Depremin faturası ortaya çıktıkça sivil otorite daha da zorlanabilirTürkiye'yi temellerinden sarsan deprem yaşamın dehşetiyle yüzleştirdi bizi. Yaşanan felaketin korkunç boyutları 47 saniye gibi bir sürede ne kadar çok şeyin ne kadar çarpıcı biçimde değişebileceğini gösterdi. Yüzlerce yapının yerle bir olması, binbir emekle örülü binlerce hayatın sönmesi için 47 saniye yetti. Belki de en çarpıcı olan şey, milyonlarca yıllık bir fay hattında (depreme yol açan Kuzey Anadolu fay hattının 11 ila 13 milyon yıllık olduğu söyleniyor) yıllar içinde oluşan bir birikimin 47 saniyede açığa çıkması ve karşısına çıkan her şeyi korkunç bir imtihana(sınava) çekmesiydi. Doğanın kendisi kadar, üzerinde tutunmaya çalışan her şey bu korkunç sınavı yaşadı, yaşıyor. Dehşet anını oluşturan 47 saniyenin etkilerini günlerce, aylarca, belki de yıllarca atamayacağız üzerimizden.
Bu dehşetli sınavın bu ülkede, bu topraklarda yaşanması ne anlama geliyor? Dünyanın en nadide toprak parçalarından birinde yaşamanın fazladan bir bedeli mi var acaba? Milyonlarca yıllık kırılgan fay hatlarının üzerinde yaşamamız ne söylüyor bize? Binlerce yıl içinde sayısız uygarlıklara beşiklik etmiş olan bu topraklarda yaşamak için tutturulması gereken bir uygarlık düzeyi, bir bilinç düzeyi mi var? Bu topraklarda yaşama şansını elde etmiş olmamız bu topraklarda tutunabilmek için gerekli donanıma sahip olduğumuzu gösteriyor mu?
Boğazdaki cinayetÖnceki akşam İstinye ile Emirgan arasındaki burunda, hemen sahildeki bir bankta tek başıma bunları düşünürken boğazın karşı kıyısındaki tüyler ürpertici yapılaşmaya takılıyor gözüm. Beykoz sırtlarında, Çubuklu'nun ardındaki tepelerde, tam karşıda Kanlıca'da, biraz daha ilerde Göksu ve Küçüksu derelerinin arkasındaki tepelerde içice geçmiş beton bloklar. Sözde koruma altındaki bir bölgede, çivi çakmanın izne tabi olduğu öngörünüm alanında dikilmiş yüzlerce beton blok ve villa. Türkiye'nin en büyük kentinde, bir pırlanta gibi korunması gereken İstanbul boğazında bu facianın yaşanabilmiş olması uygarlık düzeyimiz hakkında çok şey anlatıyor mu?
Ciddi bir deprem tehdidi altında bulunduğunu artık herkesin bilmesi gereken İstanbul'un en güzel yeşillerini betona dönüştüren bu yapıların kaçı depreme dayanır bilmiyorum ama sorun bundan ibaret değil. Sorun, müteahhidinden ona göz yuman yetkililere kadar bu cinayeti işleyen bir dizi insanın; doğaya karşı, yasaya karşı, estetiğe karşı böylesine pervasiz davranabilen bir dizi insanın bizim insanımız olması, bu yapıların oluşumuna olanak veren anlayışın bizim uygarlık düzeyimizin bir yansıması olması. İzmit depreminin akıllara durgunluk veren zayiat tablosu da ne yazık ki bu uygarlık düzeyinin bir yansıması.
Dayanışma var ama...Depremin ortaya çıkardığı dehşet tablosu gözler önüne serilince, depremzedelere yardım etmek için Türkiye'nin dört bir yanından binlerce insan gönüllü olarak seferber oldu. Her kesimden, çok farklı gelir düzeylerindeki binlerce kişi kendi olanaklarının elverdiği ölçüde yardımda bulunmak için çaba harcıyor. Göz yaşartıcı bir çaba, benzeri zor bulunur bir dayanışma söz konusu.
Dış dünyanın sağladığı destek ve yardım da önemli boyutlarda. Herkes kendi uzmanlık becerilerini ortaya koyarak bu dehşet tablosu içinde umut tanecikleri yaratmaya çabalıyor.
Türkiye içinden ve dışından gelen bu gönüllü çabalar aslında hatırı sayılır bir bilgi, uzmanlık, deneyim ve maddi kaynak birikimini temsel ediyor. Ancak bu birikimden en iyi biçimde yararlanabilmek için bu katkıların yönlendirilmesi ve koordine edilmesi gerekiyor. Bu noktada ise korkunç bir zaaf içinde olduğumuz ortaya çıkıyor. Her şeyi devletten bekleme geleneğimiz sivil toplum kuruluşlarının gelişmesini geciktirdi, devlet aygıtı ise politikadaki yozlaşmanın kurbanı oldu. Sonuçta bugün gönüllü çabaları koordine edecek bir merci yok orta yerde. Enkazın ürpertici boyutları ortaya çıktıkça bu eksiklik daha fena hissettiriyor kendini ve ister istemez bu koordinasyonu sağlayacak bir seçenek arayışı gündeme geliyor.
Muhakeme açığıDuygusal tepkileri güçlü olan bir toplumuz ama aklımızı kullanma ve analiz yapma, muhakeme yapma alışkanlığımız ne yazık ki fevkalade azgelişmiş. En basit olayda bile aklımızı ve bilgimizi kullanarak kendi değerlendirmemizi yapacağımıza, birilerinin bizim yerimize bunu yapmasını ve bize talimat vermesini bekliyoruz. Kandilli Rasathanesi Müdürü Ahmet Mete Işıkara'nın bu nedenle içine düştüğü durum çok ilginçti. Adamcağız çeşitli olasılıkları ortaya koyarak karşılaşabileceğimiz tehlikeleri anlatmaya çalışıyor, başta TV sunucuları olmak üzere muhatapları ise ona, "evinizde kalın" ya da "evinizde kalmayın" talimatını verdirmeye uğraşıyordu.
Sonunda istenen oldu; İzmit depremine yol açan fay hattı dışındaki bir fay hattı üzerinde anormal yer hareketleri saptayan Sayın Işıkara, bunları yorumlamakta zorluk çekince, deprem bölgesindeki vatandaşlara, "bu akşamı evde geçirmeyin", demek zorunda hissetti kendini ve millet derhal kendini sokaklara, parklara attı. Beklenen talimat nihayet gelmiş ve hemen uygulanmıştı. Ancak o gece yeni bir deprem olmayınca bu kez çoğu kimse Işıkara'yı suçlamaya başladı. İddiaya göre halk gereksiz yere paniğe sürüklenmişti.
Bu tepkiyi gösterenler beş dakikalarını ayırıp Sayın Işıkara'nın bu uyarıyı hangi nedenle ve hangi koşullar altında yaptığını düşünselerdi her halde ona hak verirlerdi ama çoğu kimse bunu bile yapmayacak kadar muhakeme tembeliydi.
Otorite arayışıMuhakeme yeteneğini kullanmasını pek sevmeyen toplumumuzda söylentilere itibar etme, mucize çözümlere umut bağlama ve sonra düş kırıklığına uğrama ve sonunda bir otoriteye sığınma eğilimi hayli fazla. Son deprem sonrasında kötü bir sınav veren sivil otoritenin, depremin korkunç insani faturası ve ekonomiye maliyeti tüm boyutlarıyla ortaya çıktıkça daha da zorlanacağı düşünülebilir. Bu ortanda doğabilecek bir otorite boşluğu farklı depremlere yol açabilir, Türkiye'nin depremle imtihanı yeni boyutlar kazanabilir.
Banka sisteminde zayıf faylar var
Yaşadığımız deprem felaketi, depremle ilgili bilgi dağarcığımızı tazelememize olanak verdi. Uzmanların söylediklerinden anlayabildiğim kadarıyla, aşağı yukarı nerelerde ne tür depremler yaşanacağını saptamak mümkün ama bunun ne zaman olacağını önceden kestirmek olanaksız, mevcut teknolojiyle.
Toplumda ve ekonomide fay kırılmalarına ve krizlere yol açan olaylar da aslında, depremler gibi, yıllar içinde oluşmuş birikimlerin, "fay yapılarının" sonucu. Bu birikimleri, sistemin "faylarındaki" gelişmeleri izleyebilirseniz sonuçta bir deprem olup olmayacağı konusunda bir fikir yürütme şansına sahip olabilirsiniz.
Örneğin Asya krizi sonrasında Rusya'nın da krize sürüklenebileceği ve bunun bize de yansıyacağı 1998 başından itibaren görülebiliyordu ama Türkiye'de ekonomiden sorumlu kişiler, "bize bir şey olmaz, kriz bizi etkilemez", demeye devam ediyordu. Krizin bize de etkileyebileceğini söyleyenlere ise "karamsar" ve "kara gözlüklü" gibi sıfatlar yakıştırılıyordu.
Şimdi bir kez daha böyle iltifatlara mazhar olma şerefini göze alarak, aslında herkesin bildiği bir sırrı ifşa edeceğim. Banka sistemimizde de "kırılgan faylar" var. Bunların bazıları orta şiddetteki depremlerle açığa çıktı ama sistemdeki "kırılgan faylar" bunlardan ibaret değil.
Sorunun çözümü için çok kaba bir tahminle 6 ila 8 milyar dolarlık bir kaynağa ihtiyaç olduğu ve iyi düşünülmüş, çok boyutlu bir çözümün ortaya konması gerektiği belirtiliyor. Bu arada yeni bankalar kanununa göre kurulması gerekli olan kurulun da eylül ayı içinde oluşturulması ve göreve başlaması gündemde. Bu konuda bir çözüm üretmek için daha ne kadar beklenebilir bilemem ama deneyimli bazı bankacılar ertelemenin sınırlarına yaklaşıldığını söylüyorlar. Dileğimiz kapsamlı bir çözümün fatura daha da büyümeden ortaya konması.
Yazara E-Posta: oulagay@milliyet.com.tr