2020 yılında Roma’daki G-20 Zirvesi’nde gerçekleşen Erdoğan-Biden görüşmesinin üzerinden 4 yıl geçti.
ABD Başkanı o görüşmede görev süresi boyunca Türkiye-ABD ilişkilerinin normalleşmesi için çalışacağını söylemişti.
9 ay sonra ABD’de de seçim var ve Ankara-Washington arasında uzun zamandır görmediğimiz bir pozitif gündem oluştu.
Konuştuğum kaynaklar, Dışişleri Bakanı Fidan ve ABD Dışişleri Bakanı Blinken tarafından yürütülen kapalı bir süreçten söz ediyorlar.
Tam uzlaşma sağlanana kadar süreç böyle ilerletilecekmiş.
Görüşmelerde, Türkiye’nin temel hassasiyetlerinden birisi olan ABD’nin terör örgütünün Suriye koluna verdiği desteğini çekmesi de masada.
Şu ana kadar süreç gayet iyi gidiyor, yakın bir gelecekte Dışişleri Bakanı Fidan’ın Washington’a resmi bir ziyareti de olabilir.
Shakespeare’in “Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu” cümlesi gibi aslında başlıktaki soru.
Dünya üzerinde bir yılda 7’den büyük 20 civarında deprem oluyor.
Türkiye’de 1930’dan bu yana meydana gelen 7’den büyük deprem sayısı sadece 16.
Takvimsel olarak birbirine en yakın depremleri 1957’de yaşadık.
25 Nisan’da Muğla-Fethiye, 26 Mayıs’ta Bolu-Abant, 7.1 büyüklüğündeki depremlerle sarsıldı.
Yerleşimin az olması nedeniyle can kaybı sayıları çok düşük oldu.
Gelelim 2023’te yaşadığımıza.
- Avrupa’nın her yanında yaşanan çiftçi eylemlerini biraz gülümseyerek izliyoruz. Yıllardır Türkiye’ye her türlü siyasi çirkinliği yapan ülkelerin başkentlerinde eylemler görmek hepimizi için için mutlu ediyor ama mutlu olmak yetmez, Avrupa’da tarımın nereye evrildiğine de bakmak zorundayız.
- Avrupa Birliği bir süredir ortak tarım politikasını yenileme derdinde. Sürdürülebilirlik gerekçesiyle yapılmak istenen değişiklik, halen ekilebilir alanları yüzde 4 azaltmak, zorunlu ürün rotasyonuna gitmek ve gübre kullanımını yüzde 20 azaltmak gibi önlemler içeriyor. Bu önlemler çiftçilerin daha az verim alması demek.
- Daha az alandan daha az verim almak demek, çiftçilerin ithalata karşı daha az rekabetçi hale gelmeleri sonucuna yol açacak. Bu da işletmelerin bir süre sonra iflası anlamına gelecek.
- Bir diğer problem artan motorin fiyatları ve azalan devlet sübvansiyonu. Alman Hükümeti çiftçilerin kullandıkları tarımsal dizeldeki veri indirimlerini kademeli
Axel Springer adı size bir anlam ifade etmeyebilir, Bild ve Die Welt ile Almanya gazete pazarının dörtte birini elinde tutan grup onlar.
Türkiye düşmanlığıyla bilinen bu iki gazete yine son dönemde gemi azıya aldı.
Hamas militanlarına terörist demediği için BBC ile kavgaya giren bu grup, son dönemde Bild üzerinden yine Türkiye’ye saldırıyor.
Üstelik bunu Almanya’daki çifte vatandaşlık meselesi üzerinden yapıyor.
Bunun nedenlerini uzun uzadıya irdelemeye gerek yok, yayın ikeleri arasında İsrail’in ve dünya üzerindeki Yahudilerin çıkarlarının korunmasını öncelik olarak belirlemiş bir grup onlar.
Türkiye, İsrail’i eleştirdikçe, ses, Axel Springer grubundan geliyor.
Bu ahlak sorunlu düşmanlığı görmesi gereken aslında Alman Hükümeti ama kamuoyu desteği yerlerde sürünen bir Başbakan, ana muhalefeti aşırı sağın eline geçmiş bir siyasi partiler bütünü, bu gerçeği görebilir mi, hiç emin değilim…
Texit, Vexit, Calexit
* Sosyal medyanın hayatımızda yol açtığı en büyük değişikliklerden birisi de “Okumak” fiilinin “Bakmak” fiiliyle eş anlamlı hale gelmesi oldu.
Global bir yanlışla kavga etmek yerine buna uygun bir gazete yapmak için haftalardır uğraşıyoruz. Görsel Yönetmenimiz Ersoy Diyar, ekibiyle birlikte bu ağır süreçte önemli sorumluluklar aldı. Günümüzün tüketim trendleriyle, Milliyet okurunun beklentilerini aynı potada eritmek adına onlarca örnek hazırladı. Sonuçta, çağımızın gerekliliklerine uygun yeni bir Milliyet için artık son 6 gündeyiz. Başta Ersoy Diyar olmak üzere süreçte emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.
* Sadece yeni bir görünümle yetinmedik, son bir yılda gazetemizin okur hattına gelen talep ve yorumları da masaya yatırdık. Gördük ki insanlar, İstanbul odaklı medya anlayışından çok da mutlu değiller. Türkiye’nin her köşesine ulaşan bir gazete olarak yeni bir düzene geçiyoruz. Artık Türkiye’nin her bölgesindeki matbaalarımıza farklı
Türkiye-Almanya ilişkilerine “Osman Gazi Köprüsü açıldı, Merkel çıldırdı”, “Almanya bizi kıskanıyor” gibi söylemlerle bakmadım hiç.
Buna karşın Almanya’nın Türkiye siyasetini “insan hakları” ve “hukukun üstünlüğü” ilkesine dayandırmadığının da farkındayım.
Cümle iddialı, içini doldurayım:
Almanya çatışma bölgelerine silah yollamamak, satmamak gibi bir ilkesi olduğunu iddia ediyor.
Stockholm Barış Anlaşmaları Enstitüsü’ne göre, 2021’de, Libya ve Yemen’deki çatışmalara taraf olan Mısır’a 4,35 milyar Euro tutarında silah sattılar.
Bitti mi derseniz bitmedi elbette:
Almanya, Yemen Savaşı’na askeri müdahalede bulunan Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne de aynı dönemde silah sattı.
Yani Berlin iddia ettiği gibi bir ilke üzerinden hareket etmiyor, aksine Rusya’dan enerji ithal edemediği zamanlarda, Başbakan Scholz koşa koşa Suudi Arabistan’a gidip, silah ambargosu falan yok, dükkân sizin ne isterseniz verelim siyaseti yürütüyor.
Türk halkı olarak uluslararası ilişkilere maalesef halen duygusal bakıyoruz. Soğuk Savaş döneminde NATO’ya sağladığımız güvenliğin,1953’te Kore’de ABD için şehitler vermiş olmamızın Washington’da bir karşılığı yok.
Uluslararası ilişkiler doğası gereği karşılıklı çıkarlara dayanır.
ABD, çıkarlarının baltalandığı yerleri unutmaz, o yüzden Irak tezkeresini reddettiğimizi hiç unutmayacaklar.
Biz de Çekiç Güç’ün terör örgütüne yardımını unutmuyoruz. O yardımı unutmadığımız ve ABD’nin bölgedeki niyetlerini bildiğimiz için Suriye sınırımızda oluşturmaya çalıştıkları terör kuşağına izin vermedik, askeri harekatlarla o planı boşa çıkardık.
Türkiye, İsveç’te anayasa değişikliği sağladı, muhalefetinden çok korktuğu için attığı adımları tam açıklayamayan İsveç Hükümeti’nin terör örgütlerine karşı önlemler almasını sağladı. Aldıklarımızı yeterli görünce de İsveç’in
NATO üyeliği onaylandı.
Yan
Ekrem İmamoğlu’nun seçimlere girerken görmek istediği tablo, İYİ Parti ve DEM’in aday çıkarmayıp, kendisini desteklediği tabloydu.
Önce İYİ Parti, CHP ile yollarını ayırdı.
Ne Genel Merkez
ne de İmamoğlu cephesi bu ayrılığı fazla önemsemedi, taban ittifak yapar oylar yine CHP’ye gelir diye düşündüler.
Daha sonra CHP ile DEM Parti arasında görüşmeler başladı.
DEM’in İstanbul’da, Esenyurt, Sultanbeyli ve Adalar ilçelerinden ikisini istediği bilgisi kulislere yansıdı.
Bu kulis bilgisini kimse doğrulamadı, kimse yalanlamadı.
Henüz somut bir anlaşmaya varılamadığı belli ve Ekrem İmamoğlu için en kötü senaryo, Başak Demirtaş’ın aday adaylığı.