Ahmet Hakan, ‘Çok Üzülürüm’ diye yaptığı listeye “Nusret Amerika’da tutarsa” maddesini de eklemiş. Nusret’in haline ve tavrına kıl olmak ayrı şey ki, bu konuda ben de Ahmet Hakan’dan farklı düşünmüyorum. Ancak Nusret’e kıl olmak, New York’ta Türkiye’ye ait bir markanın başarısız olmasını istememi gerektirmiyor. Bugün New York’un en iyi et restoranları arasında Arjantin ve Kore markaları var.
Neden Türkiye’den de bir isim bilinir olmasın? Hani Kemal Kılıçdaroğlu bir vatandaşa, “Git kendini Saray’ın önünde yak” dediği zaman, haklı olarak eleştirmişti ya Ahmet, kurduğu cümle de eleştirdiği cümle kadar talihsiz oldu...
Çocuk ateşi ve acil servisler...
Meğer, Sağlık Bakanlığı acil servislerde yaşanan soruna el atmak için Hürriyet’in haber yapmasını bekliyormuş. Meğer, o haber yapılınca bürokratlar nefes almadan çalışıp hemen kapsamlı bir genelge hazırlamış. Karar vericiler de genelgeyi hemen imzalamış ve aynı anda tüm Türkiye’ye yollamış.
Oysa bir arama motoruna, acil servis ve Sağlık Bakanlığı diye yazınca, bu konuda uzun zamandır uğraşıldığına dair yüzlerce haber buluyorsunuz zaten. Arkadaşlar keşke böbürlenmek yerine, en azından çocuk hastalar için belirsizlikleri ortadan kaldıracak
Seren Serengil’in üç günlük hapishane macerası başladı, başlayacak, başlayamadı diye geçti pazartesi günü... Her yerde haber, canlı yayın, falan filan...
Bir Gülben Ergen’in avukatı açıklama yapıyor, bir Seren Serengil’in avukatı. Millet de tenis maçı gibi seyrediyor. Başka bir ülkeden gelen birisi ekrana ve internet sayfalarına baksa, demokrasi savaşçısı veya insan hakları savunucusu hapse gidiyor zanneder. Oysa kadınlardan birinin zengin sevgilisinin, diğeri tarafından baştan çıkarıldığı iddiasıyla başlayan bir kavganın, yıllar sonra canlanmış hali izlediğimiz.
Mahalle kavgasından hallice değil aslında ama işin içine yasalar, avukatlar falan girdiği için daha havalı gözüküyor. Üç gün hapis yatacak Serengil, eminim 33 gün anlatacaktır yaşadıklarını...
Ona kızmıyorum, bu medya kafası, üç günlük cezaevinin yazı dizisini de yaptırır kadına...
Taraflardan biri, ‘Hukuk yoluyla haklılığım anlaşıldı’ der, diğeri ‘Hapislere düştüm, mağdurum’ der, yüzlerce kez daha haber olurlar ve isimlerini parlatır, daha çok ilgi çekerler. Bu kavganın tek kaybedeni var, o da biziz aslında...
Bu ülkede Seren Serengil ya da Gülben Ergen’in adları şiirimizin yaşayan en kıymetli isimlerinden biri Ahmet
Türk askeri ile ABD askeri sahada karşı karşıya gelir mi sorusu çok soruluyor bu aralar.
Geçmişte benzer durumlar yaşandığı için en azından birini yazmakta sakınca yok. Birinci Körfez Savaşı’ndan sonra ABD’liler, Kuzey Irak, Zaho’da bir üs kurarlar.
Buradan kalkan helikopterlerin, geceleri, Metina ve Cudi bölgelerinde PKK’ya yardım malzemesi attığını tespit eder sahadaki Özel Kuvvetler mensupları.
Alay Komutanı Mithat Işık emir verir ve terör örgütüne yardım malzemesi götüren ABD helikopter-lerine,Kuzey Irak, Darkaracan bölgesinde taciz ateşi açılır.
Üst üste bir kaç gece taciz edilen ABD helikopterleri çareyi geceleri İncirlik Üssü’ne gitmekte bulur, Zaho’ya gündüz dönerler ama herkesin göreceği saatlerde de PKK’ya yardım atamazlar.
Bugün ABD’nin PKK’ya verdiği desteğe şaşıranlar, 90’lı yıllara dönüp baktıklarında aynı çirkinliğin daha mahcup hallerini görecekler.
ZEYTİN DALI OPERASYONU GÖZDEN KAÇANLAR...
ABD, “Afrin operasyon alanımız değil, Suriye Demokratik Güçleri orada bulunmuyor” dedi ya, PKK, Zeytin Dalı harekatına dair propaganda mesajlarında kendisini Suriye Demokratik Güçleri olarak tanımlamaya başladı. ABD elbette görmezden geliyor bu tanımlamayı.
Gülben Ergen-Seren Serengil kavgası tahminen binlerce kez haber oldu.
Bugün Türkiye’de yaklaşık 25 milyon bireysel silah var ve bunların yüzde 85’i ruhsatsız, bu bilgi yüz kere bile haber olamadı.
Amca-yeğen ilişkisine dair iddialar nedeniyle Murat Başoğlu’nun “Benim ölmemi istediler” sözü arama motorlarında yüzlerce sayfada karşımıza çıkıyor.
Her sene 4 bin 500 kişi bireysel silahlarla işlenen suçlarda can veriyor, bu bilgi arama motorlarında onlarca sayfa bile yer bulamamış.
Gülben Ergen’in “Arabamı bıçakladılar” açıklaması televizyon, radyo, gazete ve internet ortamında çok konuşulmuş. Haberlerin altına bir sürü yorum da yapılmış.
Bireysel silahların yüzde 80’inini ateşlilerin oluşturması, bıçak vs gibi kesici aletlerin yüzde 20 civarında kalması hiç ilgisini çekmemiş televizyon kanallarının. İnternet sitelerinde altına yorum da yapılmamış.
’Survivor’ ünlüsü Ezgi Avcı’nın Çeşme sahillerindeki bikinili pozları, en fazla edinilen bireysel silahın av tüfeği olmasından çok daha fazla sütun-santim kaplamış gazetelerimizde...
Dün sabah bir basın bülteni geldi, ateşli silah haberleri yüzde 25 arttı diye.
Bu ülke, askerden kaçmak için sahte sağlık raporu alıp, bu yüzden ceza alan ve sonra Ahmet Kaya’ya saldırarak milliyetçilik konusunda kendisini temize çekmeye çalışan şarkıcılar gördü. Sanat ve savaş kelimeleri aynı cümle içinde geçtiğinde herkesin bir kaşı kalkar ama sizi 20 Temmuz 1974 gecesine götüreyim:
ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın, Kıbrıs Özel Temsilcisi Joseph Sisco, saatlerce uğraşmasına rağmen Başbakan Bülent Ecevit’i askeri harekâttan vazgeçiremediğini fark eder. Şansını bir de Ecevit’in şiir tutkusundan yana denemeye karar verir ve der ki: “Sayın Başbakan siz aynı zamanda bir şairsiniz, müdahale kararı verdiğinizde insanlar ölecek, bu sizin şair yanınızla çelişmeyecek mi?”
Ecevit hiç duraksamadan cevabı verir: “Eğer müdahale etmezsek ileride çok daha kanlı olaylar yaşanacak, daha fazla insan ölecek, o yüzden verdiğim kararın şairliğimle çelişen bir yanı yok.”
Çok uzatmayacağım, o gece ABD temsilcisi daha gitmeden uçaklar motor çalıştırır ve ardı ardına pistte sıralanmaya başlar. Hareketliliği fark eden Sisco, “Ben boşuna mı konuşuyorum yoksa?” diye sorar, uçakların kalkmak üzere olduğunu öğrenince de Ankara’yı terk eder.
Bülent Ecevit’in şiirini beğenen vardır,
- Bak kardeşim, emperyalizm kimseye kaşının gözünün hatırına devlet kurmaz, otonomi kazandırmaz. Bugün “tarihsel hakkımızı verecekler” falan diye düşünüyorsan yanılıyorsun. ABD, kanını sadece bugün değil her zaman kullanabilmek için ağzına bir parmak bal çalıyor işte.
- Bak kardeşim, ABD, Vietnam’dan Kore’ye, Afganistan’dan Irak’a gittiği her yerden kaçarak ayrıldı. Bu coğrafyayı başka bir yere taşıyamayacağına ve nükleer savaş başlatma olasılığı da olmadığına göre bu coğrafyadan da gidecek sonunda. Bugün kazandığını sandığın şey aslında o zaman kaybettiğin şey olacak, farkında mısın?
- Bak kardeşim zamanında Mahabad Cumhuriyeti’ni kurdurdu Sovyetler Birliği sana, sonra onlar gitti, en ağır bedeli yine sen ödedin.
Kandırıl-maktan, bedel ödemekten sıkılmadın mı kardeşim?
- Tut ki plan başarılı oldu, bir devlet kurmayı başardın bir süre... Kaç ülke tanıyacak seni, Türkiye, İran, Suriye rejimi, Bağdat Yönetimi’ne rağmen yaşar mı o devletçik?
- Tut ki, bir süre için başardın kardeşim bir devlet kurmayı, HDP’ye bile bağımsız siyaset yaptırmayan Kandil, sana demokrasi falan vaat edebilir mi?
MASABAŞI PAŞALARI...
İki koca gün geçti, çıt çıkmadı Çukurova Üniversitesi’nden. Oysa bir dileğimiz var sizden diye yazmış ve demiştim ki, bir minibüste işitme engelli genci, vücudunda kırıklar oluşacak şekilde döven, biri doktor adayı, insanlık fukarası öğrencilere siz de ceza vermelisiniz.
YÖK Disiplin Yönetmeliği’ni okudum ki, siz de zaten kopyala yapıştır yöntemiyle koymuşsunuz internet sayfanıza. Yaşanan bu olay için, kınama cezasından tutun da, okulla ilişiğini kesmeye kadar bir sürü hak veriyor o yönetmelik size. Ama rektörü de doktor olan bir üniversite, sessiz kalıyor bir doktor adayının üç kişiyle birlikte engelli bir vatandaşı bu şekilde dövmesine...
O zaman çıkın deyin ki, “Biz bildiri dağıtan öğrencilere ceza veririz”, “Irza tecavüz ve uyuşturucu dışında her suçu işleyebilir öğrencilerimiz.”
Susmak çare değil, zira disiplin yönetmeliğinin ilk maddesi “Öğrencilik sıfatının gerektirdiği itibar ve güven duygusunu sarsacak nitelikte davranışlarda bulunmak” diye bir suç tanımlamış. Çıkın ve bir şey söyleyin insanlara, bir üniversiteye yakışmaz üç maymunu oynamak...
Hande Yener mi, Donald Trump mı?
ABD Başkanı Donald Trump, seçimden önce ve sonra en çok CNN televizyonuyla çatıştı. Kanal için
Biri tıp fakültesi öğrencisi, diğer üçü de üniversitede okuyor. İşitme engelli bir vatandaşı vücudunda kırıklar oluşacak kadar acımasızca dövdüler bir minibüste. Şimdi tutuklular, ilk celsede serbest kalırlar, medya da o zamana kadar unutmuş olur zaten. Hem fiziki hem de yaşadığı travmayla tek acı çeken de dayak yiyen işitme engelli vatandaş olur.
Çukurova Üniversitesi Yönetimi, sadece yasa değil siz de ceza vermelisiniz bu şehir eşkıyalarına, insanlık fukaralarına! Bildiri dağıtırken gözaltına alınan öğrenciyi üniversiteden uzaklaştıran sistem, bu zorbaları da cezalandırmalı. Böyle üniversite öğrencisine, böyle doktor adayına ihtiyacı yok bu ülkenin, o yüzden gereğini yapmanızı diliyoruz.
Bravo(!) Habertürk sana...
‘Maslak’taki özel bir hastanenin acil servisinde, öksüren çocuğun ateşi bekleme salonunda ölçüldü.’
Sağlıkla ilgili uzun bir haberin giriş bölümünde işte bu cümleyi okudum Habertürk’te. Skandal örneği diye yazdıkları şeyin aslında yüzde 100 doğru bir uygulama olduğunu görünce kalanını okumadım haberin... Eğer bir bebek ya da çocuk, acil servise gelirse, müdahale odası ve doktor kontrolünden önce ateşi ölçülür, havale geçirme ihtimali varsa, soğuk suya sokulur.
Acil servi