Soğuk Savaş sona ereli yıllar oldu. Soğuk Savaş'ın Sovyetler Birliği'nin havlu atmasıyla sonuçlanması üzerine "tarihin bittiğini" açıklayanlar, kapitalizmin ve özgürlükçü demokrasinin tarihsel zaferini ilan edenler oldu. Kapitalizmle birlikte demokrasinin de küresel boyutta yaygınlaşacağı ve çerçevesini Batı'nın belirleyeceği bir "yeni dünya düzeni"nin kurulacağı varsayıldı. Bu varsayımdan yola çıkarak küreselleşmenin, Batı'nın küresel hâkimiyetini sürdürmek için geliştirdiği yeni bir yöntem olduğu savunuldu, emperyalizmin ve "Batılılaştırma"nın yeni biçimi olduğu ileri sürüldü. Türkiye Cumhuriyeti'nin 2. Cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü, tarihe mal olacak laflarından birini, 1963 yılında ABD Başkanı Johnson'un ünlü uyarı mektubunu cevaplarken etmiş, "Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de o dünyada yerini alır" demişti. O dönemde Başbakan olan İnönü, kendisine bir mektup yazarak Türkiye'nin ABD'den aldığı silahları Kıbrıs'ta kullanamayacağını bildiren ABD Başkanı'na, "Soğuk Savaş"ın kızışarak sürmekte olduğu bir dünyada Türkiye'nin seçeneksiz olmadığını hatırlatmak istemişti. Bugün, tüm bu değerlendirmelerin sorgulanabileceği bir noktadayız. Kapitalizm, teknolojideki atılımın sağladığı olanakların da yardımıyla, gerçekten küresel bir sisteme dönüşme yolunda, ama bu sürecin Batı'nın küresel hegemonyasını güçlendirdiğini söylemek o kadar kolay değil. Tam tersine, bu süreçte Batı'nın küresel düzeni tek başına yönlendirmesini zorlaştıracak yeni güçlerin sahneye çıkmaya başladığını görüyoruz. Batı'nın kendi tetiklediği sürecin, sonunda Batı'yı küresel düzenin tek belirleyicisi olmaktan çıkaracağı izlenimi giderek güçleniyor. Bütün bu gelişmeler, İsmet İnönü'nün "Soğuk Savaş" ortamında söylediği "yeni bir dünya kurulur" sözünün şimdi çok daha kapsamlı bir içerik kazandığını gösteriyor. Bizim bu dizide öne çıkardığımız değerlendirmeler, dünya düzeninde taşların yerinden oynadığını ve çalkantılı, hatta çatışmalı geçebilecek bir sürecin başında bulunduğumuzu düşündürüyor. Bu noktada hemen şu soru geliyor akla: Bu süreç 200 yıldan beri Batı'yı kendisine referans noktası olarak almış olan Türkiye'yi nasıl etkileyecek? Yeni güçler sahnede Uluslararası karşılaştırmalarda öncelikle ülkelerin nüfus yapısı, ekonomilerinin büyüklüğü ve gelişme potansiyeli, doğal kaynak zenginlikleri ve jeostratejik konumları dikkate alınıyor, ama bütün bunların ötesinde bu ülkelerin gerçek performansını etkileyecek faktör insan sermayesi ve yönetim kapasitesi. Dünya Ekonomik Forumu'nun Hindistan, Çin ve Rusya için geliştirdiği gelecek senaryolarında da, söz konusu ülkelerin nasıl gelişeceklerini belirleyecek en önemli değişkenin, bu ülkeleri yönetecek kadroların kapasitesi ve davranış biçimi olduğu vurgulanıyor. Türkiye'nin kurulmakta olan yeni dünyadaki şansını da bu çerçeve içinde değerlendirmek gerekiyor. Türkiye aslında dünyadaki bu güç kaymasından kazançlı çıkma potansiyeline sahip olan bir ülke. Çeşitli kuruluşların yaptığı 2025-2050 projeksiyonlarında da Türkiye'ye hep dikkate alınması gereken ve yükselme şansı olan ülkeler arasında yer veriliyor. Türkiye'nin Çin, Güney Kore ve Meksika ile birlikte, IMF'de oy hakkının artırılması istenen dört ülke arasında yer alması da önemli. Türkiye'nin durumu Önümüzdeki 30-40 yılda dünyada gerçekten önemli bir güç kayması olayı yaşanacaksa ve bu süreçte Batı dünyası ile Doğu dünyası arasında sürtüşmelere de yol açabilecek yeni bir ilişki biçimi gelişecekse Batı ile Doğu arasındaki fay hattında bulunan Türkiye'nin bu zor süreci yönetecek bir yönetim kapasitesine fena halde ihtiyacı olacak. Bizim analistlerimizin de değişen koşulları değerlendiren analizler yapması gerekecek. Dünyanın geleceğine damga vuracak yeni çözümlerin, yeni sentezlerin belki de Batı'da değil Doğu'da üretileceğini düşünerek Doğu'daki gelişmeleri çok daha yakından izlememiz zorunlu hale gelecek.Bunları söylerken önümüzdeki dönemde Batı'nın derhal teslim bayrağını çekeceğini ve geleceğin mutlaka Doğu'da belirleneceğini iddia etmiyorum. Batı'nın muazzam bir birikimi ve zengin bir insan malzemesi var. Batılı şirketler dünya ekonomisinin en etkili oyuncuları. Türkiye de, Avrupa Birliği içinde kendine yer bulabilirse bu birikimden yararlanma şansını artırabilir. Bizim için önemli olan, Batı'nın artık rakipsiz olmadığını kavramak ve ona göre davranmak. Dünya yeniden kurulurken şansımızı en iyi şekilde ancak böyle kullanabiliriz.Bunun ötesinde Türkiye'nin önüne çıkan ekonomik fırsatları en iyi biçimde değerlendirebilmek için insan sermayesinin kalitesini yükseltmesi ve firmaların verimli çalışarak küresel rekabet gücü kazanacağı ortamı yaratması da çok önemli. Bu açıdan Asya ülkelerinin çok gerisinde kalan ve Asya ile yaptığı ticarette büyük açıklar vermeye başlayan Türkiye'nin ekonomideki potansiyelini mutlaka daha iyi kullanması gerekiyor. Fay hattında mıyız? Başta Çin olmak üzere Asya ülkelerinden gelen ürünlerin rekabetini, otomobilden oyuncağa hemen her alanda yoğun biçimde hissediyoruz. Türkiye'nin enerji ithalatında aslan payına sahip olan Rusya ve Orta Asya ülkelerini de hesaba kattığımızda, dış ticaret açığımızın çok büyük bölümünün Asya'dan kaynaklandığını görüyoruz. Avrupa ve ABD'nin dış açıktaki payı ise giderek küçülüyor. Batı'nın payı küçülüyor Türkiye'nin bugünkü tablosuna bakıp iyimser olmak ve "Türkiye sahip olduğu bu potansiyeli mutlaka kullanır" demek pek kolay değil. Türkiye'nin bu noktada öne çıkan dört dezavantajı var: Birincisi, siyasetin nitelikli kadroları kendine çekecek bir yapıya kavuşturulamaması. İkincisi, olaylara Batı'nın gözlüğüyle bakmaya çok fazla koşullanmış olmamız.Üçüncüsü, kendi analizimizi yapmadan, birilerinin empoze ettiği hazır çözümlere çok fazla bel bağlamamız; özgün çözümler üretemememiz.Dördüncüsü, iç hesaplaşmaları aşıp genel kabul gören bir ulusal strateji ortaya koymakta yetersiz kalmamız. Türkiye'nin dezavantajları Demografik avantajı, genç nüfusuEkonomisinin büyüklüğüEkonomisinin gelişme potansiyeliJeostratejik konumuEnerji haritasındaki yeriLaik - Müslüman ülke olmasıGüçlü ordusuGirişimci sınıfıTarihsel mirasıElverişli iklimiÇekim alanı olma potansiyeli Türkiye'nin kozları 2050'de hangi ülke nerede olacak? Dünyanın nereye doğru gittiğini araştırma gereği duyup gelecek senaryoları üreten kuruluşlar arasında küresel pazarda iş yapan, büyük şirketlerin özel bir yeri var. Onlar yalnızca yarın olacakları tahmin etmek için değil, bugün olan bitenleri açıklayabilmek için de dünyanın nereye doğru gittiğini kestirmeye çalışıyorlar.Bu tür çalışmalarda en çok kullanılan yöntemlerden biri, önümüzdeki 30-40 yılda gelişme ve küresel dengeleri etkileme potansiyeli yüksek olan ülkeleri belirleyip onların nasıl gelişeceği ve Batı ülkelerini ne zaman yakalayacağı konusunda tahminler yapmak.Örneğin PriceWaterhouse Coopers (PWC) adlı ünlü danışmanlık firması tarafından gerçekleştirilen The World in 2050 (2050 Yılında Dünya) adlı araştırmaya göre satın alma gücü paritesiyle (SGP) 2050 yılında: Çin'in ekonomik büyüklüğü ABD'ninkini yüzde 43 geçecek.Hindistan'ın ekonomik büyüklüğü ABD'ninkini yakalayacak.Brezilya'nın ekonomik büyüklüğü Japonya'nınkini geçecek.Meksika'nın ekonomik büyüklüğü Almanya'nınkini geçecek.Rusya'nın ekonomik büyüklüğü Fransa'nınkini geçecek.Türkiye'nin ekonomik büyüklüğü İtalya'nınkini yakalayacak. Türkiye, bu tür çalışmalarda, en fazla dikkate alınan ülkelerden biri. Gelişme potansiyeli yüksek olan önemli ülkeler arasında Türkiye'nin adı mutlaka geçiyor ve gelecek senaryolarında Türkiye'ye yer veriliyor. Kişi başına 36 bin dolar ne zaman? PWC'nin, sonuçları 2006 Mart'ında açıklanan "2050 Yılında Dünya" araştırmasına göre Türkiye, Hindistan, Çin ve Endonezya'dan sonra, 2005-2050 yılları arasında ekonomisi en hızlı büyüyecek olan ülke.Dünyanın en önemli 17 ülkesini kapsayan PWC araştırmasına göre Türkiye'nin GSYİH'si 2005-2050 döneminde cari kurlarla yılda ortalama yüzde 5.6, satın alma gücü paritesine (SGP) göre yılda ortalama yüzde 4.2 büyüyecek. SGP ile yapılan hesaplamaya göre Türkiye'nin kişi başına GSYİH rakamı da 45 yıl boyunca ortalama olarak yüzde 3.4 artacak ve kişi başına GSYİH rakamımız 2050'te 35 bin 861 dolara erişecek. SGP hesabıyla Çin'in rakamı da 2050'de 35 bin 851 dolara yükselmiş olacak. Hesap cari kurlarla yapıldığında ise Türkiye'nin rakamı değişmeyecek, Çin'in rakamını 12 bin dolar geçecek.Ekonominin toplam büyüklüğünü ölçen GSYİH toplamında ise Türkiye'nin Kanada, İspanya ve Güney Kore gibi bugün farklı biçimde önünde olan ülkeleri geçmesi ve İtalya'yı yakalaması bekleniyor. PWC'nin Türkiye ile ilgili öngörüsü hayli iyimser. Türkiye'nin Hindistan, Meksika ve Brezilya gibi ülkelerle birlikte, çalışma çağındaki nüfusun en çok artacağı ülkelerden biri olması bu iyimserliğin temel nedenlerinden birini oluşturuyor. 2050'de Türkiye Goldman Sachs'ın (GS) "How solid are the BRICS?" adıyla 1 Aralık 2005'te yayımlanan araştırmasında ise daha önceki araştırmada dikkate alınan ve "BRIC" ülkeleri diye adlandırılan Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin'in yanı sıra, Türkiye'nin de aralarında bulunduğu 11 ülke daha geleceğe damga vuracak ülke olarak değerlendirilmiş ve bu ülkeler için de 2050'ye kadar uzanan öngörüler yapılmış. GS, Türkiye'nin geleceği konusunda PWC kadar iyimser değil. Cari kurları kullanan GS'ye göre Türkiye'in ortalama GSYİH büyüme hızı 2005-2010 döneminde yüzde 4.6'dan 2045-2050 döneminde yüzde 3.1'e kadar düşecek ve 2050'deki kişi başına GSYİH'miz 31.880 dolar olacak. Bu rakam İran (25 bin 101 dolar), Mısır (19 bin 837 dolar), Hindistan (17 bin 11 dolar) ve Filipinler (16 bin 752 dolar) gibi ülkelerin önünde, ama 2050'de 34 bin 105 dolarlık bir rakama erişmesi öngörülen Çin'in gerisinde kalıyor. 2050 için farklı bir tahmin Bu sayısal değerleri kullanırken bunların belli varsayımlar yapılarak elde edilen tahminler olduğunu unutmamak gerekiyor. Bu sayılar orta ve uzun vadeli bir gelişme trendini ortaya koydukları oranda önemli. Farklı kuruluşların yaptıkları tahminler arasında sayısal olarak farklılıklar bulunmakla birlikte bir noktada birleştikleri görülüyor: Önümüzdeki 30-40 yıl içinde dünya ekonomisinde önemli bir güç kaymasının gerçekleşmesi bekleniyor ve Türkiye de güç kazanması beklenen ülkeler arasında yer alıyor.Küreselleşmenin tetiklediği büyük dönüşüm süreci Türkiye için de yeni fırsatlar yaratıyor ancak fırsatları iyi değerlendiremeyen ülkelerin bu çalkantılı süreçte önemli tehditlerle karşılaşabileceğini de unutmamak gerekiyor. Öngörülerdeki ortak nokta Dünyada büyüme ve kaygılar Bunun başlıca nedeni, son dönemde ekonomide gözlenen büyümenin ciddi dengesizlikler yaratan gelişmelerle birlikte ortaya çıkmış olması ve bu nedenle de sürdürülemez nitelikte görülmesi.Denge kavramı ekonomi literatürüne damga vuran bir kavram olduğu için, temel dengelerin bozulduğu durumlarda ekonomistlerin alışılagelmiş tepkisi, bu bozulan dengelerin eninde yeniden kurulacağını varsaymak oluyor. Bu dengelerin yeniden kurulmasının kolay ve bedelsiz olmayacağının düşünülmesi ise kaygıları artırıyor. Ekonomisi hızlı büyüyen bir ülkede insanların bundan yakınması, ekonomi daha hızlı büyüdükçe bundan kaygı duyanların sayısının artması pek alışılmış bir olgu değil. Buna karşın son zamanlarda bu olguyla karşılaştığımız da bir gerçek. Yalnızca Türkiye'de değil dünyada da, ekonomideki gelişmeleri derinlemesine irdeleyen kesimde, adeta büyümenin hızlanmasıyla birlikte yükselen bir tedirginlik havası seziliyor. Uluslararası Para Fonu (IMF)'nin, Singapur'daki yıllık toplantı öncesinde yaptığı son değerlendirmelerde de tam bu tavrın sergilendiğini görüyoruz. IMF, bir yandan dünya ekonomisinde son 40 yılın en parlak performansının sergilendiğini, ekonomik büyümenin hemen her yerde arttığını belirtiyor; diğer yandan da "Bu tabloya bakıp her şey yolunda sanmayın, bu tabloyu bozabilecek çok ciddi riskler de var" uyarısını yapmak gereğini duyuyor.IMF'yi de kaygılandıran olasılıklar arasında öne çıkanlar şunlar: ABD konut piyasasındaki çöküşün ABD ekonomisinde bir daralmaya yol açmasıBuna karşın enflasyonist baskının artması ABD'nin büyük dış açığı nedeniyle ABD doları üzerindeki baskının artmasıHer ki nedenle ABD'nin yeniden faiz artırmak zorunda kalmasıTürkiye gibi 'Yükselen Pazar'(YP) ülkelerine para akışının tersine dönmesiÖzellikle dış açık sorunu olan YP ülkelerinin bundan zarar görmesiDünyada, ABD'deki olası yavaşlamayı telafi edecek bir talep artışının yaratılamamasıBunun bir domino efekti yaratarak dünya ekonomisinde ciddi bir yavaşlamaya neden olmasıUluslararası finans sisteminin bu süreçte yara alması IMF ne diyor? Son 10 yılda geliştirilen mali araçlarla eskisinden çok daha karmaşık bir yapı kazanan uluslararası mali piyasaların, son yıllarda gözlenen likidite bolluğunun bitmesi ve dünya ekonomisindeki büyümenin düşmesi halinde buna nasıl tepki vereceği tam olarak bilinemiyor. IMF 1. Başkan Yardımcısı John Lipsky, 7 eylülde Vietnam'da yaptığı bir konuşmada, 1990'lardan bu yana üç kat büyüyerek 75 trilyon dolarlık bir hacme ulaşan uluslararası finansal varlıkların önümüzdeki dönemde nasıl yön değiştireceğinin bilinmediğini ve bunun ciddi bir risk oluşturabileceğini söyledi.Öte yandan ABD Merkez Bankası Başkanı Ben Bernanke'nin de vurguladığı gibi, küresel ekonomideki büyümenin yararlarından ancak sınırlı bir kesimin yararlanmasının da yeni riskler yaratmasından korkuluyor. 75 trilyon dolar BİTTİ oulagay@milliyet.com.tr