Harika bir gece demek yeterli olur mu bilmiyorum, zira harika kelimesi kolay kullanılır oldu bu ülkede. Büyüleyici demek daha doğru olacak. Üstelik sadece sahne kısmı değil, sahne arkası da büyüleyici bir geceydi. Mesela 30 yıllık arkadaşım Emre Altuğ sahne öncesinde kuliste oğulları ve Çağla Şıkel’le birlikteydi, moralin en büyüğünü aldı.
1928 doğumlu Haldun Dormen, 2006’da sahneye koyduğu ‘Broadway’den İstanbul’a Müzikaller’i, 11 yıl sonra seyirciyle buluşmadan önce kuliste hem neşeli hem de heyecanlı bir halde saatini bekliyordu. Sonra Ayça Varlıer’le o unutulmaz şarkı, ‘Hep Böyle Kal’ı öyle bir yorumladı ki insanlar dalıp gitti.
Gökçe Bahadır, ‘Yalnız Kullar’la müthiş bir performans sergiledi, Burcu Biricik’in Chicago yorumu, Pamela’nın ‘All That Jazz’ derken tüm seyirciyi avucunun içine alışını görmek lazımdı. Sonra soğuk bir ekim gecesinde bu gösteriye tanıklık eden yaklaşık 5 bin kişilik harika bir seyirci vardı, sahnenin heyecanına katkı sağladılar.
Nazar boncuğu diyeceğim tek aksaklık, ses sisteminde zaman zaman hissedilen küçük çatlamalar oldu. Ama sahneye çıkan herkes o kadar içten ve başarılıydı ki gece bittiğinde herkes mutluydu.
Köfte ekmek hesabı
İki köfte ekmek, bir ayra
Gülben Ergen ile Erhan Çelik arasındaki ilişki, Kabe’de hiç de alışkın olmadığımız pozlarla duyduğumuz bir ilişkiydi. O günden beri çok haber oldular. Aralık 2016’da boşandılar ama isimlerinin aynı cümlede geçtiği haberleri okumaya devam ediyoruz. Son iddialar arasında medyanın üzerine atladığı bir konu var, söz etmezsem olmaz...
İddia o ki, Gülben Ergen geçmişte Erhan Çelik’e yolladığı ve üzerinde isimler yazılı olan penguen kartının aynısını şimdi de Tolga Duğles’e göndermiş. Vay arkadaş, sosyal medyada bir sürü insan işi gücü bıraktı, bu konuda yorum yazdı. Madem öyle her kadına aynı şiiri okuyan, farklı kadınlarla aynı mekanda dolaşmayı alışkanlık haline getirenlerle, her kadına aynı çiçeği, aynı marka çikolatayı ve aynı hediyeleri alan adamları da konuşalım...
Aşk dediğimiz şey insanı daha yaratıcı, sevgi dediğimiz şey de insanı daha iyi biri yapan duygu sonuçta. Her hikayede aynı duygusal materyallerin kullanılıyor olması, belki bu açıdan sorgulanabilir. Ancak bu herkes için değil, yaratıcılık duygusu olmayanlar için üzücü bir durum sadece. Yani olaysız dağılabiliriz.
‘Ben ölmek istiyorum babacığım’
“Ben ölmek istiyorum babacığım, ölünce nasılsa cennete gideceğim, siz de
Gece saat 01.00’den sonra hastaneye getirilen yaralı askerin bacak röntgeninde içeri saplanmış yabancı bir parça görür doktorlar.
Acaba nedir diye araştırır, araca roket isabet ettiğini öğrenirler.
Sonra patlayıcı uzmanı bir astsubay bulurlar, bu parçanın havada sadece 5 metre uçtuğu için patlayacak zamanı bulamamış bir RPG 7 rokete ait fünye olduğunu öğrenirler.
Tehlike büyüktür, en iyi çözüm bacağı kesmek, ameliyathane ve tıp personelini de olası bir tehlikeden korumaktır.
Gerektikçe Güneydoğu’ya giden ve zor ameliyatlardaki başarısı bilinen harp cerrahı doktor yaralı askerle konuşmaya başlar.
Acil serviste her gördüğüne bacağının kesilmemesi için yalvaran asker, ameliyatını adını çok duyduğu cerrahın yapacağını öğrendiğinde rahatlar, “ Komutanım siz ne yaparsanız razıyım” der.
Cerrah çok düşünür ve gencecik askerin bacağındaki fünyeyi çıkarmaya karar verir.
Oldukça zor olan o ameliyat yapılır, fünye patlamadan çıkarılır, o asker hayatına iki bacağıyla devam eder.
Gaziantep’te yaşayan bir genç, sosyal medya üzerinden tanıştığı bir kadına, arabasını satıp, akrabalarından borç da alarak tam 108 bin TL’sini kaptırmış. Hiç yüzünü görmediği, sadece fotoğraflarına baktığı, telefonla konuştuğu birine defalarca para yollamak, üç kere akıllı telefon parası yolladıktan sonra dördüncü kez de telefon yollamak nasıl bir saflığın eseridir bilmem, ama konu bu değil.
Son dönem bir sürü hikaye duyuyorum, birçok erkek hiç yüzünü görmediği, hatta sesini duymadığı kadınlara, 3-5 internet mesajından sonra “Sana aşık oldum”, “Seni seviyorum” falan yazıyor. Bunu yaptıran şeyin bir tarafında derin bir yalnızlık duygusu varsa, diğer tarafında da hem sözlerin hem de hislerin içini boşaltan ve artık duygu da tüketen günümüz maymun iştahlılığı var.
Kadınların hisleri, sezileri ve duyguları erkeklerden çok daha güçlüdür. Yüzünü görmeden, sesini duymadan “Aşık oldum” diyen bir erkekten etkilenmezler, hatta normal şartlarda o an konuşmayı da kesmeleri beklenir.
Ancak o derin yalnızlık duygusu ve tüketme maymun iştahlılığı, sadece erkekleri değil kadınları da vuruyor. Sonuç mu hiç karşı karşıya gelmeden, göz göze bakmadan, sesini duymadan sarf edilmiş aşk sözcükleri,
İzmir, Talatpaşa’da bir grup genç, Playboy’un kurucusu Hugh Hefner için döktürdükleri lokmaları yoldan geçenlere dağıtmış. İşin gırgır tarafı, lokmayı kimin için döktürdüklerini kimseye söylememişler. Lokma alanlardan biri Hugh Hefner’in yakaya takılı fotoğrafını tanıyıp, sosyal medyada paylaştı, ben de öyle haberdar oldum.
Tüm erkeklerin hayalindeki işlerden biridir Playboy’un kurucusu ve sahibi olmak. Oysa Playboy sadece resimlerine bakılan, erotik bir dergiden çok daha fazlasıdır. Düşünsenize, Nobel ödüllü yazar Marquez’den üç Pulitzer ödülü sahibi Norman Mailer’e, James Bond karakterini yaratan Ian Fleming’den Japonya’nın en tanınmış yazarlarından Haruki Murakami’ye kadar bir sürü isim, geçmişte sadece Playboy’da yayımlanan hikayeler yazdılar. Sadece yazılar değil resimlerle de farklı bir dergi oldu.
Düşünsenize Madonna, Kim Basinger, Cindy Crawford, Sharon Stone ve Farrah Fawcett gibi isimler, ünlerinin tepe noktasında oldukları dönemde kapak oldular Playboy’a. Bir de Fransız aşırı sağının şimdiki lideri Marine Le Pen’in annesi, bir önceki liderin de karısı olan Pierrette Le Pen, 50 yaşının üzerinde olduğu bir dönemde kocasına kızdığı için poz vermişti.
Gelelim Hefner’in
Bir sürü okul servisinin camları film kaplı, içeriyi görmenin imkanı yok.
Bu ülkede serviste unutulup ölen, serviste unutulup son anda kurtarılan çocuk oldu mu, oldu. Serviste tecavüze uğrayan çocuk-kadın oldu mu, o da oldu. Haberlerde arkadaşları tarafından serviste öldüresiye dövülen çocuk haberlerini izledik mi, evet izledik.
Tüm bunların yaşandığı bir ülkede servis araçlarının camları filmle kapatılamaz, kapatılmamalı.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, siz talimat vermezseniz bu iş düzelmez, birisi zarar görmeden müdahale edin lütfen.
KATALONYA REFERANDUMUNDA TÜRKİYE ÖRNEKLERİ...
Katalonya’nın bağımsızlık referandumunda sık sık Türkiye’nin adı geçiyor. İspanyol polisinin müdahalesinin ardından özerk bölge Başbakanı dedi ki: “AB toplanma hakkımızın çiğnenmesine sessiz kalıyor ama Türkiye’de benzer bir durum olduğunda konuşmakta çok cesurlar.” Diğer Türkiye örnekleri daha çok etnik ayrımcılık üzerine.
İspanya Anayasası Katolanları ayrı bir halk olarak kabul ediyor. Barselona adını Kartaca Kralı Hannibal’ın babası Hamilar Barca’dan almış. Berberi, Bask, Kelt ve Grek kökenli bir nüfusu var. Bölgenin İspanya topraklarına katılma tarihi 1714. Ancak İspanya Anayasası’na göre ülke bölünmez bi
Altın Portakal Film Festivali’nde ulusal ve uluslararası yarışma kategorilerinin birleştirilmesine dair kavga, alttan alta sürüyor. Yapılan değişik sonucunda Türk filmleri artık kendi aralarında yarışmayacak. Sektörün bir kısmı bu karara tepkili ama sinemacıların bugüne kadar yeterince ciddiye almadıkları festivali, şimdi bu kadar önemseyen cümleler kurmalarını doğrusu samimi bulmuyorum. Arkadaş, çektiği filmi uluslararası her festivale yollayıp da Antalya’ya yollamaktan imtina edenler yok mu?
Altın Portakal’da sinema üzerine düzenlenen etkinlik, workshop ya da televizyon programlarına katılmak yerine, Antalya’da olmayı bedava tatil fırsatı haline getirenler yok mu? Yıllardır yazılır, şu kıyafet işi... ‘Yurt dışı festivallere smokinle giden adamlar, kendi ülkelerindeki festivale neden kot üstü ceketle gelmekten vazgeçmedi?’ diye sormak bile yeterli?
Hadi bunlar herkesin yaptığı hatalar değil, hadi bunlar bir grup azınlığın
işi ki, gerçekten öyle.
Peki Cannes Film Festivali’nde Fransız sineması için ayrı bölüm var mı? Ya da Berlin Film Festivali’nde durum ne?
Sinema dünyasının bu soruya samimiyetle cevap araması ve üzerinde düşünmesi gerekir öncelikle...
Bu yazıdan dolayı “Belediyenin a
Gülben Ergen’in bazı tartışmalarda üç çocuk annesi olduğunu hatırlatmasından, annelik kalkanını kullanmasından hiç hoşlanmam. Seren Serengil’e karşıysa sempati ya da antipati gibi herhangi bir duygum yok, olmasına da gerek yok. O yüzden bu yazıyı özneler için değil, namus kavgası gibi gözüken bir kavganın iç yüzü olarak yazıyorum.
Ortada iddia edildiği gibi bir namus kavgası değil, bildiğiniz kan davası var. 1987’de Stardust Gazinosu’nda çalıştığı dönemde Gülben Ergen, Seren Serengil’in
5 yıl büyük aşk yaşadığı iş adamını elinden almış. Adamın karakteri, boyu-posu değil iş adamı olması önemli galiba ki sadece buraya vurgu yapılmış tüm haberlerde. Her neyse o günden beri her fırsatta dalaşıyor bu ikili, birbirlerine de etmedik söz bırakmıyorlar.
Kavganın belden aşağı tarafı çok, detaylarına girmeyeceğim ama bu ülkede rezil olmak mümkün olmadığı için sonuçta ikisi de kazanıyor. Kazanıyorlar çünkü önemli olan adınızın gündemde kalması, nasıl kaldığı ya da ne olduğuyla ilgilenen kimse yok.
Ahmet Hakan’ın öteki kadına değil de aldatan eşlere laf söylesenize yazısına gelince:
Deniz Seki-Hüsnü Şenlendirici olayı ilk patladığından beri yazıp duruyorum bu fikri.
İyi günde, kötü günde, bir ömü