikası oluşturma çabalarına katkıda bulunmaya başlayabilir. Steven Everts, ABnin dış politika oluşturma çabasında öncelikle Ortadoğu politikasının önem kazanacağını vurguladı ve Türkiyenin bu konuda çok ABye önemli katkılarda bulunabileceğini söyledi. Dış politika kozu Steven Evertsın bu önerisinin hayata geçirilme şansını konferans sonrasında Lord Hanneya sordum. ABnin kendi dış politikasını ve güvenlik politikasını belirleme çabasının öncelik alması için öncelikle AB - ABD ilişkilerinin daha uyumlu hale geldiği bir ortama ihtiyaç bulunduğunu kaydeden deneyimli diplomata göre transatlantik ilişkilerde düzelme sağlandığı takdirde ABnin bu yöndeki çabası yoğunlaşacak ve Türkiye için de önemli bir fırsat penceresi açılmış olacak.Türkiye bu fırsatı iyi kullanabilirse hem ABnin politika oluşturma sürecine fiilen katkıda bulunarak onların gözünde farklı bir önem kazanmış olacak, hem de içerde "Biz dış kapının mandalıyız, AB bizi işine karıştırmaz" söylemini sürdürenlere karşı bir koz elde etmiş olacak. Bush giderse... George W. Bush, 72 yıldan bu yana başkanlık döneminde ABDdeki toplam istihdamı gerileten ilk başkan olarak tarihe geçecek. Bushun başkanlık döneminde ABDde tarım dışı toplam istihdam 821 bin azalmış, özel sektördeki istihdam kaybı ise bunun iki katını bulmuş.Yani kamu harcamalarının bol keseden artırıldığı bu dönemde kamu kesiminde yaratılan ek istihdam toplamdaki açığı kapatmaya yetmemiş. 1949dan bu yana özel sektörde yeterli istihdam yaratamayan başkanın kendisi ya da partisi seçimi kaybetmiş. Bunun son örneği 1992de şimdiki Başkan Bushun babası G.H.V. Bushun Clintona karşı seçimi kaybetmesiyle yaşanmış.G.W. Bushun hemen her alanda fiyaskolarla dolu olan icraatının bir seçim yenilgisiyle sonuçlanıp sonuçlanmayacağını 15 gün sonra öğreneceğiz. Bushun kamu harcamalarını artırarak, piyasaya sürekli para pompalayarak ve cömert vergi indirimleri sağlayarak artırmaya çalıştığı istihdamı artırmanın yeni başkan için de kolay olmayacağı ortada. Özellikle imalat sanayiindeki istihdam kayıplarını tersine çevirmenin çok zor olacağı anlaşılıyor. İstihdam fiyaskosu Bushu götürür mü? Toplam istihdam Özel sek. istihdamı49-52 Truman 10.4 9.853-57 Eisenhower 4.9 4.157-60 Eisenhower 2.5 1.061-64 Kennedy-Johnson 9.7 8.965-68 Johnson 14.9 13.669-72 Nixon 7.0 6.173-76 Nixon-Ford 5.6 4.877-80 Carter 11.8 12.681-84 Reagan 4.7 5.985-88 Reagan 10.0 10.489-92 G.H.W.Bush 1.6 0.893-96 Clinton 9.6 10.997-00 Clinton 9.0 9.601-04 G.W.Bush -0.8 -1.5 oulagay@milliyet.com.tr ABD başkanlarının istihdam karnesi (%)