Berrak Tüzünataç’ın bir ödül töreninde giydiği kıyafet “davetkâr” olarak tanımlandı bir kurumun sosyal medya hesabında. Ardından küçük çaplı bir kıyamet koptu, Tüzünataç tepki gösterdi, “davetkâr” tanımlamasını içeren tweet kaldırıldı. Türk Dil Kurumu, davetkâr kelimesini, hem çağıran, davet eden hem de çekici, cazibeli olarak tanımlıyor. O tanımlama kötü niyetle kullanılmamış olabilir ama burası, “Dişi köpek kuyruk sallamazsa erkek köpek peşinden gitmez” diye cümlelerin kurulduğu bir ülke.
Daha beteri, erkeklerin bir kadının kıyafetine bakarak “Bunun canı seks istiyor”, “Aranıyor bu hatun” gibi hükümlere varıp sonra da harekete geçebildikleri bir ülke. O yüzden “davetkâr” lafına Tüzünataç’ın tepki göstermesi son derece normal. Eğer söz konusu kurum, o mesajı silmek yerine TDK sözlüğünde yazan anlamla cevap verme başarısını gösterseydi, kriz büyümeyecek, GQ Türkiye Yılın Erkekleri Ödül Töreni de gölgede kalmayacaktı.
Tarkan hırsızlık yapar mı?
“Hiçbir şeyden çekmedi hayatta, nasırından çektiği kadar” mısrasıyla başlar Orhan Veli, Süleyman Efendi şiirine. ‘Beni Çok Sev’ şarkısı da Süleyman Efendi’nin nasırı misali, Tarkan’ın başına en fazla bela açan parça oldu. Bu şarkı piyasaya
Zeytin Dalı harekatının başarısını “etkisiz hale” getirilen YPG-PKK üyesi sayısıyla ölçmek doğru değil.
Her askeri harekatın bir siyasi hedefi vardır ya, Zeytin Dalı harekatını o hedefler açısından değerlendirmek gerekiyor:
- Washington, Türkiye’yi “Tamam, hallederiz” sözleriyle daha fazla oyalamasının mümkün olmadığını anladı. Ankara’ya gelen ABD Dışişleri Bakanı Tillerson, çantasında 5 yıl önce kabul etmedikleri güvenlik kuşağı önerisini getirdi.
- Washington’dan gelen bilgilere göre, Münbiç’teki YPG gruplarının zaman içerisinde Fırat’ın Doğusu’na çekilmesi, şehrin güvenliğinin de Türk ve ABD askerlerince sağlanması konusu artık üzerinde çalışılacak bir seçenek haline geldi.
- Başta eski diplomatlar olmak üzere ülke içinde Türkiye’yi dışlayan bir Suriye politikasının başarısızlığa mahkum olduğunu söyleyenlerin sayısı arttı.
- Ankara-Moskova yakınlaşması, ABD’ye sadece Suudi Arabistan ile iş tutarak Orta Doğu’da etkin olamayacağını fark ettirdi.
- En önemli sonucu en sona sakladım, artık ABD de, Rusya da gayet iyi biliyor ki Suriye’de Türkiye’nin kabul etmeyeceği bir planın başarı şansı yok.
“Nusret, New York’ta açtığı şubede David Bechkam ve üç çocuğunu ağırlamak için 400 bin dolar ödedi.”
Çarşamba günü her tarafta konuşulan şey buydu, ne kadarı doğru, ne kadarı yanlış bilmem. Eğer doğruysa, Nusret ve adına kampanya yürüten şirkete şapka çıkarmak lazım. David Bechkam’ın Instagram’da takipçi sayısı tam 42.6 milyon... Videosunu izleyenlerin sayısı, 10 milyon 300 bin kişiye yaklaşmıştı, ben bu yazıyı yazarken.
Günde ortalama 1 milyon 200 bin civarı tirajı olan New York Times gazetesinde tam sayfa renkli bir ilan, 180 ila 210 bin dolar arasında bir fiyata yayımlanıyor. Wall Street Journal dahil New York’ta basılıp, satılan gazetelerin toplam tiraj sayısı yaklaşık 7 milyon...
Matematik hesabı yapacak olursak, en az reklam kadar etkili olan ünlü tavsiyesi işinde Nusret, kâra geçmiş durumda. Sosyal medyada yayınlanan videonun uzunluğuna bakıp, bunu televizyon reklamlarıyla mukayese edebiliriz.
ABD merkezli ama dünya genelinde yayın yapan bir televizyon kanalında, prime-time saatlerinde 30 saniyelik reklam paketinin fiyatı 250 ila 400 bin dolar arasında değişiyor. Bechkham’ın tüm dünyadan takipçileri olduğunu düşünürsek, Nusret 30 saniye TV reklamı parasına, orada aralıksız
Madem bu aralar en çok ’Survivor’ konuşuluyor, o zaman ben de avukat bir hanımı oraya havale ediyorum... ‘Hangi avukat?’ diyeceksiniz, Afrin’de verdiğimiz ilk şehidin tazminatına 24 saat geçmeden haciz koyduran avukat hanımdan söz ediyorum.
“Şehit olursam tazminatımla Telafer’deki Türkmen çocuklar için kreş yapılsın” diye vasiyet eden, yüreği zengin delikanlının tazminatı göz dikilen. Adalet Bakanı bu avukat hanımdan şikayetçi oldu, soruşturma başlatıldı, bu arada şehidin ağabeyi arkadaşlarıyla beraber borç harç, zaten dosyadaki belirli bir rakamı ödedi, hiç önemli değil bunlar artık...
Konuşmamız gereken, işi adaleti savunmak olan bir avukatın kullandığı tercih. Kahraman bir asker, daha toprağa verilmeden şehitlik tazminatına haciz koydurmak mı adaleti sağlar, yoksa alacaklı aileye gidip, “Borçlu,
bu memleket için şehit oldu, vasiyeti de Telafer’de çocuklar için kreş yapılması, siz dosyadan feragat edin, ben de vekalet ücretimden” demek mi adaleti sağlar?
Hukuk fakültesi bitirmeye falan gerek yok bu soruya yanıt vermek için. Biraz insanlık, biraz vicdan, doğru cevabı bulur zaten hemen. Yozgat Barosu bu üyesi için ne yapar, sadece kınar geçer mi bilmem, bildiğim bu ayıbın en az
“Ben Afrin protesto gösterine gitmek için 35 euro harcıyorum ama 35 TL için Türk’ün yanında çalışan Kürtler var” diye yazdı bir ırkçı sosyal medyada. Önemsemedim, çıkar böyle tipler her zaman!
Salı günü, HDP Eş Başkanı Serpil Kemalbay, Afrin operasyonuna karşı bir grup konuşması yaptı.
Konuşmanın tek bir paragrafında, “ABD kendi elini güçlendirmek için Türkler’le Kürtler’i karşı karşıya getirdi. Rusya kendi kendini güçlendirmek için Kürtler’le Türkler’i savaştırıyor” dedi.
Ardından kıyamet koptu. “Haddini bil!” diye başlayan, ABD’yi kutsayan, sadece iktidara değil, tüm Türkler’e demediğini bırakmayan, Hasip Kaplan’ın HDP Eş Başkanlığı için “Sakın bir Türk göz dikmesin” sözlerine atıf yapan yüzlerce mesaj yazıldı sosyal medyada.
İnsan ırkçılığa ya karşıdır ya da değildir. Türk ırkçılığına karşı çıkıp da Kürt ırkçılığı yapana da ırkçı denir.
ZEYTİN DALINI HİÇ ANLAMAMIŞSIN AHMET
Türkiye, 1974 yılında Kıbrıs’a sadece kendi soydaşlarını kurtarmak için çıkmadı.
Başka öncelikleri de vardı.
Cem Karaca’nın bütün şarkılarını çok severim, en çok da Türkiye’de pek bilinmeyen ‘Bekle Beni’ parçasını... 1980’li yılların ikinci yarısında tanışmıştım Cem Karaca şarkılarıyla, Türkiye’de yasaktı parçaları, Mağusa’da bulmuştum. Hatta şimdi çok söylenen 1 Mayıs Marşı var ya, bulduğum ilk Cem Karaca kasetinde marşın adı normal bir şarkı gibi, ‘Günlerin Getirdiği’ diye yazılmıştı, dinlediğimde şaşırmıştım.
Gelelim sadede, Karaca’nın tüm şarkılarını çok severim ama birinin pek bilinmesini istemem. ‘Namus Belası’nın adına ve sözlerine dikkat edecek olursanız ‘kıydığımız can, döktüğümüz kan’ diye devam eder nakaratları...
Tecavüze uğrayan kadınların bile namus davası adına öldürüldüğü
bir ülkeyiz biz. Suçun ve suçlunun cezasını yasalar verir, kimse kendi adaletini sağlamanın peşine düşmemeli diyorsak, müziği güzel de olsa, Karaca yorumu kuvvetli de olsa, bu şarkıyı unutmamız lazım yavaş yavaş.Piyasaya DMC etiketiyle çıkan ve Cem Karaca şarkılarından oluşan albüm, dönüp duruyor iki gündür arabamda. ‘Namus Belasını’ hem şarkı olarak unutmak istediğim hem de yoruma Cem Karaca’dan sonra ısınamadığım için atlıyorum her seferinde...
Onun dışında güzel bir albüm olmuş...
6 bin TL’ye pasta
Şu Hz. Nuh’un oğluyla cep telefonuyla konuştuğu iddiasıyla başlayan tartışmada Hıncal (Uluç) Abi ile farklı düşünüyoruz. Son yazımdan dolayı cuma günü kızdı bana köşesinden. Önce ifade özgürlüğüne karşı olma kısmından başlayayım: Eğer ifade özgürlüğüne karşı olsaydım, akademisyen Yavuz Örnek’in, kadın haklarının İsrail kökenli oluşu, evliliklerde mal paylaşımının erkeklere zarar verdiği ve çaresinin şer’i nikahı olduğu yolundaki ifadelerin üzerinde dururdum. Bana ters gelse de her fikir ifade edilebilmeli.
İfade mi yoksa fantezi özgürlüğü mü?
Bu akademisyenin uzmanlık alanları, fitokimya ve meteor kimyası. Eğer bu akademisyen, uzman olduğu alanlarda ortaya bir tez koymuş olsa ve bununla ilgili konuşma yasağı gelse, tamam ifade özgürlüğü sorunu var diyelim.
Gittiği her yerde İstanbul Üniversitesi kimliğiyle tanıtılan bir akademisyenin, uzmanlık alanı dışındaki araştırmalarından çıkardığı, fikir mi fantezi mi olduğu tartışmalı sonuçları aktarıp aktarmaması konuştuğumuz şey.
Hıncal Abi ya da ben çıksak, Sabah ya da Milliyet gazetesi yazarı unvanını kullanarak akla hayale sığmayacak şeyler söylesek, gazetelerimiz ne der bu duruma?, ”Kardeşim, saçmalamakta özgürsün ama benim
Arkadan vuruluyor aslında...
Sahada olandan söz etmiyorum, gerçekte olandan söz ediyorum.
Alman-Fransız ortak yapımı Milan anti-tank silahı mesela... Berlin, Irak’taki Peşmerge gruplarına 30 tane vermişti bu silahtan.Der Spiegel daha 2015’te yazmıştı, bu silahlar PKK’nın eline geçti diye.Savunma uzmanı Abdullah Ağar’a göre, terör örgütünün elinde bu silahlardan 150 tane var. Peki aradaki devasa fark silah tüccarlarından alım olarak açıklanabilir mi?
Uzmanlara göre, bu tür silahlar her silah tüccarının eline geçmez, geçenler de Almanya’ya haber vermeden kimseye satış yapamaz. Türkiye’ye sattığı tankları Zeytin Dalı operasyonu nedeniyle modernize etmeyen Berlin ne der acaba bu yoruma? Yoksa Almanya, bir müttefikine sattığı tankların, yine bir Alman silahı kullanan terör grupları tarafından vurulmasından rahatsız olmaz mı? Cumartesi gecesi terör örgütüne bağlı propaganda kuruluşlarından biri olan Anha, bir görüntü paylaştı.
O görüntüde bir Türk tankını hedef alan anti-tank silahlarından birisinin arkası gözüktü, kimliğini tespit etme şansı belirdi. İlginçtir terör örgütü ana propaganda sitesinde aynı görüntünün silah gözükmeyen versiyonunu yayınladı.
Neden acaba? Milan’lara ABD