Yapay zekânın yaygınlaştığı ve yaşamın her alanını derinden etkileyerek hızla dönüştürdüğü bir dönemdeyiz. Yapay zekâ teknolojileri artık hızla iş ve işlemleri otomasyona maruz bırakarak devralmakta, iş süreçlerinde köklü dönüşümlere yol açmaktadır. Özellikle sürekli gelişen büyük dil modelleri (LLM) ve ChatGPT gibi üretken yapay zekâ teknolojileri bu dönüşümün hem yatay hem de dikey kapsamını genişletmektedir. Bu bağlamda kısa sürede bir yapay zekâ ekosisteminin oluştuğunu söyleyebiliriz.
Elbette yapay zekâ teknolojilerinin çok amaçlı kullanımları faydaları kadar risklerini de artık tartışma gündemine taşımıştır. Bu bağlamda, kendisi de yapay zekâ alanında çok önemli bir girişimci olan Mustafa Süleyman’ın ‘The Coming Wave: Technology, Power, and The Twenty-First Century’s Greatest Dilemna’ (Crown, New York, 2023) kitabı yapay zekâ ile gelen dev dalgayı tüm boyutlarıyla anlamamıza katkı sağlıyor. Süleyman özellikle insanlığın karşılaşacağı
Başlık Mehmet Emin Erişirgil’in kitabına ait. 1951 yılında yayımlanan kitap Atlas yayınlarından 2017 yılında tekrar basıldı. Erişirgil, aynı dönemin önemli aktörlerinden bir tanesi olup İstanbul Darülfünunda sosyoloji ve felsefe alanlarında öğretim üyeliği, Milli Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Dairesi Başkanlığı, müsteşarlık, yüksek muallim mektebi müdürlüğü görevlerinde bulunduğu gibi son Osmanlı Mebusan Meclisi’ne de Niğde milletvekili olarak giriyor. Gökalp’in yakın çevresinde bulunan Erişirgil kitabında, Gökalp’in yaşadığı çalkantılı süreçlerine tanıklıklarına, çevresi ile diyaloglarına, yazılarından alıntılara ve konuşmalarına da yer vererek sadece canlı bir Gökalp hikâyesi ortaya koymuyor, ayrıca Gökalp hikâyesi üzerinden dönemin siyasi dönüşümlerine de tanıklık etme imkânı veriyor.
Kitapta, Gökalp’ın yaşamı boyunca mevcut yapımızın yetersizliği, ancak Batı medeniyetinin de açmazları olduğundan yola çıkarak hem mevcut müktesebatımızı dikkate alan hem de Batı
2.Dünya Savaşı sonrasında ülkelerde eğitimin tüm kademelerine erişimin artırılmasına yönelik çabaların arttığını, eğitim sistemlerinde bu bağlamda kapsamlı dönüşümlerin yaşandığını görüyoruz. Özellikle beşeri sermayeye yapılan özel vurgu, orta sınıfların giderek güçlendiği bu dönemde eğitime erişim, istihdam edilebilirliği artırdığı gibi sosyal hareketliliği de hızlandırdı. Ülkeler temel ve ortaöğretimde tüm çağ nüfusunu eğitime eriştirirken yükseköğretimde de erişimi artırmak için büyük çaba sarf ettiler ve etmeye de devam ediyorlar. Özellikle, eğitim seviyesi arttıkça istihdam edilebilirliğin ve ücretlerin artması, dahası işgücü piyasalarında yaşanan daralmalarda yükseköğretim mezunlarının görece daha dayanıklı olması, yükseköğretime yönelik bu talebi sürekli artırdı.
Benzer süreçler gecikmeli olarak ülkemizde de yaşanmaya devam ediyor. Özellikle son 20 yılda bu bağlamda çok önemli mesafeler alındı. Yükseköğretime yönelik talebin
‘Yapay Zekânın Sanata Etkisi’ başlıklı önceki yazımızda yapay zekânın sanat alanında içerik üretimine katkısını ele almış ve sanatçıların telif hakları, üretilen içeriklerdeki kısıtlılıklar ve yanlılıklar gibi etkilerini yapılan güncel tartışmalar bağlamında değerlendirmiştim. Yazının sonunda ‘sanatçının deneyim sorunu’ nu tartışmaya açmıştım. Bu bağlamda sanatçının bir insan olarak deneyimlerinin ürünlerine yansıdığını, dolayısıyla ürünlerin sanatçının kişisel hikâyesini yansıttığını vurgulayarak sanatçı ve ürünleri arasındaki öğretici ve geliştirici deneyim temelli güçlü ilişkiye vurguda bulunmuştum. ‘Yapay zekânın bu sürece dâhil olması ile bu ilişki nasıl değişecek?’ sorusunun cevabını aramaya bu yazıda da devam edeceğim.
Her ürün sanatçının karmaşık ve zorlu deneyimlerine karşılık gelmektedir. Bu zorlu deneyimler sanatçıları farklı bir evreye taşımakta, dolayısıyla, ürünler bir sanatçının oluş hikâyesine tanıklık etmektedir. Yapay
Yapay zekâ tüm alanları hızla dönüştürmeye devam etmektedir. Özellikle yapay zekâdaki üssel gelişim ve çok amaçlı kullanım özellikleri bu dönüşümün kapsamını artırmaktadır. Yapay zekânın hızla dönüştürdüğü sektörlerin başında sinema sektörü geliyor. Yapay zekâ sadece film yapım aşamasında değil, senaryo yazım ve oyuncu ve mekân seçiminden post-prodüksiyon ve dağıtım ve pazarlamaya kadar sektörün tüm süreçlerinde yaygın bir şekilde kullanılmaya başladı.
Yapay zekâ artık sadece senaryoları yazmak için kullanılmamakta, ayrıca senaryoların iyileştirilmesine de katkı vermektedir. Diğer taraftan ticari başarısını öngörmede de yapımcılara destek vermektedir. Netflix gibi platformların yapay zekâ algoritmaları kullanarak izleme geçmişine dayalı kişiselleştirilmiş öneriler sunduğu uzun zamandır bilinmektedir. Benzer şekilde film ve dizi sektörlerinde pazarlama stratejileri geliştirmede de bu teknolojiler yaygın bir şekilde kullanılmaktadır.
Yapay zekâ filmlerin
‘Nüfus Artış Hızımız Alarm Veriyor’ ve ‘Genç Nüfus Fırsat Penceresi Kapanıyor’ başlıklı önceki yazılarımda ülkemiz için önemli bir fırsat penceresi olan genç nüfusun artık giderek fırsat penceresi olmaktan çıktığına, nüfus artış hızımızın 2023 yılında tarihin en düşük seviyesine (binde 1,1) düştüğüne ve dolayısıyla nüfusumuzun giderek yaşlandığına dikkat çekmiştim. Dahası, bir ülkenin mevcut nüfusunu koruması için, kadın başına ortalama 2,1 çocuk doğum oranına (yenileme oranı) ulaşması gerektiğine, ancak 2023 yılında ülkemizde söz konusu oranın 1,51’e düşmesinin nüfusumuzun önlem alınmadığında artık yenilenemeyeceğine dikkat çekmiştim. Durumun olası sonuçlarını tartışarak yeni sosyoekonomik politikalarla önlem alınmaması durumunda yaşlı nüfus oranının giderek artacağı uyarısında bulunmuştum.
Nüfus artış hızında düşüş elbette yalnız ülkemizin sorunu değil, çoğu ülkede benzer süreçler yaşanıyor ve bu düşüşün olası
Türkiye son yıllarda başardığı ekonomik kalkınma ve büyüme nedeniyle enerji ihtiyacı en fazla artan ülkelerin başında gelmektedir. Bu nedenle enerji ihtiyacının güvenli bir şekilde sağlanması ve çeşitliliğinin artırılması ve dahası bu arzın giderek artacak şekilde yerli üretimle karşılanması bu büyümenin sürdürülebilir olması için son derece kritiktir. Bu nedenle enerji politikalarının başında arz güvenliği gelmektedir. Diğer taraftan ülkemiz iklim değişikliğini merkeze alarak enerjide dışa bağımlılığın azaltmaya çalışırken aynı zamanda küresel enerji dağıtımında bölgesel güç olmayı da bu politikaların vazgeçilmezi olarak gündeminde tutmaktadır.
Türkiye’nin kurulu gücü son 20 yılda yaklaşık dört katlık bir artış ile 30 bin MW’dan 114 bin MW’a yükselirken özel sektörün payı da %20’lerden %80’lere çıkmıştır. Ancak, ülkemiz sürekli artan enerji talebini karşılamada ağırlıklı olarak dışa bağımlı durumda olduğu için enerji ithalatı için çok büyük
Ülkelerin geleceği, yetiştirdikleri insan kaynağının kalitesi ve bu kaynakların günümüzün hızla değişen koşullarına uyum sağlama yetenekleriyle yakından ilişkilidir. Bu bağlamda, insan sermayesi, ülkelerin küresel ölçekte rekabet gücünü artırmak için en değerli kaynağıdır. İnsan sermayesinin artan önemi, zaman içinde daha nitelikli insan kaynağı yetiştirmek için yapılan yatırımların artmasına neden olmuştur. Artık ülkeler insan kaynaklarının niteliği üzerinden rekabet etmektedir.
Eğitime erişim kadar eğitimden sonra işgücü piyasasına geçişin nasıl gerçekleştiği de son derece önemlidir. Eğitimden işgücü piyasasına hızlı geçişi mümkün kılan ülkelerde genç işsizlik oranları da son derece düşük gerçekleşmektedir. Dolayısıyla, eğitim ile işgücü piyasası arasındaki bağın sıkılaştırılması gerekmektedir. Bu bağlamda ülkeler uzun zamandan beri eğitim ile işgücü piyasaları arasındaki geçişkenliği değerlendirmek için belirli bir yaş aralığındaki gençlerin ne eğitimde