Daha önce ‘Nüfus Artış Hızımız Alarm Veriyor’ ve ‘Genç Nüfus Fırsat Penceresi Kapanıyor’ başlıklı iki yazı yazarak ülkemiz için önemli bir fırsat penceresi olan genç nüfusun artık giderek fırsat penceresi olmaktan çıktığına dikkat çekmiştim. Nüfus artış hızımız 2023 yılında tarihin en düşük seviyesinde (binde 1,1) gerçekleşmiş, dahası, bir ülkenin nüfusunu koruması için, kadın başına ortalama 2.1 çocuk doğum oranına ulaşması gerekirken bu oranın 2023 yılında ülkemizde 1,51’a düşmüştür. Dolayısıyla, nüfusumuzun önlem alınmadığında artık yenilenemeyecek ve nüfusumuz giderek yaşlanacaktır.
Gelişmiş ülkeler başta olmak üzere çoğu ülke nüfusunu yenileyememe riski ile karşı karşıya kalmıştır. Nüfusun yenilenebilmesi için, yani yerine koyma düzeyindeki doğurganlık oranının (The replacement level fertility-RLF) kadın başına 2.1 çocuk olduğu kabul edilir. Yerine koyma düzeyindeki doğurganlık, nüfusun herhangi bir artış olmadan kendini yenilediği minimum doğurganlık düzeyine karşılık gelmektedir. Bir başka deyişle nesilden nesile nüfusun artması için kadın başına doğurganlık oranının 2.1’in üzerine çıkması gerekmektedir. Çoğu gelişmiş ülkede bu oranın son dönemlerde 2.1’in altında seyrettiği bilinmektedir. Örneğin, İtalya’da bu oran 1.29 iken, Japonya’da 1.30, Kanada’da 1.47, Almanya’da 1.53, Birleşik Krallık’ta 1.57, ABD’de 1.66 ve Fransa’da 1.79’tur. Güney Kore ve Japonya uzun zamandan beri bu riskle mücadele etmektedir.
Bu oranın tespitinde demografik rastgelelik göz ardı edilmektedir. Yeni yayımlanan bir çalışma demografik rastgeleliği de göz önüne alarak nüfusun yenilenmesindeki kritik eşiği, yani yok oluş eşiğini (extinction threshold) araştırmıştır (Cuaresma DCN, Ito H, Arima H, Yoshimura J, Morita S, Okabe T (2025) Threshold fertility for the avoidance of extinction under critical conditions. PLoS ONE 20(4): e0322174). Yenilenme eşiğinin 2.1 olarak hesaplanmasında düşük ölüm oranları ve yaklaşık 1:1 cinsiyet oranı varsayımı yapılmaktadır. Diğer taraftan çocuk sahibi olmama da dikkate alınmamaktadır. Dolayısıyla, çalışmada da değinildiği gibi çoğu ülke ölüm, çocuk sahibi olmama ve cinsiyet oranlarında farklılık gösterdiği için her ülkenin bu eşik değeri değişmektedir. Hatta cinsiyet oranındaki sapmalar “evlilik sıkışması” olarak adlandırılan duruma yol açmakta, bu durum bazı yetişkinlerin evlenememesine yol açmaktadır. Çalışmada elde edilen en önemli bulgu, nüfusun yok oluşunu önlemek için kadın başına 2.1 çocuk değil, 2.7 çocuğun eşik değeri oluşturduğudur.
Bu çalışmanın bulguları sorunun çoğu ülkede artık ciddi bir kriz boyutunda olduğuna işaret etmektedir. Ülkemiz için de sorun oldukça ciddidir. Yeni çalışmanın ortaya koyduğu yeni bulgu dikkate alınırsa, yani nüfusumuzun yenilenmesi için kadın başına 2.7 çocuk gerekmekte, ancak bizim 2023 verimiz (1.51) bunun çok altındadır. Doğum oranları düştükçe nüfusun yaş profili değişmekte, ortanca yaş yükselirken (örneğin ortanca yaş Avrupa’da 42, Türkiye’de 34, Afrika’da 18) iş gücüne yeni katılanların sayısı sürekli azalmaktadır. Uzun vadede nüfus da azalmakta, ülkeler emekli nüfusuna oranla daha küçük bir işgücüne sahip olmakta ve ekonomik büyüme düşmektedir. Bunu en derinden hisseden ülkelerin başında Japonya gelmektedir. Hızla düşen doğurganlık hızı nedeniyle 2040 yılına kadar Japonya’nın iş gücünden 12 milyon kişinin kaybolabileceği öngörüldüğü için Japonya, düşük nüfus artış hızı ve nüfusun yaşlanması nedeniyle toplumun işlevini sürdürememesi tehlikesiyle yüz yüzedir.
Dünya Bankası verileri de bu tip ülkelerdeki nüfus yapısının ülkelerin ekonomilerini giderek zayıflattığına işaret etmektedir. Gelinen noktada bazı ülkeler, doğum oranlarını artırmak için teşviklere ilaveten siyasi olarak oldukça maliyetli olmasına rağmen emeklilik yaşını yükseltme veya isteğe bağlı olarak emeklilikten sonra da çalışabilme imkânını araştırmakta ve göç politikalarını gözden geçirmektedir (Jonty Bloom, 2024, https://www.bbc.com/news/articles/c72p2vgd21no).
Doğum oranlarını artırmak için geliştirilen teşvik politikaları bir yana asıl sorun çoğu ülkede orta sınıfların geçmişe göre refah seviyesi olarak oldukça geriye düşmeleridir. Çünkü ülkelerde doğum oranlarının artmasına en büyük katkı orta sınıflardan gelmektedir. Tüm dünyada 1960’lı yıllarda bebek patlaması olarak adlandırılan doğum oranlarındaki büyük artış tesadüfi değildir. Bu dönemler orta sınıfların genişlediği, ekonomik pastadan en büyük pay aldıkları ve güçlendikleri dönemlerdir. Bu dönemlerde orta sınıflar istikrarlı ve iyi ücretli işlere sahip olmuşlar ve ev sahibi olma oranları artmıştır. Dolayısıyla, çocuk yetiştirmeye uygun maddi koşullar oluşmuş, nihayetinde bu dönem orta sınıfların aile kurma konusunda geleceğe daha güvenle bakmalarını sağlayarak erken yaşlarda evlenmelerini ve birden fazla çocuk sahibi olmalarını kolaylaştırmıştır.
Gelir dağılımlarındaki eşitsizlikler arttığında bunun asıl kaybedeni orta sınıflar olmaktadır. Örneğin, ABD’de 1970-2021 yılları arasında orta sınıfın toplam gelirden aldığı pay %62’den %42’ye ve düşük gelirli sınıfın payı ise %10’dan %8’e düşerken yüksek gelir grubuna dâhil edilenlerin toplam kazancı ise %29’dan %50’ye yükselmiştir (https://www.forbes.com/sites/katharinabuchholz/2023/04/21/how-americas-middle-class-is-shrinking-infographic/). Orta sınıfların zayıflaması, demografik geleceğin de zayıflamasına yol açmaktadır. Orta sınıflar ekonomik olarak zayıfladıkça ve sürekli mevzi kaybettikçe kendilerini güvenlik moduna çekmekte, orta sınıflarda evlilikler ertelenmekte, evlilik yaşı sürekli yükselmektedir. Ayrıca, boşanma oranları da artmaktadır.
Dolayısıyla, nüfusun yenilenmesi sorunu ile mücadelede asıl odaklanılması gereken orta sınıfların çok-boyutlu tahkimidir. Güçlü bir orta sınıfa sahip toplumlar çok daha umutlu ve dayanıklı olmaktadır. OECD’nin 2019 tarihli bu kapsamdaki bir raporunda da güçlü bir orta sınıfın faydaları vurgulanarak 'güçlü bir orta sınıfa sahip toplumların daha düşük suç oranlarına, daha yüksek güven ve yaşam memnuniyeti seviyelerine, daha büyük siyasi istikrar ve iyi yönetişime sahip oldukları' ifade edilmektedir (https://www.newsweek.com/america-middle-class-shrinking-1913772). Bu etki demografik gelecek için de geçerlidir.