‘Yükseköğretimde Küresel Dengeler Değişiyor’ başlıklı önceki yazımızda küresel ölçekte bilimsel araştırma alanlarındaki baskınlığın ve yoğunlaşmanın bölgesel olarak nasıl değiştiğine değinmiş, örneğin mühendislik ve yaşam bilimleri alanlarında özellikle Çin merkezli artan uzmanlaşma ve bölgesel yoğunlaşmanın ortaya çıktığına, benzer şekilde Amerika’nın sosyal bilimler alanında baskın konuma sahip olduğuna, Avrupa’nın coğrafya, ekoloji, kamu ve işletme yönetimi ile eczacılık alanlarındaki liderliğiyle öne çıktığına, diğer ülkelerin ise ulaşım bilimi, hemşirelik ve konaklama ve turizm yönetimi alanlarında baskın olduklarına işaret etmiştik. Ortaya çıkan yeni eğilimler bölgesel akademik güç dengelerinde değişimler yaşandığını ve alanlara özgü küresel işbirliği odaklarının kaydığına işaret ediyordu.
Araştırma merkezlerinin baskınlığında bölgesel kümelenmeler nasıl değişiyorsa bilimsel makale ve patent üretiminde de bireysel ve ekip çalışmaları oranlarında çok önemli değişiklikler
Turgut Cansever, bu ülkede insanı merkeze alan ve yapılarla ilişkisini insana saygı üzerine inşa etmeye çalışan bir mimardı. Cansever, yapılar ve yaşanan hayat arasındaki ilişkinin öneminin altını sürekli çizerek ölçeğe saygıyı, güzelliği, yapılar arasındaki tutarlı hareketliliği ve bütünlüğü önemsedi. Özellikle bu dinamiklerin yeni şehirlerin gelişmesinde odak noktası olması gerektiğini sürekli vurguladı. Bu yazıda Turgut Cansever’in 1994 yılında İnsan Yayınlarından yayımlanan ‘Ev ve Şehir’ kitabı merkeze alınarak ev ve şehire bakış açısının altında yatan sistemik bütünlük irdelenmektedir.
Mimari bakış başta insan olmak üzere insanlar arası ilişkiyi, çevreyi, aile yapısını ve sosyal ve ekonomik hayatı değerler sistemine göre yapılandırır. Herhangi bir yapıyı çevresi ile birlikte değerlendirdiğinizde hangi değerleri korumaya çalıştığını ayrıntılı olarak görebilme imkânı vardır. Hayatı boyunca Cansever’in vurguladığı şey, mimarinin değerler sisteminin bir yansıması olacak şekilde bir bütünlük arz
Yapay zekânın dönüştürücü etkisinin en fazla hissedileceği alanların başında eğitim sistemleri gelmektedir. Eğitim sistemleri bu dönüştürücü etkiye karşı iki önemli sorumluluğa sahiptir. Birincisi, işgücü piyasalarının talep ettiği becerilere sahip bireyler yetiştirmektir. Yapay zekâ sektörleri ve dolayısıyla işgücü piyasalarını hızla dönüştürdükçe yeni koşullara uygun becerilere sahip insan kaynağının yetiştirilmesi meydan okuyucu sorun olarak ortada durmaktadır. Örneğin, Çin şimdiden ilkokul, ortaokul ve lise düzeylerinde yapay zekâ becerilerini kazandırmaya yönelik ön alıcı girişimleri devreye sokmaya başlamıştır. Yükseköğretimde de benzer dönüşümler yaşanmaktadır.
İkincisi ise, bu teknolojilerin eğitim sistemlerine doğrudan etkisi ile ilgilidir. Özellikle üretken yapay zekâ teknolojileri ile eğitim ortamlarını zenginleştirmek ve bireyselleştirilmiş eğitim fırsatları oluşturmak artık çok daha kolay bir hale gelmiştir. Diğer taraftan yabancı dil öğretimi, resim,
İhsan Fazlıoğlu ‘Derin Yapı: İslam-Türk Felsefe-Bilim Tarihinin Kavram Çerçevesi’ kitabının oldukça hacimli birinci bölümünü Semerkant Matematik-Astronomi Okulu’na ayırıyor (Papersense Yayınları, 2015, 15-116). Ve bu okulun etkilendiği ve etkilediği düşünce merkezleri üzerinden siyasi yapılar farklı olsa da bu okullar aracılığıyla coğrafyalarda sağlanan fikri sürekliliği kapsamlı bir şekilde değerlendiriyor. Maveraünnehir ve Horasan bölgelerinde Nizamiye medreselerinden 165 yıl önce yani dokuz yüzlü yıllarda çok sayıda medrese olması da bu bölgedeki düşünsel üretimin nasıl geliştiği ve sonrasına nasıl ve hangi yollarla nerelere etki ettiğini anlama açısından oldukça kritiktir (sh.24). Bu bölge, XIV. yüzyılın sonu ile XVI. Yüzyılın başlarına kadar İslam dünyasının en üretken ilim bölgesi olmuştur (sh.39). Ayrıca, bu bölge 1259 yılında kurulan Merağa Matematik-Astronomi Okulu’nun mirasını özellikle Nasiruddin Tusi ve Kutbuddin Şirazi’nin riyazi-felsefi dili üzerinden tevarüs
Ülkemizde yükseköğretime olan giderek artan talebi karşılamak ve beşeri sermayemizin niteliğini artırmak için son yıllarda yükseköğretimde önemli genişleme sağlanmıştır. Her ilde en az bir üniversite kurulmanın ötesinde son 20 yılda üniversite sayısı 70’li sayılardan 200’lerin üzerine çıkmıştır. Eğitimde fırsat eşitliği için hem erişebilme hem de kalite önemlidir. Erişimin oldukça kısıtlı olduğu zamanlarda sunulan hizmet ne kadar kaliteli olursa olsun eğitimde fırsat eşitliğinden nasıl söz edilemezse benzer şekilde erişim yaygın ancak erişilendeki kalite farklarının büyük olduğu yerde de fırsat eşitliğinden söz etmek oldukça zordur. Ancak, kalite yolunda ilerleyebilmek için öncelikle erişim sorununu çözmek gerekmektedir. Türkiye, son dönemdeki yaptığı devasa atılımlarla bu sorunu çözmüştür.
Yükseköğretimde genişleme kadar bu genişlemenin sürdürülebilir olmasını sağlayacak destekleyici mekanizmaların sağlanması son derece kritiktir. Özellikle yeni kurulan üniversitelerin
Dünyada insana dair zekâ, performans, boy uzunluğu vs. hemen hemen her şeyin normal dağılıma (çan eğrisi, Gauss dağılımı) sahip olduğu biliniyor. Bu dağılım, insanların büyük çoğunluğunun ortalama etrafında kümelendiğini göstermektedir. Başarı/ödül/kazanç vs ise normal dağılıma göre dağılmamaktadır. Tam tersine asimetrik bir yapıya sahiptir. Asimetrik yapı büyük çoğunluğu başarıdan uzaklaştırmaktadır. Başarıya götüren yapısal özellikler normal dağılırken başarı/ödül/getiri neden normal dağılmamaktadır? Bir başka deyişle artık çoğunluk merkezde değil uçlarda, azınlık ise merkezde en büyük paya sahiptir. Azın çok’a, çok’un aza sahip olabildiği bu durum normalden çok önemli bir sapmaya işaret etmektedir. Normal dağılımdan güç yasası dağılımına sapılmıştır. Güç yasasına göre dağılım, kalın kuyruklu dağılımlar olarak da bilinmektedir. Bu dağılımın en temel özelliği, varyansının çok yüksek olmasıdır. Bir başka deyişle asimetri çok yüksektir ve aza çok
Kadim felsefe-bilim anlayışında ilimler kapsamına aldığı ayaltı ve ayüstü âlemlerin konumlarına göre düşük (ulum-i ednâ), orta (ulumi evsat) ve yüksek (ulum-i âlâ) olmak üzere üçe ayrılmaktadır: ayaltı dünyayı kapsamına alan doğa bilimleri düşük kabul edilirken ay feleği ve atlas feleği ile sınırlı ayüstü dünyayı kapsamına alan matematik ilimleri orta, ve kozmosun bittiği yerden ötesini kapsamına alan ilahiyat bilimleri ise yüksek kabul edilmektedir (İhsan Fazlıoğlu, Derin Yapı: İslam-Türk Felsefe-Bilim Tarihinin Kavram Çerçevesi, Papersense Yayınları, 2015, sh.32). Bu bağlamda 1290’larda Merağa Matematik-Astronomi Okulu ile matematik karakteri ağır basan bir astronomi inşa edilmiş (sh.118), bu inşa 1400’lü yıllarda Semerkant Matematik-Astronomi Okulu ile zirvesine çıkmıştır. Bu süreçte matematiksel bilginin hakikate ve varlığa tekâbüliyeti yoğun tartışmaların konusu olmuştur. İhsan Fazlıoğlu, kitabında bu karmaşık süreci değerlendirmektedir.
Tartışmanın odağında, ‘…matematik entiteler ve
İkinci Dünya Savaşı sonrası beşeri sermayeye ve meritokratik sisteme yapılan aşırı vurgu eğitim sistemlerinde kitleselleşmeye doğru önemli bir dönüşümü beraberinde getirmiştir. Ülkeler temel ve ortaöğretimde eğitim çağ nüfusunun tamamını eğitim sistemine dâhil edecek şekilde genişleme politikalarına ağırlık vermişlerdir. Dahası, bu eğilim sadece bu eğitim kademeleri ile de sınırlı kalmamış, daha önce nüfusun çok dar bir kısmına hizmet eden yükseköğretim sistemleri de kitleselleşmeye zorlanmıştır. Beşeri sermaye yapılan yatırımların önemli bir göstergesi olarak nüfusun ne kadarının yükseköğretim mezunu olduğu artık sıklıkla kullanılmaktadır. Ülkeler bu oranları yükseltmek için yeni projeler yürütmektedir. Beşeri sermaye üzerinden ülkelerin rekabeti bireylerin eğitim yatırım sürelerini de sürekli uzatmaktadır. Çoğu gelişmiş ülkede eğitim artık okul öncesi eğitimden doktoraya kadar uzamaktadır.
Eğitim arttıkça sadece istihdam oranının artmadığı, ayrıca alınan ücretlerin de arttığı bilinmektedir.