‘Ulaştırmada Yeni Hamle’ başlıklı bir önceki yazımda ülkemizde son 20 yılda tüm alanlarda yaşanan devasa dönüşüme dikkat çekmiş ve özellikle ulaştırma ve altyapı alanındaki bu kapsamda yapılan yatırımlara ve bu yatırımların etkilerine değinmiştim. Bu dönem her alanda yapılan yatırımlar ayrı ayrı kıymetli olmasına rağmen asıl etkisini birbiri ile etkileşerek ülkemizin kalkınması ve dünyada daha güçlü bir aktör olarak yer alabilmesinde yapmıştır. Böylece tüm kurumlar bir taraftan bu dönüşüme katkı vererek dönüşmüş ve kendileri de farklı bir seviyeye yükselmiştir. Artık Türkiye yüzyılında her kurum ve kuruluş yeni bir hikâyenin bir parçası ve önemli aktörü olmak için çabalamaktadır.
Bu kapsamda en iyi örneklerden bir tanesi de havayolu taşımacılığında gerçekleşmiştir. Türk Hava Yolları (THY) bu sürece katkı veren en önemli destekleyici aktörlerin başında gelmektedir. Sadece ülke sınırlarında değil, Türkiye’nin ilişkilerini güçlendirdiği her
Cumhuriyetimizin son 20 yılı, Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde Türkiye’nin içinden geçtiği en kapsamlı atılım dönemlerinden birini temsil etmektedir. Eğitim, sağlık, savunma sanayii, turizm gibi pek çok alanda yaşanan büyük gelişmelere paralel olarak ulaştırma ve altyapı yatırımları da tarihsel nitelikte bir dönüşümün önünü açmıştır. Bu süreçte yalnızca büyük projelerin hayata geçirilmesi değil, aynı zamanda bu hizmetlerin ülkenin en ücra noktalarına kadar götürülmesi, toplumsal bütünleşme ve bölgesel kalkınma açısından kritik bir rol oynamıştır.
Bu dönemin en önemli özelliği, sunulan hizmetlere tüm vatandaşlarımızın erişiminin kolaylaşması ve uzun dönem çeperde tutulan büyük kitlelerin merkeze doğru yolculuklarının kolaylaşmış olmasıdır. Aslında 20 yıl gibi kısa bir süreye sıkıştırılan bu hizmetlerin kapsamı ve ölçeği aslında tam olarak değerlendirilememiştir. Bu dönemde yapılan atılımların her biri kapsamlı değerlendirilmelere ihtiyaç
Yapay zekâ teknolojileri ve özellikle ChatGPT, DeepSeek gibi üretken yapay zekâ uygulamaları işgücü piyasalarını dönüştürmeye devam ediyor. Bir taraftan kurumlar, işletmeler kendi iş süreçlerini yeniden tanzim ederken tek tek bireyler de bu uygulamaları yaygın bir şekilde kullanmaya başladı. Özellikle bireyler açısından yapay zekâ uygulamaları sağladıkları avantajlar nedeniyle diğer dijital platformlar gibi bireylerin yaşamlarının ayrılmaz birer parçası oluyor. Yaşamlarda yer aldığı alan her geçen gün genişliyor. Kısacası, geçmişteki genel amaçlı diğer teknolojik kırılmalardan çok farklı bir teknolojik dönüşüme tanık oluyoruz.
Hem işyerlerini hem de çalışanları böylesine derinden etkileyen kapsamlı bir teknolojik dönüşüm elbette işgücü piyasalarındaki iş pozisyonlarında köklü dönüşümlere yol açıyor. Rutin ve dijitalleşme ile otomasyona maruz görevler hızla yapay zekâ uygulamaları tarafından devralınırken bu uygulamalarla yeniden değerlendirilen çoğu iş pozisyonundan
Fatih Belediyesi kültürel mirasımızın hatırlanması ile ilgili çok önemli bir çalışmaya imza attı. Turgay Anar tarafından hazırlanan ‘Hafıza ve Miras: Fatih’in Edebiyat Durakları’ balıklı kitap geç Osmanlı ve erken Cumhuriyet döneminin edebiyat ve kültür alanında dinamizmine mekânlar ve o mekânlar etrafında kümelenen kültür insanlarımız üzerinden tanıklık sağlıyor (Fatih Belediyesi Kültür Yayınları, 2024). Kitapta özellikle güçlenen Avrupa karşısında mevzi kaybeden Osmanlı’nın yaşadığı şaşkınlık, kaygı ve endişeye tanıklık ettiğimiz gibi edebiyatçıların, siyasilerin, devlet adamları ve entelektüellerin bu durumdan çıkış yolu arama çabalarına da tanıklık ediyoruz. Herkes bu durumdan çıkış ve tekrar eski güçlü günlere dönüş için çarelere aramakta, tartışmakta, yazmakta, dergi ve gazete çıkartarak kamuoyuna taşımaktadır. Çok çileli bir dönemdir. Osmanlı Avrupa karşısında tutunamamaktadır. Siyasetçisinden edebiyatçısına, sahafından
Yapay zekâ toplumları hızla dönüştürmeye devam ediyor. Yapay zekâ teknolojisinin önceki teknolojik kırılmalardan oldukça farklı olduğu giderek daha fazla netleşiyor. Eğitimden sağlığa, endüstrinin tüm alanlarından ekonomiye, biyoteknolojiden savunma sanayine kadar tüm alanlar yeni dinamiklere göre dönüşürken yepyeni bir yapay zekâ teknolojisi ekosistemi oluşuyor. Bu hızlı dönüşüm bir taraftan toplumun tüm kesimlerinde heyecanı ve beklentileri artırırken aynı zamanda endişe ve kaygıları da yükseltiyor. Belki de hiçbir teknolojik gelişmeye bu iki farklı duygu durumunu bu şiddette aynı anda hissettirmek daha önce nasip olmadı. Bu duyguların hangisi baskınsa giderek yapay zekâya bakış da o doğrultuda değerlendiriliyor.
Yapay zekâ teknolojisi, uzun zamandır süren insan-makine ilişkisini artık farklı bir boyuta taşıyor. Daha önce insanı tamamlayacak şekilde devam eden insan-makine ilişki süreci yapay zekâ ile insanın bilişsel süreçlerini de kapsamına almaya başlıyor. Son zamanlarda yapılan deneysel çalışmalar bu ilişkide
Eğitim sistemimizde yeniden yapılandırmaya yönelik yoğun tartışmaların olduğu bir dönemden geçiyoruz. Bu tartışmaların çeşitlendirilmesi ve farklı bakış açılarına yer verilmesi daha sağlıklı çözümlerin üretilmesine katkı verecektir. Bu bağlamda yükseköğretim sistemimizde süre ve müfredatın yeniden yapılandırılması ile ilgili yeni bir adımın işareti verildi. Aslında, yükseköğretimde müfredatın güncellenmesi ve yeniden yapılandırılması kapsamında ilk deneme Avrupa Yükseköğretim Alanı (AYA) oluşturmaya yönelik Bolonya projesi ile başlamıştı ve ders sayısı ve ders içerikleri seyreltilerek seçmeli ders havuzu genişletilmişti. Avrupa daha sonra bu projeden büyük oranda vazgeçince Avrupa ile bütünleşik bir yükseköğretim alanı inşa etmeye yönelik süreç de kadük kaldı. Elbette, yükseköğretimde süre olarak esnek yapılar oluşturulabilir. Ancak bunun bağlamı, arka planı çok sağlam bir şekilde oluşturulmalıdır.
Örneğin, bu kapsamda daha önceki bir yazımda meslek liseleri ve meslek
17.yüzyılda Osmanlı’da Kadızâdeliler olarak bilinen hareket, düşünce sistematiği, siyasete etkileri ve sivil alana müdahaleler bağlamında uzun zamandır tartışılmaktadır. Çoğu zaman bağlamından çıkartılıp ‘medrese-tekke’ tartışmasına indirgenmekte veya günümüzün din temelli şiddet hareketlerinin kaynağı olarak gösterilmektedir. Bu nedenle Ali Durmuş’un ‘Kadızâdeliler Hareketi: Osmanlı Hanefilerinin Hanefiliğe Eleştirisi’ başlıklı kitabı söz konusu hareketi ve dönemi anlamada önemli bir kaynak olarak durmaktadır (KeTeBe yayınları, 2021).
Hareketin ortaya çıktığı dönem oldukça kritiktir. Osmanlı, karşısında güçlenen ve askeri üstünlüğü de ele geçiren Avrupa karşısında mevzi kaybetmekte, ekonomide ciddi açıklar verilmekte, savaşların maliyeti ve bu maliyeti karşılamak için alına vergiler sürekli artmakta ve Osmanlı ekonomisi pazar kaybetmektedir. Bu zayıflayan savunma düşünsel olarak da sorgulamalara yol açmakta ve bu gerileme ve mevzi kaybetmenin nedenleri ve yükselen
Eğitim sistemimizle ilgili tartışmaların ve yeni önerilerin yoğunlaştığı bir dönemdeyiz. Biraz geri çekilip ülkemizin en önemli mütefekkirlerinden birisi olan Alev Alatlı’ya kulak verme zamanı. Alev Alatlı, hem bir entelektüel hem de Kapadokya Üniversitesi’ni kurup hayata geçiren bir uygulamacı olarak Türkiye’de eğitimin nasıl olması gerektiği ile ilgili önemli yaklaşımlar geliştirdi. Alatlı’nın bu bağlamda yaklaşımı aslında asıl sorunlarımıza işaret ediyor. Kadim geleneğimizde dile getirildiği gibi asıllar yerine getirilirse füruat ona tabi olur. Yani, temeller (asıl) doğru atılırsa, ayrıntılar (füruat) kendiliğinden o temellere uygun hale gelir. Bu nedenle burada Alatlı’nın eğitimle ilgili asıllara yönelik yaklaşımını, Alatlı’nın eğitimin nasıl olması gerektiği ile ilgili oldukça kapsamlı ve hacimli bir raporu olan ‘İSO Çalıştayı Sonuç Raporu’ (Alatlı, 2016)’na dayalı olarak ele alacağız.
Kitleselleşme Elitizm Çatışması ve 21. Yüzyıl Filistinizmi
Alatlı, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de beşeri